orta öğretimden sonra askeri sınavlara girmeyi kafama koymuştum. gerekli olan tüm vücut yapısı, psikolojik durumlar, sağlık vb askeri okullar için şartları incelemiş, ve hepsine uygun olduğumu anlamış, bunun sonucunda ise kafamdaki askeri okul düşüncesini perçinleştirmiştim.
ailem, aile dostumuz olan bir subayın evine götürmüşlerdi o günlerde beni. subay, asker görünümlülere göre oldukça çelimsizdi. aldırmadım. söz döndü, dolaştı asıl sebebe geldi.
-asker olmak mı istiyorsun? diye sordu
*evet. dedim.
-savaşa inanıyor musun?
*hayır, diye cevapladım onu.
aileme beni askeri okula göndermenin mantıklı olmadığını söylemiş olmalı ki, ailem o konuştuklarımızdan sonra askeri okul için çeşitli bahaneler üretmeye başlamıştı.
her gün traş olmak zorundasın
ayakkabıların bile kirli olmayacak
sabah erken kalkmak zorundasın
bizden uzak kalacaksın
kaç kişinin çocuğu askeri okulu bırakmak için tazminat ödemeye hazırlanıyor vb şeyler.
böylelikle gitmekten vazgeçtim.
savaşlara da aldırmıyorum aslında. iki sebepten dolayı. iki sebepte birbirinin karşıtı.
bunların ilki ve en önemlisi dünyanın taşıma kapasitesinin zayıflaması. bu benim için önemli. (savaş istemi)
fakat ikinci ve asıl sebep daha alışılagelmemiş bir düşünce; birileri istedi diye, normalde sikinde bile olmadıklarım uğruna savaşa katılmak. (savaş karşıtlılığı)
temiz yüzlü subaylar, sabahları ayakkabılarını sildikten sonra ütülenmiş kıyafetleriyle her an ortalığı kana bulamak görevi ve bilinciyle donanmışlar. bu adam öldürmeden önce abdest almaya benzer. içi pislik olan insanın dışarıya karşı karizmatik görünme çabası. savaşlardan nefret ediyorum ve her nefret ettiklerim gibi savaşları da seviyorum. ama savaşlara inancım yok.