uuserlardan denemeler

entry106 galeri0
    81.
  1. yabancı

    Aynı şehrin havasını soluyup, aynı kaldırıma taban sürttük biz seninle. Ve aynı bozuk kaldırıma takıldık ikimizde.

    Aynı zeytini çatallayıp aynı çayı yudumladık aynı ekmekten aldığımız parçaları yutarken.

    Saçlarının arasından süzülüp seni serinleten hava benim ciğerlerimde geziniyor şimdi.

    Aynı otobüse binip, aynı demirleri kavradı ikimizin elleri de.

    Aynı hazzı almasakta aynı yazarlardan, hazzına vardık okumanın ikimizde.

    Aynı yağmur ile ıslanıp, aynı güneşten bunaldık biz.

    O bana ben ona yabancı. Aynı memleketin ayrı iki insanıyız biz. Arada görünmez bir set var sanki. Ne zaman yıkılır bu set?

    Hep arzularımda mı yaşayacak bu yabancı?
    1 ...
  2. 80.
  3. sözlükteki butonları iç içe denemek en güzel örnektir.
    uygulama;

    --spoiler--
    ((bkz: #bkz cingolas/a" href="/e//" title="cingolas/ #bkz cingolas/a" >cingolas/" >#bkz cingolas)~)
    --spoiler--

    güney afrikadan bir muzun içinde gelen edit : cingolas yazıp soldan sağa butonların uygulanması sonrası entrynin aldığı haldir.
    1 ...
  4. 79.
  5. siz ben değilsiniz!

    Kimse ben değil ki bilsin benim ne hissettiğimi. Kayan her yıldızda içimden tuttuğum dilekleri hanginiz bilebilir? Hanginiz söyleyebilir benim içimden haykırarak tekrar ettiğim o şarkıları? Ne söylediysem onu duyarsınız siz en fazla, nerden bilirsiniz benim neler duyduğumu? Gördüklerimi görmeden nerden bilirsiniz ki renklerin benim için ne anlam ifade ettiğini?
    Siz hiç siyah beyaz gökkuşağı gördünüz mü? Silinmek üzere olan bir nokta oldunuz mu anlamsız bir cümlenin sonunda? Kendiniz olmaya çalıştığınız için suçlandınız mı hiç? Aşık olduğunuz için sizden nefret edildi mi?
    Siz ben değilsiniz ki tam olarak anlayabilin beni... Yazdıklarım kadar okuyabilirsiniz, kaçınız bilebilir yazmadığım binlerce satırda neler anlatmak istediğimi? Kaçınız görebilir benim göstermek istediklerimi ben göstermeden? Kaçınız bilebilir rüyalarımı? Kaçınız duyabilir geceleri neler sayıkladığımı? Kaçınız bilebilir hayat, umut, mutluluk, acı ve aşk kelimelerinin benim için anlamını?

    Siz ben değilsiniz ki anlayabilin beni? Seviyorum dediğimde yalancı, mutluyum dediğimde nefret edilesi, ben buyum dediğimde kişiliksiz olmak ne demektir... Kaçınız bilebilir ki?
    Siz ben değilsiniz ki... Ben olsanız anlardınız belki.
    Ben olmak o kadar mı zor?

    KınıX \ SiBeG
    2 ...
  6. 78.
  7. daha önce yazdığım bir deneme değil de şimdi bir deneme yazasım geldi. deneme işte. ne konuda olacağına bile karar vermedim; fakat bir şeyler yazmalıyım. böyle bir gereklilik içinde hissediyorum kendimi. öyle yaşam, ölüm, tanrı, anne, kendim hakkında yazmayacağım. farklı bir konu, basit; öylesine bir şey. misal, elma suyu. okulda görürüz deneme yazılırken dikkat edilmesi gerekilen hususlar; denemelerin yazılış biçimleri...deneme yazarken yazarın yazacağı konu hakkında birtakım bilgi birikimine sahip olması gerektiği gibi şeyler. nazım'ın bir sözü vardır, bir şiirinde geçer: "bittecrübe sabit". eh "elma suyu" konusunda ben de "bittecrübe sabit"im. içerim, severim; elmadan yapıldığını bilirim. zaten elma tadı da alıyorum içerken, demek ki elmadan yapılmış. her şeyin mantığını böyle basite indirgemenin bazı zararlı sonuçları olabilir tabii. ama "elma suyu" için bir sakıncası yok sanırım. tabii üretici firma "elma"dan daha ucuza, elma tadı veren bir madde kullanıyor olabilir. reklâm yapmak istemiyorum, marka ismi vermeyeceğim.**
    "elma suyu" denilince aklımıza ilk olarak bunun bir meyve suyu olduğu ve elmadan yapıldığı gelir. tabii tatlandırıcı, birtakım başka maddeler kullanıldığı da gelir günümüz insanının aklına; zira ortalıkta sürekli kimi çamur atma amaçlı iddaalar dolaşıyor: her türlü içecek, yiyecek konusunda organik olmadıkları, yapımında zararlı kimyasal maddeler kullanıldığı, yok içerlerine bir tür böcek katıldığı gibi iddaalar. tabii insanlar şüpheye düşüyor. kimi hiç doğruluğuna bakmadan o "marka" ile ilişiğini kesiyor. köydeki akrabalarından süt, peynir getiriyor. ya "elma suyu". ne yapacağız? pek çoğumuz illa bir kere de olsa "elma suyu" içmiştir. hoşumuza da gitmiştir hani, ama bir süreklilik kazanmamış; bağımlılık olmamıştır. oysa bence "elma suyu"nda bağımlılık yapan bir madde var. hani sigara ve patlıcan'da bulunan nikotin gibi. belki elma'nın yapısında da vardır. bu bir varsayım. küçümsemeyin. insanlar birçok varsayıma "inanıyor". kişisel zevk ve istek oranını belirlemek adına toplumsal düzeyde "elma suyu" içenler ve ne sıklıkla içtiklerine dair bir anket yapılmamış. neden anlamıyorum; lakin elma suyu kesinlikle bağımlılık yapıyor. hatta bazıları günde 2 lt. bile içiyor. sonucu ne? gece kalk tuvalete git, yatağa gir, bir saat sonra tekrar tuvalete...kimileri bir bardak elma suyunu doldurup yudumlarken gözlerini kapatıp adetâ orgazm oluyor. bir şarap sever ne kadar severse şarabı; bir elma suyu içicisi de o kadar sevebilir elma suyunu. zira ne vişne, ne kayısı, ne de şeftali, bu klasik üçlü meyve suyundan farklı bir şeyler var elma suyunda...elmanın aromasında. eğer bir kere başlarsanız içmeye, bağımlılık yapabilir. sıcak soğuk fark etmez. ayrıca elma suyu birçok şeyin yanında da ilk yudum, sonraki yudum baabında iyi bir ikili teşkil ediyor. örneğin, sigara. sigarayı yakarken içinize çektiğiniz ilk nefesle birlikte bir yudum da elma suyu içerseniz; oldukça ilginç bir tad bırakır damağınızda..denemeye değer. renk uyumu dolayısıyla tad uyumu olacağını da düşündüğüm bira var bir de. gerçi bunu denemedim; ama güzel olacaktır elbet. elma suyu sonuçta. bu muhteşem içecek her şeyle uyumlu olmalı.

    için, elma suyu için!
    3 ...
  8. 77.
  9. Athanasia



    Korkak bir sabırla bekliyorum seni. Söylenecek gücüm yok; söyleyecek sözüm yok. Kıyıda köşede bir yalnızlık tüm yalnızlıklardan daha öte. Gidecek gücüm yok; gidilecek yerim yok. Dalgaların vurduğu yerde zuhur eden bir güneş kumları ısıtıyor. Kumlar bile yalnız değil, güneş bile değil, ben yalnızım. Onca insan kıstırmış; lakin ben yapayalnızım.

    Korkak bir sabırla istiyorum seni; güneş hâlen orda, bir de mırıldanan kediler var. Tenakuzlar içlerinde tenakuzlar içlerinde ben. Güneşin doğduğu yerdeyim ve sen doğarsın diye beklemekteyim. Adım atacak nefesim yok. Dudaklarım kupkuru, bir ayak ötede deniz.Dudaklarım ıslanmak ister; güneşin doğduğu yerdeyim.

    Korkak bir sabırla özlüyorum seni; avucumda kupkuru bir yaprak. Son çağların yeşilliği; epeyce ürkek, bir o kadar gaddar. Bir gözyaşı süzülüyor yanaklarımdan ve gözlerim kurumuş artık; doluca ağlamaktan; vakit ise sabaha karşı.;

    Korkak bir sabırla gözlüyorum seni ve özlüyorum. Kediler mırıldanıyor kendi aralarında; rüzgâr hiç susmadı geceler beri. Boğulmak üzereyim kumlar üzerinde; bir adım ötede deniz. Vakit gitme vakti; sen gelmeden gidemeyiz.

    Korkak bir sabırla saklıyorum seni; duyduğum pişmanlık ise söyleyebilecekken susmuş olmamdan. Söyleyecek onlarca söz birikmiş ağzımda; damağım tuza batmış, kelimeler dolmuş içeri, sıkışmış, çıkamıyorlar dışarı. Güneşin doğduğu yerde ağlamaklıyım biraz.

    Korkak bir sabırla seviyorum seni; içimde sımsıkı tutuyorum ve yıldızlara dahi anlatamıyorum. Bir sabah olmadı ki hayalin yatağımda uyanmadı. Gündüz rüyam benim, tek mucize; evrenim. Güneşin doğduğu yerde; güneşin hiç doğmamasını bekler gibi bekliyorum seni. Sanki bir daha gece olmayacakmış gibi.

    Korkak bir sabırla kuruyorum hayalini; tepenin ardındaki karanfiller gibi. Tepe bir gün eğilmezse onlar hiç göremeyecekler denizi. Bekledikçe daha çok korkuyorum; kumlar kadar kahverengi, kumlar kadar kuru; fakat sabırlı; bir korkak; istersen vur bana; azıcık elimden tuttuktan sonra.

    O denizin kıyısında ben varım; o kumların üstünde korkak bir sabırla beklemekteyim seni. Ellerimde kuru yapraklar; gözlerimde kuru yaşlar. Sema turuncu; kıyamet koptu ya da kopacak. Korkak bir sabırla bekliyorum seni. Sanki akmayacak bir gözyaşı gibi. Düğümlenen boğazımdan akan bir damla kan ve çehreme münasip nazlı bir tufan; Ceplerim bir sürü umut yüklenmiş; içimde tutku, her yanım korku olmuş, korku.; Beni bir nefeste öldürecek kadar korku.

    Bir gerçeğe nazır, fazıl düşler. Hep içimdeler. Semalara konmayı ister gibi; korkak bir sabırla istiyorum seni. Nice kandırılışlara tenezzül ediyorum. Yalnızca ikimize münhasır ezgiler mırıldanıyorum; hiç duyulmamış sesler. Bıkkın bir gülümseme sarmış suratımı, saydamlığımdan seziyorum. Sanki her an yeniden ağlayacakmışım gibi; temkinli vaziyetlerde gülüyorum.

    Çok zaman oldu; bakıyorum. Güneş defalarca doğmuş; uyanıyorum. Seni güneşin doğduğu yerde bekliyorum, kumlar taş olmuş. Sanki dünyada hiçbir gölge kalmamış gibi; malul bir sadakatle bekliyorum seni. Elimde kurumuş bir yaprak ve gözlerim artık yorgun. Beni boyayan renklerden yoksun; dünyam ışıksız ve solgun.

    Korkak bir sabırla bekliyorum seni; gidecek hiçbir yerim yok, söyleyecek hiçbir sözüm. Korkmaktan sıkılmış bir beden, taşlar arasında ruhsuz bir gölge. Sanrılar dört bir yanda; yılmıyorum.

    Dudaklarım kupkuru; azıcık ıslat; sonra "git"; istersen. Ben yine, korkak bir sabırla bekleyeceğim seni; Seni; Seni;
    1 ...
  10. 76.
  11. kalemin kagıda dokunuşuyla kelimelerin can çekişmesi.
    0 ...
  12. 75.
  13. Periler

    Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, sisli beyaz bir günde, güneşin yıprandığı bu şehirde, çeşitli anlamlar içinde, bazı yok oluşlar peşinde, bir kız varmış bulutların ardından gitmek isteyen, her nereye gidiyorlarsa, sormadan, usanmadan, takip etmek isteyen.
    Aynı evvel zamanın içinde, aynı kalbur zamanın içinde, aynı sisli beyaz günde, sıradanlıkların kıstırdığı, mutluluğun çok uzaklarda kayıp bir kasaba olduğu bir dünyada, bir oğlan bakmış penceresinden hatıralarına, hediye edilmiş kırgınlıklarına, dibi olmayan kuyusuna bir taş atmış bir ses duyar belki diye.
    Evvel zaman içinde yürümüş kız daracık sokakları, aramış bir mutluluk tohumu, ekmek için kurak yüzünden,kurak suratından kahverengi olmuş bahçesine, dört mevsimden çok azını görmüş kız, kız bir şey bekliyormuş, küçük kız..
    Evvel zaman içinde düşünmüş oğlan neredeyim ben diye, ait miyim bu toprağa diye sormuş kendine, cevaplar saklanıyormuş umursamazca, cevaplar kaçıyormuş unutulmuş diyarlara, hiç bulunmamak üzere.
    Yedi gün sonra, yedi deniz, yedi güneş sonra, kız sabahın yedisinde doğuya bakmış, bir ışık görmüş, güneşin doğduğu yerdeymiş ama güneşten değilmiş, ışık herkesin göremediği bir ışıkmış, ışık kıza armağan etmiş peri kanatlarını, kız bir periye dönüşmüş, her türlü çiçek kokan, bembeyaz, katıksız bir güzellik...
    Yedi gece sonra, yedi gökyüzü, yedi mehtap sonra, oğlan bakmış batıya, dalgalar görmüş, yıldızlar görmüş, geçmişi yansıtan geleceği görmüş, gözleri kamaşırken bulmuş kanatlarını, mutluluğu arayan bir gezgine dönmüş.
    Peri ve gezgin deniz kokan bir akşamda, dolunayın tam hizasında karşılaşmışlar, kelimeler yokmuş o gece, kelimeler unutulmuşlar.
    Peri ve gezgin birbirlerine bakmışlar, aylar geçmiş, yıllar geçmiş, ikisi de fark etmemiş, birbirlerini düşünmekten kendilerini unutmuşlar, hiç bitmeyen karanlıkta parlayan bir alev olmuşlar.
    Peri ve gezgin ayın üzerine yatmışlar, hiçbir insana ihtiyaç duymamışlar, ne kadar gerçek ne kadar hayal bilmeden, bütün evrene inanmışlar.
    Bir fırtına kopmuş sessizce, yaşayan bütün varlıkların üstünde, göz yaşları birbirine karışmış, yokuş olmuş her taraf, her taraf yokuş olmuş, mutluluk denen şey aslında hiç mi yokmuş?
    Bir kara bulut kaplamış dünyanın üstünü, hiç tanışmamış peri ve gezgin, yalnızca bir gece birbirlerinin hayalinde bulunmuşlar, kopan fırtına uyanmalarıymış bir sabah bu güzelim rüyadan.
    Gezgin bütün gece ağlamış, o ne kadar güzel bir rüyaymış. Neden orada kalamamış? Sevmiyormuş artık hiçbir şeyi, tek istediği ulaşmakmış perisine, tek isteği ölümsüz olmakmış.
    Peri uçmaya devam etmiş, en yüksek tepede, en alçak çukurda gezgini aramış, en karanlık gecede, en aydınlık gündüzde, hiç uyumamış. Tek hayali, tek hayali varmış.
    Evvel zaman içinde, kalbur zaman içimde, o gece olanlar bütün dünyayı değiştirecekmiş.
    Aynı dolunayda, aynı deniz kokan akşamda, aynılıkların kaybolacağı bir geceymiş o gece.
    Gezgin intihar etmek için aya çıkmış, peri ise aramaktan yorulmuş, dinlenmek için aya çıkmış.
    Gözleri birbirine değmiş bir anda, yaşamaya değmiş o ana kadar, beklemeye, kurtulmaya değmiş.
    Peri ve gezgin bir mutluluk yaratmışlar, en baştan hayal kurmuşlar.
    Sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.
    1 ...
  14. 74.
  15. babama;

    küçücüktüm daha..
    işten gelişini beklerdim balkonda..
    köşeyi dönerdin ve kocaman bir gülümseme yayılırdı dudaklarımda..
    eli boş gelmezdin çoğunlukla..
    illa bişiler olurdu bize aldıgın..
    severdin bize böyle sürprizler yapmayı.. bizi mutlu etmeyi..
    senden ögrendik insanları mutlu etmenin yollarını aslında.. sen kazıdın bizim hamurumuza..
    her haftasonu mc donald's partilerimiz olurdu bir de..
    cocuk mensü ve yanında hediyeler..
    sonra ilk sinemaya gidişimizi hatırlıyorum..
    yine senle yasadım bu ilki.. senden ögrendim..
    tas devri'ydi film..
    zaten çizgi filmini de cok severdim..
    sende severdin bizimle oturup cizgi film izlemeyi..
    aslında sen kazandırdın belkide bize bu güzel alışkanlıklarımızı..
    bir gelenek haline getirdin yılbası hediyelerini mesela..
    dogumgünlerini saymıyorum bile..
    öylesine yaptıgın sürprizlerdendi yine o org'u alışın.. ve calmasını ögrettiğin "böyle kaş, böyle göz.. kimde var, kimdeeee var..."
    sabah aksam kafalarını şişirdim etrafın ama sonunda çalabildim, tam ögrettiği gibi..
    sonra kendimde cıkarttım baska parcaları..
    ne modaydı o zamanlar "bir şarkısın sen ömür boyu sürecek...."
    ben calardım yukardan servet teyze eşlik ederdi melodime..
    ablama aldıgın patenler vardı bir de..
    kimsede yokken daha, birçok seyin hevesini almıştık bile biz..
    şanslı cocuklardık..
    o zamanlar az kaymadık o patenlerle evimizin balkonunda..
    ne sıcak bir yuvaydı bizimkisi aslında..
    sonra o talihsiz an..
    kaderimizi değiştiren karanlık bir ağustos* gecesi..
    hala hatırladıkca tüylerimi ürperten..
    kalbimin ağzımdan cıkacakmıs gibi hissetmeme neden olan..
    en korktugum, en korktugumuz anlardan..
    ama yine beraberdik..
    beraberce geldik üstesinden..
    birlikte aştık korkularımızı..
    daha da baglandık birbirimize..
    kaybetmeden hemde..
    sonra senin hastalığın...
    ikinci bir deprem etkisi yaratmıstı bende..
    cok korkmustum bizi bırakıp gitmenden..
    ama sen güçlüsün..
    sen babam oldugun için bunun da üstesinden geldin..
    ve sen kazandın o yarışı da..
    aslında mantıklı düşünseydim -ama o zaman pek mantığım işlemiyordu- bunu kazanabileceğini bilebilirdim..
    ve bos yere korkmazdım..
    çünkü bilirdim ki bizi bi basımıza bırakıp bi yere gitmezdin sen..
    gitmedin de..
    şükürler olsun ki bizimlesin..
    daha koca bir ömrümüz var bizim birlikte babacığım...

    08.01.09
    bursa
    3 ...
  16. 73.
  17. 72.
  18. ben de burada pek fazla okundugunu düşünmeyenlerdendim ama yazanlardanım da.
    (bkz: #4767484)
    1 ...
  19. 71.
  20. yazarı tarafından pek değerli olan ama genelde okunmayan ya da fazla eleştirilebilen denem türü yazılardır.

    düştüm yine düşlerimden
    Uzanır gider sarhoş kaldırımlar buğulu gözlerimden süzülen yaşların anlamsızlığında... Çürümüş, zift karası ciğerlere yüklenir nikotin biraz daha... Ahmak ıslatanın altında kaybettik düşlerimizi... Ahmak gibi ıslanırken o yağdığı bile belli olmayan çiseleyen yağmurda...

    Kaç ay yükselir bu kadife geceye? Ve kaç çiğ düşer gözlerimizden yakamoz misali yosunlu denize? Kaç balık tutar ellerimizden... Ulaştırır bizi cennetimize? Kaç defa bulur huzuru bu gönül... Ve kaç defa yitirir bulduğu anda? Kaç defa kayar düşeriz ellerimizden? Kaç defa düşer insan düşlerinden?
    2 ...
  21. 70.
  22. versus olmak, vesaire kalmak üzerine...

    Yaşanan bir oyunsa eğer, roller senin tarafından dağıtıldı. Egemen olanın karşısında afaki olarak değil, eylem olarak da durmak gerekir. Aşk örgütlenmektir! Aşk iş bitirici popülizme direnişin son kalesidir. Gönül gözüyle bakabilenlerin, her gün tekrar tekrar yinelenen, kendini yeniden yaratma şekilciliğine direnişinin ta kendisidir aşk. Ve doğası gereği, elde edilememişin hayranlığı nefret uyandırır...

    "Ben bu sevgiyi tüketebilirim, bu oyunu oynamayalım" diye yazmışsın üzüm gözlüm son mektubunda. Başladığımız yere döndük değil mi? Yunuslar gibi... Sen son bir kez daha ayna karşısında kendinle meşgul olup gelmiştin, fark edilmek ümidiyle... Hatırladın değil mi siyah elbisenin sana ne kadar yakıştığını söylediğim o ilk günü. içi burkulmuşların buluşmasıydı... Kulakları çınlatılacak biri 'en ezik ruhların buluşması' diye adlandırdı ama, olsun ben ezik olmayı hala kabullenemiyorum.

    Versus olmak ve vesaire kalmak. Kim bilir nasıl konumladık kendimizi, birbirimize. Ben senin hınzır zekana güvenerek yazmıştım "Vesaire ya da Versus" diye. Sen de anlayıp dudaklarının kenarına yerleştirdiğin gülüşünle, incecik sesin telefon açmıştın... Bu arada, mektuplaşa bilinen bir aşk zannetmiştim seninkini. Senin sıkça bahsettiğin gibi 'tüketip gidilebilenler'den değil... Yılbaşında "Bu sene her şey gönlüne göre olsun..." mesajında, son zamanlarda benden esirgediğin sıcaklığını gördüm. Nereden bilebilirdim bir daha yan yana gelemeyeceğimizi. Bu kadar mı Versustuk birbirimize?

    Uyuz, "Öfkelenme bana yüreğim kaldırmaz bunu" diyorsun. Aşk üzerine konuştuğumuz akşamları unutuyorsun. Direnmenin, umudun, inadına var olmaların tek mekanı yüreklerin kaldığı bir dünyada yaşamak zorunda olduğumuzu ortaklaşa belirlemiştik. Hani bize öğretilen pozitif vibrasyon triplerinin nasıl da, imaj çağında suda yüzen kayıklar olduğunu konuşmuştuk. Belki de hatayı orada yaptık, o güzelim akşamı sımsıcak beyinsel bir orgazm tadıyla geçirmektense, vıcık vıcık standart sevişmelerin bir parçası olabilseydim eğer, benden öncekinin isminin sonunda bir virgülle ayrılıp vesaire (vs.) olarak kalmazdım...

    Bu duygudur beni kızdıran. Samimiyetsizlik yani. "Bana karşın benim karşımda ol." Söylediklerinin karşıtlığına verdiğin yanıt bu mu? Adorno'yu bilirsin "Aydınlanmanın metalarla ilişkisi, diktatörlerin kitlelerle ilişkisi gibidir. Onları manipüle edebilecek kadar tanır." der. Senin aşkların kendileştiremediklerini tüketip atmak, bırakıp kaçmak mıdır? Sorup sorup cevap alamamak, bu sana özgü değil. Cevapları bir türlü bulunamayan bir denklemi insanlık tarihi tartışa dursun, biz kendi 'haklılık' oyunlarımıza geri dönelim istersen. Kim, nerede, ne kadar, ne anlamsızlığını devam ettirelim.

    "Kalıplara sokmadan yaşamak." Bu gök kubbenin altında birbirini severek yaşamak nasıl bir kalıptır senin için anlamadım. "Bağlılıklarımın beni arkadan vurması"nı anlamadığım gibi. "... bu delinin seni çağırmasına kulak asma, çünkü o bir gün gerçekten gidebilmeye hazırlanıyor. Gerçekten gidebilmeye... Ardında kimseyi bırakmadan. O zaman sen, o gideni uğurlayabilmelisin, sen de "Yolun açık olsun" diyebilmelisin, dersin de... Çünkü sen zaten o yolun yolcususun, sen de tanırsın o yolu, sen de bilirsin gitmenin zor kalmanın kolay ve gitmekten başka çarenin kalmamasının ne demek olduğunu..."

    Anlamadın değil mi?.. Gitmek kolay, kalmak zor! Olsun "Seni sevdim. Her şey için sağol... Her şeye rağmen beni düşününce gülümse olur mu?.."
    21 ...
  23. 69.
  24. Gölgene sığın güneşinden kaçarken. Uzayıp giden karanlığına inat. Hızla büyüyen yaşama aldanmaksızın, gölgene sığın. Duaların artık ölüme daha yakın. Bir ecel töreni aslında yaşadıkların...

    Ellerin var, buz tutmuş, soğuk ve kavrayamayan zamanı. Ellerin var parçalamaktan usanmış binbir defa. Umutsuzluğunu damgalar yüzüne. Yorgunluk, suretinde soluk bir perde; ve o perdede sahnelenir binbir gölge...

    Yitirilmiş dakikaların peşine takılmış telaşlar... Telaşların ardı sıra kaybolmuş yaşamlar... Bir sonraki kaosa gün sayan adamlar... Ve her bildiğini hiçe sayan hayatlar...

    Hepsinin ortasında sen, yalnız, bir başına... Derme çatma hayat mücadelesinde. Caddeler soğukken ve çay buğusu hapsolmuşken küçük bacalı evlere. Dumanında kaybolurken zamanın,

    Artık her şeyin farkındasın...
    2 ...
  25. 68.
  26. Acı nedir?
    Yüzleştiniz mi hiç ya da yüzleşmeyi denediniz mi acıyla?
    Yoksa bu kelimeyle tanışıklığınız mı yok?
    Sanmıyorum mutlaka tanışmış olmalısınız bu duyguyla.
    Belki de bu duyguyu tam anlamıyla yaşayamadığınızdan hatırlamıyor ya da artık unutmuş olma isteğinden hatırlamak istemiyor olabilirsiniz.
    Kim bilir Belki de bu duyguyla yıllar önce tanıştınız..
    Nedense kimse memnun olmaz bu duyguyla tanıştığına..
    Sanırım insanı içini bir yanardağ gibi içten içe yaktığından. Peki acı neydi?
    En sevdiğin arkadaşının mahalleden taşındığında kalbinde duyduğun o özlemin seni yakıp kavurması mı?
    En çok istediğin o güzel giysinin alınmayışı mı?
    Yoksa insanları tanıdıkça bu dünyada yalnız başına olduğunu anlaman mı?
    Ya da o çok sevdiğin uğurlu kalemi kaybetmen…
    Bu liste uzar gider, ama bu listedekileri toplasak bile acının zerresini oluşturamayız.
    Çünkü bunlar sadece üzüntüdür.
    Elbette üzüntülerimiz de acılarımız gibi unutamayacağımız ya da zaman zaman aklımıza geldikçe yüreğimizi sızlatacak şeyler.
    Ama ne var ki acı bambaşka.
    O, ne hüzünlü bir şarkıyı dinlerken akan gözyaşlarınıza, ne de kaybolmuş küçük bir çocuğun feryatlarına benzer.
    Acı nedir biliyor musunuz; aklınızdan çıkartmak isteyip de çıkartamadığınız, yüreğiniz atışlarını yavaşlatan, gözyaşlarınızı sele çeviren, yüzünüzü hiç güldürmeyen, ara sıra da olsa kendiniz başka şeylerle meşgul ettiğinizde bile birden aklınıza gelerek sizi tekrar o dayanılması güç ızdıraplara sürükleyen ve ölene kadar kalbinize çaktığı çiviyi çıkaramayacağınız hatta çıkarmaya çalışırken daha da derinlere saplandığını hissedeceğiniz bir duygu topluluğudur acı.
    Aranızda acıyı çok yakından tatmış olanlar bilir bu duygunun taşınması ne kadar güç bir duygu olduğunu..
    En çok ne acı çektirir biliyor musunuz insana: ÖLÜM.
    Ama biliyor musunuz ki ölümden daha da çok acı veren şeyin ölen yakınınıza onu ne kadar çok sevdiğinizi gösterememek ya da bu kelimeyi söylemekte veya uygulamakta geç kalmak olduğunu..
    Sizin yıllar sonrasında bile beyninize kazınmış bu düşünceyi çıkarmanız mümkün olmayacak.
    Size acı veren bir şey daha söyleyeyim: Öleceğini beklediğiniz birini düşünün.
    Gözlerinizin önünde günden güne, yavaş yavaş eridiğini, ama bir türlü ölemediğini düşünün.
    Sizce onun canı mı daha çok yanar yoksa onu bu halde gören birinin mi?
    Bence her ikisi de yanar kor gibi içten içe.
    Ama fark nedir biliyor musunuz o kişi ebedi hayatla tanıştığında içindeki kor diğerinin kucağına düşüverir apansız.
    işte o zaman diğeri kendi içindeki koru küllendirmeye çalışsa da, hani o kucağındaki kor var ya işte o kor hep körükler diğerlerini.
    Bu körük aslında sizin vicdanınızın sesidir.
    Ara sıra bağırır siz duymazsınız ama işte böyle hissedersiniz.
    Acı üzüntülerinize eklenen vicdanınızın sesinden ve pişmanlıklarınızdan oluşur.
    Hani keşkelerimiz vardır, olanların ardından her fırsatta dile getirdiğimiz..
    Keşke onu bu denli kırmasaydım, Keşke ona son defa seni seviyorum diyebilseydim, Keşke giderken ona son bir hatıra verseydim..
    Aslında keşkelerimiz elimizden gelebilecek, yani yapabileceğimiz ama nedense hep yapmakta geç kalıp sonra da pişmanlık duyduklarımız değil miydi..
    Peki neden geç kalıyoruz bu yapabileceğimiz şeyleri yapmakta ?
    Çünkü ileriyi düşünmüyoruz ya da düşünmekten kaçınıyoruz..
    Hiç düşündünüz mü birgün o çok sevdiğiniz aşkınızdan ayrılacağınızı, hiç düşündünüz mü o çok sevdiğiniz arkadaşınızın günün birinde evlenip başka yerlere gideceğini ya da hiç aklınıza geldi mi günün birinde sevdiklerinizin teker teker geri dönüşü olmayan o yola gidecekleri?
    Belki düşünmekten kaçındınız. Belki aklınıza gelmiştir bunlar zaman zaman.
    Ama elinizden hiç bir şey gelmediğini düşündünüz bu tür konularda.
    Oysaki şu ölümlü dünyada bir gün sizde çıkmaz sokağa gireceksiniz.
    işte bu nedenle sevgi dolu olun daima, hem de öylesine sevgi dolu olun ki gözlerinizdeki ışıltı sevgiye muhtaç olanlara sadakanız olsun..

    ( çok erken kaybettiğim fakat hayatım boyunca sevmekten vazgeçmeyeceğim ve asla unutmayacağım o nadide insan olan anneannemin anısına... )
    2 ...
  27. 67.
  28. 66.
  29. mayıs ayı.. yurda 12 gibi geldim.. odam iki kişilik.. odadaki kürt çocuk o gece yok... odaya girdim.. ruh gibiyim..yani etim-kemiğim yok sanki.. o kadar hafifim.. bi kitap aldım elime.. ya uzaktan bi ses geliyor ama; sanki açık unutulmuş bi walkman'in sesini farkedersin ya; odanın sessizliğinde.. aynen öyle.. bi klarnet sesi duyuyorum.. ses uzaktan çingenelerin mahallesinden geliyor...içmeden sızıyorum sonra yatağa.. burnumda bir ıslaklık,gözlerimde nemlenme..nedendir..hiçbir şey düşünmüyorum..zihnimden akan düşünce balonlarım bomboş..gözlerim ranzanın mukavvasına bakıyor.. dakikalarca.. dakikalar saatler geçmiş hissi veriyor..sensin ruhumu kilitleyen..senin alıp gittiğin yarım.. yarımım..gözkapaklarımın üzerine çöktün yine.. rüyamdasın birazdan..anlaşıldı..
    1 ...
  30. 65.
  31. Hasta




    Çok başım ağrıyor bazen, gerçekten çok ağrıyor. Buraya geldiğimden beri ağrıyor hem de, bazen dayanılmaz oluyor, dayanmak zorunda oluyorum.
    Gözlerimi arıyorum bazen, buluyorum, açıyorum onları daha sonra, çevreme bakıyorum. Çevrem pek geniş değil burda. Sağ tarafımda hep erkek torunum oluyor, babası düşkündür bana, hep buradalar.
    Yatağım hafif diktir. Ben böyle severim uyuymayı. Benim vazgeçilmez alışkanlığımdır hatta on yıllardır yaşadığım şu hayata karşı tek dik duruşumdur yatağımın dikliği. Bazı insanlar gerçekten seviyor beni, hep buradalar. Bazı doktorlar da seviyor beni, onlar zaten hep buradalar isteseler de istemeseler de. Ama çok ilgileniyorlar benimle, sayıyorlar her gün ölen hücrelerimi sonra çıkarıyorlar hâla ölmeyen hücrelerimden, gittikçe azalıyorum.
    Hızlıca geçen bir hayatın sonu bu kadar yavaş mı olmalıydı diye soruyorum fırsat buldukça kendime. Hep fırsat buluyorum aslında. Hep soruyorum. Hatta bu soruyu kendime sormama fırsatı bulduğum oluyor mu diye düşünmeye bile fırsatım oluyor bu odada. Ölüm en hatırlanmayacak anım olacak böyle giderse, çok bekletiyor, hiç üzemiyor beni.
    Güneş ölmek üzere olan insanlar için farklı batıyor. Bazı hastalar tabi ki iyileşecekler, onlar güneşi şu anda farkedemezler ama kızmayın onlara, her şeyin bir zamanı var.
    Düşünüyorum da hâla okunacak çok fazla kitap, gidilecek çok fazla yer var, kısaca tadılacak çok fazla tat. Ben mi yaşayamadım hayatımı acaba, yoksa hayat mı bana bu kadarını sundu? Bir tebessüm var yüzümde, henüz ölmeyen hücrelerim sayensinde.. Sağıma bakıyorum yine, küçük yaşlardaki torunum, bana düşkün olan babası nerde?
    Karıcığımı benden önce yolladım kısa süre sonra gideceğim o yere. Mutlu mu acaba? Acaba bekliyor mu beni? Acaba yaşıyor mu hala o peri? Bembeyazdı. O kadar beyazdı ki diğer renkler ona yaklaşmaya cesaret bile edemezlerdi. O farklıydı. Bensiz yaşadı mı acaba hiç? Benden daha çok mu yaşıyor şu anda?
    Hiç korkmuyorum ölümden demek isterdim ama irili ufaklı şüphelerim engel oluyor bunu söylememe. "Nasıl oluyor?" sorusu kurcalıyor beynimi. Dalga geçiyor benimle. Gece bir anda uykuya dalmak gibi mi ölünüyor, yoksa yavaş yavaş kanamaya mı başlayacak bedenimde yaşlı ruhum, kanırtarak bir balta mı girecek içime, söküp alacak beni mı beni?
    Sıkıcı biriyim biliyorum, kimseden farklı şeyler söylemiyorum. Herkes ile aynı kaygıları taşıyorum. Zaten insan biliyorsa yakında öleceğini ne düşünebilir ki bunlardan başka? Bir de daha önce hiç ölmemişse.
    Bakıyorum yine... Bana bağlı makineler, ya da onlara bağlı ben. Bakıyorum bedenimden çıkıp. Bu makineleri çalıştıran boşa giden elektrik parası, uzatmaları oynayan bir beden, küçücükken hastane tecrübesi kazanan torunum, boşa giden, doluya giden, nereye giden hayatlar? Burada yatan "ben"i izlemek, ortaçağda giyotinli bir idam gösterisi izlemekten çok mu farklı sanki?
    Sağ tarafıma bakıyorum. Sağ tarafım ağrıyor artık. Bir çocuk var orda, seçemiyorum tam olarak, bana oğlumu hatırlatıyor.
    Öldüm..
    Öldüm..
    Öldüm..
    Hayır şaka yaptım size, gözlerim kapalıydı sadece, ama bu fikre artık siz de alışsanız iyi olur, gerçi siz bu sayfalarda buldunuz beni, siz hayatına girip bir şeyleri değiştirebildiğim insanlardan değilsiniz, görseniz bile tanıyamazsınız beni, hiç betimlemedim farkettiyseniz kendimi, yaşlı olduğumu ve ölmek üzere olduğumu biliyorsunuz sadece, bu size yeter zaten, bulduğunuz bu sayfalarda kaybedeceksiniz beni.
    Sağ tarafıma bakamıyorum artık. Sadece tavana bakıyorum. Gözlerimi açtığım bazı anlarda, bazı suratlar görüyorum sadece bu hareketli resme girip çıkan. Tek bir açıdan seyredebiliyorum hayatı artık.
    Her şey eskiyor..
    Her şey eskiyor..
    Gözlerimi kapıyorum artık, benim de buna alışmam gerek, sesler duyuyorum sadece, hatta artık ağlama sesleri, hıçkırıklar. Ne için ağlıyor bu insanlar?
    Çok başım ağrıyor bazen, gerçekten çok ağrıyor. Dayanmak zorunda değilim.
    Gözlerim kapalı artık, sizden tek isteğim, beni kaybetmeden önce, biraz daha aramanızdır. Bundan sonraki satırları gözüm kapalı yazıyorum, lütfen siz de gözünüz kapalı okuyunuz.
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    Daha güzel bir yaşamdır ölüm.
    Bu sayfa kadar beyaz, peri.
    Bekliyormuş hâla beni.
    Daha güzel bir ölümdür, yaşam.
    Bu sayfadan daha beyaz, peri.
    Bekliyormuş hâla beni.
    1 ...
  32. 64.
  33. Masum

    Bütün deliller benim suçlu olduğuma işaret ediyordu, ben ise suçlu olmadığımdan adım gibi emindim.
    Kötü bir çocukluk ve kötü bir yetişkinliğe hazırlık döneminin ardından başladım tam anlamıyla yaşamaya. Sadece nefret etmeye fırsat bulabilmiştim belki ama birini öldürmek asla geçmemişti aklımdan, asla da geçmezdi zaten. Tek amacım bana verilen bu boktan yaşamı elimden geldiğince iyileştirip bu emaneti sahibine teslim etmekti.
    Gece boyunca yürümüştüm sokakları. Çok akıllı olduğumu düşünmemiştim hiçbir zaman ama çok da aptal değildim sanırım. Evimin üç veya dört sokak uzağında gördüm ceseti. Yaklaştım. Filmlerden gördüğüm birkaç numara sayesinde adamın yaşayıp yaşamadığına ilişkin bir bilgi edindim. Ölmüştü adam. Bıçak darbeleriyle. Onlarca.
    Polisin gelmesi uzun zaman almadı.
    Gözaltında buldum kendimi. Refahımızı sağlayan polis amcalarımız beni arabaya tıkıp karakola getirdikten sonra hemen başladılar soruları sormaya. "Ne işiniz vardı orda"? sorusu geldi tabii ki. Ne diyebilirdim ki gerçekten başka. "Evime gidiyordum."
    Görgü tanıkları bulunmuş, bıçak üzerinde parmak izlerim bulunmuş, kurbanla pek dostça olmayan geçmişim bulunmuş, evimin o civarlarda olmadığı bilgisi bulunmuş. Tutuklandım. Anlamıyordum. Ben evime gidiyordum. Her zaman arkadaşım olan sokakları kullanarak evime gidiyordum yalnızca. Yerde bir ceset görüp de öylece devam mı etseydim yürümeye? Cevap veremedim kendime.
    Mahkeme sürecini hiç anlatmayacağım. Bir oyun gibi olduğunu bilin yeterli. Mahkemede herkes oyuncu gibiydi. Bana yapılan bir şaka gibiydi. O kadar suçluydum ki...
    Müebbet hapis cezası...
    Sonsuz...
    Tek ilacım ölümdü.
    Hapishane hücremde beni sonsuz yıllar bekliyordu. Düşünmeye fırsat bulması insanın... Hiçbir zaman düşünmeye fırsatım olmamıştı. Artık sadece düşüncelerim olacaktı. Etrafımda üç duvar, bir de demir parmaklıklar vardı.
    Bazen hücreden büyükmüşüm gibi hissediyordum. Sığamıyordum hücreye. Bir tek o zamanlar kaçmayı düşünmüştüm. Ben de az film izlememiştim tahmin edersiniz. Hapishaneden kaçmak hiç de zor bir şey değildi.
    Yıllar geçirdim kendimle. Günlerden bir gün o geldi.
    Ziyaretçiniz var dendi bana. Hiç arkadaşım yoktu, hiçbir akrabam yoktu. Yalnızdım anlayacağınız. Bir yerden yanlışlıkla dünyaya düşmüş bir yaratık gibiydim ben. Kim olabilirdi bu gelen?
    Ziyaretçimi gördüğümde gözlerime inanamamamın nedeni gerçekten haklı bir nedendi. Ziyaretime gelen kişi, öldürdüğüm iddia edilen, bıçakladığım iddia edilen, "öldüğü" tescillenen sözde kurbanımdı. Ne soracak bir soru bulabildim, ne sarfedebilecek bir kelime. Bu hayatımda en çok beklediğim, ancak asla ulaşamayacağımı bildiğim bir yüzleşmeydi. Çok hazırlıksız yakalanmıştım. Sordum kendime. Ben bu adamı şimdi öldürmek istiyor muyum diye. Hayır cevabını vermeme kendim bile şaşırdım.
    Bana bakıp yalnızca sırıtan ve tek bir kelime bile etmeyen bu ziyaretçime olan öfkem gittikçe büyüdü ve kendimi gardiyanlara yaşadıklarımı gördüklerimi anlatmaya çalışırken ve bu esnada tabii ki bağırırken buldum. Sakinleştirdiler beni. istemsiz bir sakinleştirme yöntemiyle.
    O günden sonra karar verdim, bütün insanları cezalandırmanın bir yolu mutlaka olmalıydı. Beni buraya işbirliği yaparak insanlar tıkmıştı. Herkesin bunda payı vardı, hakkı yoktu.
    O günün akşamı farkettim demir parmaklıkların iki yüzü olduğunu...
    Hücrem gitgide büyümeye başladı. Madem dışarı çıkamıyordum. içerisini güzelleştirmeliydim. "Dışarı" kavramını değiştirmeliydim zihnimde.
    Demir parmaklıkların iki yüzü vardı.
    Hücrem büyümeye devam etti. iğrenç gri tonundaki rengi değişti duvarların. Nasıl istersem öyleydi artık içerisi.
    Her şeyi kaybettiğim hayatımda en çok arzulanan şey olan mutluluğu bulmanın anahtarının parmağımı bile kıpırdatmadan, bedenimin içinde bulmuştum. Geriye işlemek kalmıştı sadece bu madeni.
    Yeni evlenmiş bir çift gibi döşüyordum hücremi. Ne istersem onu görüyordum içerde, ne ararsam onu buluyordum. Beni kısıtladıkları dünya büyüyordu. ilk önce diğer koğuşlardaki diğer suçluların ilgisini çekmişti bu garip değişim. Anlamıyorlardı. Bir dünya yaratıyordum kendime yeni baştan. Beni bu dünyanın dışına atmadıklarına pişman olmaları gerekecekti. Bir rekabetti benimkisi, şimdilik platonik bir rekabet.
    Demir parmaklıklar ikiyüzlüydüler.
    Hangimiz içerideydik?Hangimiz dışarıdaydık? Hangi dünya arzulanan dünyaydı?
    Büyümeye devam etti dünyam. Bir ailem oldu. Bir milletim oldu. Büyüyen dünyam içerisinde ben de büyüdüm. Sokaklarımda mutluluk dışında her şey yasaktı. Temizdi. Tertemizdi. Temizden daha temizdi.
    işte bu noktada başladı bana ait olana yönelik tacizler. Gardiyanlar gece biz uyurken hücreme girmişlerdi. Ertesi gün ölü bulundular hücremde. ikisi de boğularak öldürülmüştü. Bu olaydan sonra nasıl işkencelere maruz kaldığımı anlatıp da zamanınızı almayacağım. Sadece ölümlerin bu kadarla kalmadığını söylemek isterim.
    Dünyamdan içeri giren ölüyordu. Ben kimseyi öldürmüyordum. Eğittiğim dünyam öldürüyordu.
    Benimle baş edemeyeceklerini anladılar. Bir orduyla geldiler bu sefer. içeri girdiler. Ordunun yarısını yok etmeyi başardım. Diğer yarısı beni ele geçirdi. Dünyamı yağmaladılar. idam edilmem uzun sürmedi.
    Öldükten sonra yaşama inanmıyordum hiçbir zaman, öldükten sonra da devam ettim ölümden önceki yaşama inanmaya.
    Evime gidiyordum günlerden bir gün yine. Elimde bir bıçak istedim. Elde ettim. Dünya benim nasıl olsa. Bir adam istedim sokağın ilerisinde. Suçlu. Defalarca bıçakladım onu. Dünya benim nasıl olsa. Defalarca öldürdüm aynı adamı. Defalarca idam edildim. Defalarca ağladım. Defalarca güldüm. Ama her seferinde düşündüm. Her seferinde ölçtüm, biçtim tarttım.
    Demir parmaklıkların iki yüzü vardır farkettiniz mi? Bir yüzü içerdeki mahkuma, diğer yüzü dışardaki masuma.
    Bu hikayeyi nereden anlattığımı hiçbir zaman öğrenemeyeceksiniz.
    5 ...
  34. 63.
  35. Güneşine veda et çiçeklerin solarken. Üstünden karanlıklar geçerken ülkenin. Vedalaşırken umutla yaşam. Ve sessizliğe göz yumarken aydınlık...

    Kanayan ellerin var artık dikenli tellerine takılan. Paslı matemlerle yüz bulan. Kendini kendinden ötede arayan. Ve her kayboluşunda, bir adım sonrasını düşünüp ayağa kalkmaya çabalayan...

    Yağmurunda ıslanıp kaçışırken hayallerin, sen de damlalar gibi düşüyordun elbette. Bilmezsin. Farkında değildin boşluklara çarparken. Göremedin yüzün dönükken gökyüzüne. Bir umut zannettin yaşamı, kaçış ararken mavide. Fütursuz cümlelerde ölüverdin işte. Ve kayboluşunun orta yerinde mahvoldun...

    Sonra armağan oldun toprağa, kemik kemik, ilik ilik.. Kan bedene, beden doğaya doyarken. Yaşamın soğuk bir taşa dokunurken yalnızca. Sen, sen olmak zorunda kalmadığın anda.

    O an bana geldiğinde tek dileğim şu olmalı: Toprağım bol olurken varlığım yok olsun. Ölüm yaşadığımsa şimdi, yaşam benden hep uzak olsun...
    17 ...
  36. 62.
  37. Yuvarlak bi camdan, eskiden kalma bir denizci dürbünüyle bakınıyorum...

    filtre kahvenin dibini görürken tablada yanan sigarayı elime aldım. güneş denizin üzerine doğuyor ağır aksak temposuyla. ve bir nefes daha...
    işte kuzey yönündeki genç adamın odası... hayatımı orayı izlemeye adamışım sanki... farklı ruh hallerinde aynı sanat eserlerini izlemek gibi hayatına dahil olmadan sadece bir izleyici olarak hayatımı deviriyorum...
    güney yönündeki penceresinden odaya giren o gün ışığı yatağının üzerindeki pürüzsüz bedenini öyle bir hale getiriyor ki; vucudunu bütün şehvetiyle sergilemekten ileriye gidip onu kutsuyor... parmak arama kıstırdığım sigara elimi yakıyor fakat bu gösterinin bir saniyesini bile kaçırmamak için sigarayı ahşap yere bakmadan atıyorum.
    yılın sadece 9 ayı o odada kalıyor ve güneşin ışıkları odada sadece beş dakika geçiriyor...
    mart ayından kasım ayına kadar hergün 5 dakika bu tabloya bakıyorum... içkiyi fazla kaçırdığım geceler sızdığım için bu zaman düşüyor... yatağından kalkıp başını güney yönündeki penceresine cevirdiğinde evimi görüyor.
    kedimi seviyor olmalı ki çoğu sabah behçemde koşuşturan o kediye mutlulukla bakıyor...
    bu bana bizim koca oğlanın öldüğünde onun bir daha bu mutlulukla bakmayacağını düşündürüyor. o yüzden kedimin sağlığı ve beslenmesiyle daha çok ilgileniyorum...
    şubat ayında bi pazar günüydü, hava çok soğuk kışın o ilk günleri... o şehirden ayrılalı neredeyse beş yıl oldu.
    bir daha dönmemecesine bunu her gece yapalım mı? ister misin? her gece oradaydım. tütünüm, değişken ruh hallerim, bu ruh hallerini tetikleyen dalgalar, içkimiz, kahkahalarımız ve o...
    aşkın upuzun sahillerinde yaşamanın böyle hayattan kopuk ve aynı anda hayatla iç içe olabileceğini nerden tahmin edebilirdim ki?

    of!
    18 ...
  38. 61.
  39. Ne geçti başımdan, hatırlamıyorum...
    Nasıl bir yerden geldim buraya?

    insanlar hep mutluydu geldiğim yerde. Ya da o kadar güzel rol yapıyorlardı ki, inanıyordum tüm dertlere rağmen mutlu olabildiklerine.
    Sahte gülümsemeleri eksik olmayan aksesuarlarıydı insanların. Onsuz evden çıkamıyorlardı sanki.
    Herkesin acelesi vardı, herkes bir yerlere yetişmeliydi. Kimse mutluluğun tadını çıkartacak kadar bekleyemiyordu onu bulduğunda. Belki çoğu kişi o kadar meşguldü ki yaşamak denen kavramla, mutluluğu bulduğunda farkına bile varamıyordu onun.

    Nasıl bir yerden geldim ben buraya?
    Ne geçti başımdan?

    18 sene, çok değil. Hayat diyorlardı adında, dokunduğum her şey sahte, gördüğüm her şey aldatmacaydı. Paylaşılamıyordu hayat, ya da insanlar o kadar cimriydi ki bir başkasına vermek istemiyordu kendi payına düşen mutluluğu.
    Ne garip bir şeydi, ilk kez o gün anladım. ilk kez o gün çevremdeki insanların yüzünde sahte gülümsemeleri yoktu, takmamışlardı bu sefer o aksesuarlarını. Evde mi unutmuşlardı acaba? Gözyaşlarını saklayan onca insan bu kez ağlıyordu, kimi içinden geldiği için, kimi ise gülümsemelerinden bile sahte göz yaşlarını kullanarak. Bir mezar, taşı üstünde adım yazıyor. Toprağına göz yaşları dökülüyor, kimi gerçek, kimi ise gülümsemelerden bile sahte...
    Ardımdan bu kadar ağlayan olacağını kimse söylememişti bana? Nerde o sahte gülümsemeleriniz, sanki daha çok yakışıyordu yüzünüze. Değerimi hissetmem için bir kez bile o sahte gülümsemelerini çıkartıp gerçekten içten gelen bir gülümseme göstermeyen kişilerin bile ardımdan göz yaşı dökeceğini kimse söylememişti bana?

    O kadar değerli miymişim sizin için?
    Neden bunu bir kere bile söylememiştiniz bana...

    Neyse...
    Sanırım bu yakarış için geç kaldım.
    Nerden geldim buraya, ne diyorlardı adıma?
    Bir yaşamak geçti başımdan...
    Herkesinkinden farksız, sıradan bir yaşamak...

    Nerden geldim buraya, tam hatırlamıyorum.
    Bir yaşamak geçti başımdan...
    18 senede anlat anlat bitiremediğim bir masal...
    Bir yaşamak geçti başımdan...
    Bir baktım ki çoktan bitmiş; ben daha başladığımı bile anlamadan...

    Öldükten sonra nefes almak ne acıdır, bilir misiniz?

    KınıX \ F.V.
    3 ...
  40. 60.
  41. 59.
  42. bugün ben çok susuyorum
    dün çok içtim, içimdekileri çok kustum.

    bugün ben ağlamayacağım
    dün ağıma yeteri kadar acı taktım.

    bugün ben sadece 'ben' diyorum
    dün 'sen' lerin hepsini harcadım.
    2 ...
  43. 58.
  44. sustuklarımla konuştum bugün. meğer ne kadar çok susmuşum ben ve ne kadar büyük suçmuş susmak senin yanında. sustuklarım hep seni anlattılar bana.. seni, gözlerini, saçlarını... niye sustun diye sordular sustuklarım ve ben yine konuşamadım. susmak istemiyorum artık yanında, seni ne kadar sevdiğimi bil istiyorum ama yapamıyorum. bi duvar var etrafında aşamıyorum. ben tırmandıkça bi kat daha örüyosun.. sonra düşüyorum, bu sefer tutup kaldırıyosun. acı çektirir gibi bi daha tırman diyosun.. bidaha ve bidaha... artık yoruldum ben tırmanamıyorum.. tut elimden kaldır son kez ama bu sefer sakın bırakma. YALVARIRIM...

    istanbul-2009 01.41
    2 ...
  45. 57.
  46. stoklarla sınırlı nefesimi kötü günlerime saklamak isterdim; yaşadığım andan daha kötüsünü bulamadım. bu kadar karamsar olmak istemezdim; bu düşünceden öteye iyimser olamadım ve tuzaklara kapılır gibi yapıp avcıları kandırmak isterdim; hep saniye farkıyla yakalandım. hep saniyeler kandırdı beni, takılıp kalan zamanlar, geçmek bilmeyen; tık tık...tık diye. üç noktalar yakalattı beni kadere ve kaderin uykulu nasihatlerine. dinlerken uykum geldiğinde kırbacı gelirdi hasta zebaninin, yarı-uyku cehenneminde. uyuyana atılan, bir bardak suydu da yarı-uykuluya bu kırbaç neyin nesiydi?! yapma etme adalet denen sakallı zebella! biliyordum elbet farkımı, ama bu kadarı fazlaydı bir hasta için; ben sadece kusmuk kokan şartlandırılmış beşervarilere dişe diş muamelesi yapmıştım; ama siz dişe, o dişi kırarak; göze, o gözü oyarak karşılık verenler! ya siz! siz bile bu kavramları şekillendiren tanrı'yla işbirlik içerisindeyken ben kime sığınayım...sığınmak için konuşmak gerek ve konuşup ikna etmek, ikna edilecek birileri gerek ki bu kişi güçlü, çok güçlü olmalı, çok zeki ve iriyarı olmalı, sihirli sopası da olmalı alevler çıkaran bir ejderhayı üç dört komutla yönetebilmeli, nerede hani?

    yine kırbaç geldi, -ahh, seni lanet zebella vurma artık!;

    yeter bıktım, yumruğumda nefret biriktikçe rengi azalmakta, renkler ve duygular bağdaştırılırken ben nefreti duygulardan dışlamaya başladım, duygusuzluğun körlüğüne atılımlar yapan "ben" girişimcilik adına ödül bile bekliyorum, başarıya imza atmak sadece üç dört zebelle devirmek değil; bu zebelleleri ibret-i aleme sunmak! nefretin kudretine eğilin ey köpekler! ah, köpekleri çok severim.

    (bkz: saçmalamakta sınır tanımamak)
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük