Küçük bir kız, neşeli, şen, mutlu, keyifli; öyle ki neşesini ifade etmek için aynı anlamda bir çok kelimeyi yinelemem gerekti. Küçük bir kız, ilerde hayatın kapısından girecekti, ama öncesinde avluda bir süre oyalanmayı seçti.
***
Küçük kız, hayata giriş vakti geldi, gel bak oyuncaklar var burada, sevimli arkadaşlar var.
Bak bu sevda; nasıl da güzel değil mi, gel yakından bak korkma, senin için hazırladı sen gelmeden bütün masallarını, sunumunu bu kapıdan girenlere defalarca yaptı ama senin için olanı gerçekten çok farklı (en azından senin algın seni buna inandırmaya ayarlı). inan bana, seveceksin anlatacaklarını, özel olduğunu hissedeceksin onun kucağında, üşürsen ısıtır seni serinlemek istersen serinletir bedenini. Gel canım benim, gel güzelim, gel miniğim, gözleri gülenim; gel sevda tanıtsın kendini sana.
Bu dostluk; tanıdık geliyor değil mi, benzetiyorsun birilerine ama çıkaramıyorsun o ufacık zihninde. Küçük kardeşini avluya yollamıştı karşılasın seni diye, yalnız kalma orada korkma karanlıktan diye. 'Arkadaş' kardeşinin adı, hı hı tam da şu an bu ismin sana hatırlattığı onun sana anlatacaklarının başlangıç noktası. O da bir zamanlar 'arkadaş' gibiydi, sonra büyüdü serpildi iyice güzelleşti. O eski şirinliğini güzellikle değişti, bonkör davrandı hayat şirinliğinin bir kısmını da ona yeniden bahşetti. Biliyor musun seni beklerken o içlerinde en heveslisiydi, en sevinçlisi. Kimseyle paylaşamazmış seni, bu cümleyi hiç dilinden düşürmedi. Önceleri bencil bir istek sandık, çattık ona; ama anladık ki farklıymış kastettiği. Bu dostluk zaten kelimelerine hep anladığımızdan çok daha fazla anlam yükledi. Paylaşamaması sana kıyamamasındanmış, dayanamaması acımana; tabi biliyor kanayacağını, biliyor yanacağını, kavrulacağını; biliyor bunları yaşamanı engellemek için hiçbir şey yapamayacağını, tek avuntusu bu sırada yanında olmak ve sarmakmış yaralarını.
Bunlar da hayatın diğer gerçekleri işte iyisiyle kötüsüyle; tanıtmayacağım onları şimdilik sana, biliyorum ki hayatın bütün yüzünü bir anda görmek şok etkisi yaratır senin gibi narin bünyelerde. Yavaş yavaş tanıyacaksın hepsini, sırası geldikçe göreceksin her birinin yüzlerini.
yaratmaya gayret etmediğimiz sürece yok oluyoruz. yaratmayı bilmediğimiz sürece de sadece yok ediyoruz farkında olmadan.
tüm yaşadıklarımız lusid rüyalara benziyor. hayatımıza etki edebiliyor fakat onu değiştiremiyoruz. başkalarının ellerinde şekilleniyoruz; verdiğimiz tepkiler, yaşattığımız acılar, şahit olduğumuz ölümler bizim hayat temellerimiz oluyor.
ve pasif olamıyoruz olanlar karşısında, aksine çırpınmayan dibe batıyor; hırsla çırpınan da diğer çırpınanları dibe batırıyor.
aslında uzun çubuğu çekmeye bakıyor hayat. tanrı bize ellerini uzatıyor, milyarlarca olasılık sunuyor bize. eğer şanslı biriyseniz uzun çubuğu buluyorsunuz; ama şanssız iseniz ondan nefret etmeye başlıyorsunuz; tarifi imkansız bir kin ve öfke seli..
ve o an araf'ta buluyorsunuz kendinizi.. ölüm ile yaşam arasında. ne yaşıyorsunuz ne de ölüsünüz; yaşayamıyor ya da ölemiyorsunuz.
hapsolduğunuz yerde tıkılı kalıyorsunuz; gün geliyor bedeniniz ölüyor. ama siz bunun ağırlığı altında olası her evrende ezilmeye devam ediyorsunuz; hayatın bu dünyadan ibaret olmadığını anlıyorsunuz. sonsuza kadar yaptıklarınızla yaşayacaksınız.
bir diyar varmış herkesin içinde
geç farkettim varlığını da büyüklüğünü de
ben uğraşırken dışımdakiyle
sarsıyormuşum içimdekini şiddetle.
hani her şeyin küçüğü şirindir, güzeldir ya
içimdeki de bir bakıma minyatürü dışımdakinin
ben anlayamazken dışımdakileri, çözemezken meseleleri
ararken kaçacak yerler, sığınacak kalpler
gözüme ilişti, keşfettim içimdeki ülkeyi
ya da o sundu kendini ,bana da iyi geldi 'ben buldum' demek
keşf-i alem ettim demek.
bu diyarda gezinir tek tek incelerken her detayını
görüyorum ki ben onu yeni keşfetsem de
içindeki bütün figürlerin, karakterlerin özü benim.
hepsi benden oluşuyor.
biriyle tanıştım mesela;
küçükmüş ben burayı keşfetmeden önce
ve büyüme dönemi benim arayış dönemime denk gelmiş
bulduğumdaysa tamamlamış büyümesini
ağlamıyormuş artık eskisi kadar
ama sanki gülmüyomuş da eski şiddetiyle
öyle dediler diğerleri
diğerleri mi?
tabi bahsetmeli onlardan da
ama başroldekinin ilk tanıştığım-eskinin çocuğu şimdinin büyüğü- olduğu asla göz ardı edilmemeli.
adı mı?
önemli mi ki,
siz verin ona istediğiniz ismi
yerleştirin kalıbına istediğiniz cismi
o geçmiş bunlardan artık
anlamış bunların gereksizliğini.
diğerleri;
birinci kişi; bu diyarın yöneticisi olma yarışındaki iki rakipten biri
eskiden çok güçlüymüş
ezermiş rakibini
ama işte onun da yaşam çizgisindeki en şiddetli eğim
benim arayış zamanıma denk gelmiş.
güçten düşmüş önce
geçicidir demiş, mevsimdendir demiş
gün geçtikçe farketmiş ki
ciddi yaralar oluşmakta bünyesinde
önce saklamış bunları gözlerden ırak yerlerde, siyah siyah örtülerle
sonra farketmiş ki örtmek iyice zarar veriyor berelerine
görün işte demiş; yoruldum, yaşlandım demiş
be hey ezeli rakibim
kürsü sana kaldı demiş
ben tanıdığınız, güvendiğiniz mantık
bu yarışta düştüm demiş.
burda devreye ikinci kişi girmiş
ezeli rakip,
eskinin güçsüzü, yeninin güçlenmekte olanı
bildiğiniz, tanıdığınız kalp
devralmış bütün yetkileri
mantığa da yardım ederek, onu güçlendirerek, kendine getirerek
yaraları iyileştikçe kalbin, dikleşmiş oturuşu
yeni evindeki pencereden gün geçtikçe daha fazla şey görebilmeyi başarmış
ki sevmiş de gördüklerini,
takdir etmiş kalbi.
kalp de unutmamış onun meziyetlerini ve kimi alanlardaki sınırsız yetkisini kaldırmamış.
ikisinin de her daim olmuş yandaşları, destekçileri
gerek güçsüz zamanlarında gerekse en güçlü;
onların da hayatlarında arayışım dönüm noktası olmuş
eskiden birbirini gördüğünde başını çeviren aşkla sorgu mesela
artık birbirleri olmadan eksik olduklarını anlamışlar.
ben onlarla tanıştığımda yanyanaydılar ve birbirlerine hayranlıkla bakıyorlardı;
ben de onlara.
sevdim ben bu ülkeyi, benimsedim içindekileri sahiplendim hepsini;
ve her zaman ziyaret etmeye söz verdim onları,
her gece, belki her saat belki de her dakika
bir ziyaret
'bir ülkeden bir iç ülkeye'.
Gece iner şehre;
Hüzün biner yüreklere
Ağırdır hüzün, taşıyamaz öyle her bünye,
Taşıyabilene mükemmeldir;
Yorar önce ama imkan verir hafifliğin anlamını öğrenebilmesi için kişiye,
Malum bilinmez elde olan elden bir kez düşmedikçe.
Gece iner şehre;
Özgürlük sızar şehrin sessizliğine
Sokakların her metrekaresine,
Denizin her köpürüşüne,
Evinde oturan bir genç kızın zihnine,
Sonrasında da mükemmel bir yayılma hızıyla bütün benliğine.
Gece iner şehre;
Bir aşık yolcudur o saatlerde
Sevdiğinin yanından çok uzak iklimlere,
Yaşlar yeminli dökülmemeye ama
işlemiyor bu yemin içerilerde,
Akamaz belki dışarı ama
En coşkulu haliyle akar da içerde, yıkar bütün bilinenleri,
Önünde bırakmaz hiçbir şeyi, hiç kimseyi
Sade ve sade sevgiliyi, yari, kalbin eşini, oluşumunun tek nedenini.
Gece iner şehre;
Bir anne yolcular yavrusunu rüya aleminin en derinliklerine
Devlerin canavarların içine.
Ama kocaman bir zırhı vardır küçüğün;
Yüzüne yatmadan önce yerleştirilmiş sıcacık bir buse.
Gece iner şehre;
Birileri sarılır kaleme,
'işte bu sefer anlatabileceğim seni' diye
'işte bu sefer dökebileceğim hislerimi deftere'.
Gece güler haline,
Sever böylelerini, samimidir bütün istekleri,
Sever de ondan izin vermez yapabilmesine
Her yeni gün yeni bir yanını gösterir de hissettirir eksikliğini şaire
Şair tekrar sarılır kaleme
Yeni bir aşkla yeni bir şevkle;
Onlar da öyle iki sevgilidir işte
Mutludurlar birbirleriyle delice
Bütün gün birbirlerini beklerler her saniye artan eşsiz bir hevesle.
Siyah yazıyorum, ve eğik; bahsedeceklerimin koyuluğundan siyahı ve acısından eğikliği...
Akşam yazıyorum; ne gece, ne gündüz, ki bilirsin sevmem akşamları, en anlamsız zamanlarıdır günün. Ama anlatırken ne tahammülüm var günün neşesine ne de gecenin sessizliğine, hüznüne...
Yatağımda yazıyorum; ne balkonumda, ne masamda. Ne masanın ciddiyeti var yazımda, ne balkonun özgürlüğü, keyfiyeti...
Yüzüm donuk; ne gülüşün izi var dudaklarımda ne de gözyaşı yanaklarımda. Vücudum bütün duygularını yazının devamı için saklamakta...
Kulağımda bir müzik; ne slow ne hareketli, ne sevinçli ne kederli; sözlerindeki kederle melodisindeki sevinç sinir bozucu derecede dengelemekte birbirini, ve bu denge bozmakta dengemi...
bir adam;
gözlerinde masumiyetten ibaret çocuk.
bir adam;
varoluşa şahit olan.
bir adam;
saçının akında gamlı, kederli hayat.
bir adam;
kırışıklıklarda kırksekiz yılı saklayan..
bir adam;
tanrıyla beni tanıştıran..
bir adam;
adam babam..
ne dizginden anladın ne de laftan.
sana senin gibi biri biçilmez kaftan.
anlayamadım senin yüzünden şu hayattan.
tedbirimi alamadım, takdiri allah dan.
seni ona havale ettim, en iyisini bilir yaradan.
yazıklar olsun dudaklarına; onlar değil miydi beni kandıran?
yalansın yalan! tıpkı bir kedi kadar nankör,
iyilik meleği gibi görünen bir şeytan. mutluydum yastığıma sarılmaktan.
basitliği seçtin. gözümdeki ferini bitirdin.
dizlerime koyardın başını oysa hiç haketmedin.
benim sanarken, benim değilmişsin.
kop benden, git şimdi.
artık yıllar boyunca unutmaya çalışırım şu gelişini.
rengarenk dünyam varken karanlığa sürükleyen sen!
tüm çıkmazları, hepsini sende gördüm.
tükenmişken ve bununla mutluyken, az önce özlediğimi anlarken,
tutup kolundan gitme diye haykırmaya çalışırken,
eski günleri yeniden yaşatırken,
kokunu içimde biriktirirken,
güneş girmeyen evimde perdeleri açarken,
sense etrafa hüznü saçarken, yine gidiyorsun.
git! deyişimle gidiyorsun?
oysa yıllar önce yalvarmıştım gitme demiştim.
hep tersimi olacak yaptıkların.
bu sefer gurur ağır basıyor, boşver git!
yine yaslanacağım dostum duvara.
git!
ardına bakmadan, el sallamadan,
çıkarken ses çıkarmadan.senin gibi biriyle olmaz ne işim, ne tadım. bundan böyle girme bir daha rüyalarıma tatlım..
eğreti durdu kostüm üzerinde kızın
beli boldu, hissettirmiyordu sarılmanın sıcaklığını,
eteği uzundu, ayağına dolanıyordu her adımında
omzu genişti, kız o kadar büyümemişti ki daha.
eğreti durdu kostüm üzerinde erkeğin
kolu kısaydı, alamıyordu kızın üşüyen ellerini içine,
yakası dardı, bunalttı erkeği her hareketinde,
cepleri fazlaydı, var mıydı ki erkeğin o kadar 'benim' dediği!
eğreti durdu kız erkeğin erkek kızın yanında
eğreti durdular bu aşk sahnesinde, hayat oyununda.
Bayram harçlıklarını almış yeni yetmeler
o mübarek parayla milli olmaya gelmişler
orada hengamenin tam ortasında
bir orospu çocuğu
"yeni kardeşler mi geliyor bana" diye geçirdi içinden bir iş kazasıyla
Düşmanımızın bile başına gelmemesini temenni ettiğimiz bazı durumlar vardır ya işte anneler gününde annesiz olmak da bu durumlardan birisidir.
insana en çok ölüm koyar, ölüm sonsuza kadar kaybetmektir oysa insanlar umutlarıyla yaşar. Ölüm arkada umut ya da sevinç bırakmaz.
Anne sen yedikçe ben doyuyorum diyebilen tek varlıktır. En kötü gününüzde bile yanınızda olacak tek yegane dostunuzdur.
Anne candır, nefestir, özlenen ve olmadığında insana en çok koyandır.
Ne kadar kızarsak kızalım sonunda affedebileceğimiz tek insandır.
Ama öyledir ki her şey gibi sonsuza gittiği vakit değeri tak eder insanoğlunun karmaşık duygularına ve her zaman bilirsiniz geceleri onun için ağladığınızda onun da sonsuzda sizin için kaygılandığını.
Anneler günü ticari amaçlar güden bir gündür. Duygular bir yere kadardır ve çiçekler para için satılır. insanların çiçek alabilecekleri bir annelerinin yaşayıp yaşamadıkları çiçekçiler için çok da mühim değildir ve evet o kara gün geldiğinde ateş düştüğü yeri yakar.
O gün geldiğinde anneniz yanınızda değilse diziniz uf olduğunda yarayı bir güzel soymak için kabuk tutmasını beklediğiniz günlerdeki gibi çocuk olursunuz yeniden. Zırlak ve masum bir nefes olursunuz. Teselli olsun diye eski anıları tekrar tekrar yaşarsınız zihninizde ama bilirsiniz ki hiçbiri yaşandığı kadar net ve kusursuz olmaz.
Anneler nereye giderse gitsin ten kokuları hep bilinçaltında olur. Sizi doğururken bile ölmüş olsa onu anımsatacak bir şeyler bulabilirsiniz sanki sizi yıllarca parklara götürüp dondurmalar yedirmiş gibi.
Anneniz size hala bir öpücük uzaktaysa gidin ve ona onu gerçekten ne kadar sevdiğinizi gösterinki bir gün anneler gününde annesiz kalırsanız anılarınızla ona gülümseyebilesiniz.
Beni daha ne kadar bekleyeceksin sevgilim dediğiniz kişiler girdi mi hayatınıza?
Sevdiğimiz kişi boş bir limanda hiç gelmeyecek bir yolcu gibi gelir gözümüze ve ona bu soruyu sorarız;
Beni daha ne kadar bekleyeceksin sevgilim? Elimden tutman, dudaklarımı öpmen ya da kulağıma şarkılar fısıldaman için birbirimizi daha ne kadar beklememiz lazım?
Yoruluruz artık beklemekten, aslında en güzel bekleyiştir bu ama konu aşk olunca sabrımız ve hormonlarımız da bir yere kadar bekleyebilir.
Ah onsuz ve onun hayalleriyle geçen yalnız gecelerimiz...
O geceleri hepimiz iyi biliriz çünkü hepimiz bir garip hayatlarımızın bir garip dönemlerinde birisini hep beklemişizdir.
Geceleri dualarımızdan sonra rüyalarımıza beklediğimiz birisi yok mudur?
Vardır elbet, olmaz mı hiç rüyalarda randevular, düşlerde sevişmeler...
insanoğlu hayatını düşlerindeki gibi yaşadığında mutluluğu yakalayabilirmiş ya, o zaman neden sadece rüyalarımıza saklarız hayallerimizi?
Neden yanına sokulup da dudaklarından öpemeyiz de bekleriz sevdiğimizi?
Ya o bilmezse bir yerlerde onu deli gibi bekleyen ve seven bir aşığının olduğunu?
Gurur ne kadar gereksiz, cesaret de ne denli önemli bir şeydir.
Gurur sevenleri küstüren, cesaret aşıkları kavuşturan sevgi de her şeyi başlatan kavramlar.
Peki biz randevularımızı rüyalarımıza, sevişmelerimizi düşlerimize ve sevgimizi bekleyişlerimize saklarsak neden yaşarızki?
Bizler daha cenin halinde değilken yaşamış ve ölmüş, hala bedenleriyle değil de düşünce akımlarıyla yaşayan insanlara haksızlık etmiş olmaz mıyız en güzel aşkları yok yere beklerken ve bu bekleyiş esnasında ilişkimiz için çaba göstermezken?
Sevgi ve mutluluk paylaşıldıkça anlam kazanan değerlerdendir, önceki aşklarınız hüsranla sonuçlanmış olsa da bu bahçede daha koklanacak çok çiçek var ve bu çiçekler yıllar sonra siz onlara değer vermez, sevginizle büyütmezseniz sizi beklemekten çürüyüp gidecekler.
E yazık değil mi kırmızı güllere, mor menekşelere?
Aşkın payına düşen şey hep beklemedek değildir.
Bizler birer Nazım Hikmet değilizki hapishanede yıllarca Piraye'mize kavuşmayı bekleyelim.
Hepimiz özgür aşıklarız ama gururumuza ve cesaretimize müebbet mahkumuz.
Kaygılarımız ve zaaflarımız bizi aşka götüren yolda yaralıyor.
Kanlarımız bu yolda çizgi halinde arkamızdan da aksa aşklar bekleyemez ve bahçedeki bu çiçekler bir gün kuruyacak ve o vakit yüzlerimiz kırışacak, saçlarımıza ilk aklarımız düşecek ve evet işte o gün ilk defa gerçek pişmanlık duygusu bürüyecek titrek bedenimizin her bir tarafını.
Bizler birer Nazım Hikmet değilizki hapishanede yıllarca Piraye'mize kavuşmayı bekleyelim.
Hepimiz özgür aşıklarız ama gururumuza ve cesaretimize müebbet mahkumuz.
Ve hepimiz kendimizin savcısı ve kendimizin hakimleriyiz...
Biliyor musun sevgilim aslında bütün bunlar gözyaşları ve hüzün eşliğinde sana yazdığım sitem mektubumun cümleleri değil aslında hepsi senin göremediğin ve benim damağımda kalan duyguların minik parçaları ve sen gene göremeyeceksin seni neden ve nasıl bu denli sevebildiğimi çünkü inan bunu ben de henüz anlayamadım...
Gözlerine neden bakamıyordu gözlerim biliyor musun?
Utana sıkıla cümleler kurmamın sebebi karşımda duran gök mavisi gözlerindi ve sen aynada sadece kusurlarına baktığın ve sadece onları görebildiğin için o gök mavisi gözlerini fark edemiyordun.
Öyle şaşırıyorumki sen yanımda yokken hala güneşin doğup batabilmesine ve hala nefesler alıp verebilmeme.
Meğer senden önce yaşadığım hayat sadece terimlerde bir hayatmış ve sen bana terimleri aşan bir yaşam yaşatmışsınki doğan güneşe doğabildiği için şaşırır hale gelebilmişim.
Ve aynı sen bilinçaltımın ve duygularımın ırzına geçmiş olmalısınki her şey bu kadar anlamsızlaşabilmiş.
Her şeyin anlamsızlaşmasının yanında doğan güneşlere, açan çiçeklere şaşırmalar da başlamış zihnimde.
Tanrım nasıl bir çelişkidir bu!
Hayal et, en güzel şarkıların en güzel nakaratlarında yağmur altında dans ettiğimizi.
Düşün, senden ve benden başka kimsenin olmadığı bir Dünya'da umarsızca var olduğumuzu.
Hisset, bedenlerimizin birbirine çarparak yarını düşünmeden seviştiğini.
Dularımız, yakarışlarımız, ah o hormonlarımıza ve nefsimize yenik düşüp de yaptıklarımız, ya şarkılarımız ?
Unut hepsini ve kendini sonsuza kadar uzak tut varlığımdan.
Ben var oldukça kendini uzaklaştır benden ve bunu seni bana özletmeden yap ki ben de var olabileyim sanki sen hiç yokmuşcasına...
onun için uyanırken , onsuz uyuyorum. onun için yaşadığımı da biliyorum ama bir o eksik yaşantımda. sorular bitmiyor , savaşım bitmiyor. bir ergenlik tribi olması için edilen dualar , ergenlik bitiyor koca adam olunuyor ama bu trip bitmiyor. o gelmeden gidemiyorum , yerimde sayıyorum yıllardır. nasıl bir eksiklikse bu lanet olsun o halde. ona da yapacağı işe de. telefon her çaldığında titreyen yürek , ta ki ekranda yazan ismi görünceye dek. aramıyor da pezevenk. ben de baba olduğumda böyle yapsam diye düşündüğümde doluyorsa gözlerim , senin evladın değilim demek. sen gelme , ben gitmiyorum.
kullanıcı arkadaşalarımızın yazdığı 'deneme amaçalı' yazılar silsilesi. hikaye olur fıkra olu herşeyin denemesi olur. *? **
se
see a
pıh pıh
tıh tıh
se a 1 2
1 2 3 deneme
(bkz: mikrofon denemesi)
Güzel bir pazar sabahıydı. Sigaramı geleceğe doğru üflerken düşünüyordum gene. Aklım anne ve babamdaydı.
Keşke yıllar öncesine gidebilseydim de onlara o adam yanlış adam, o kadın yanlış kadın diyebilseydim.
ikisi de birbirlerini mutsuz etmekten başka bir şey yapmıyor, yıllarca kavga ettiler hala devam ediyorlar üstelik bu aptal kavgalara devam ederken umarsızca yıprattıkları ve değiştirdikleri 'ben'i bir kere bile fark edemediler.
Aslında bütün hayatımı onlara armağan ediyorum. Şizofren damgası yememi, kah ağlamalarımı, kah gülmelerimi ve bütün psikolojik problemlerimi.
Bana olumsuzluklar dışında bir şey katmadılar. Belki büyüttüler belki yedirip içirdiler fakat her gün farklı bahaneler ile kendi hayatlarına sıçtıkları gibi benimkini de mahvettiler. Tanrı şahidim olsun onları asla affetmem. Kaçış isteklerim, bitmeyen arayışlarım hepsi o bitmek bilmeyen kavgalar yüzünden.
Daha altı yaşında çocukken kahvaltıda ağzımdan ballar damlıyordu ağlıyor, bağırıyordum artık yeter kavga etmeyin diye!
Kavgalarında hakem oldum hep. Oysa hangisinin haklı olduğunun önemi yoktu. ikisi de katildi. Körpe bir zihne tecavüzden ötürü asırlarca yanacaklardı.
Görüyor musunuz yaşıma rağmen parmaklarımın arasında tuttuğum sigarayı?
Bütün olumsuzluklarımı size yüklemem etik değil de sizin var olmasına neden olduğunuz bir canlıyı öldürmeniz mi etik ?
ilerde bir gün çocuklarınız olursa onların önünde eşinizle kavga etmeyeceğinize söz verememek çok acı bir şey. içime işledikleri şiddet duygusu, tatminsizlik, huzursuzluk apayrı bir his.
Onlar birbirleriyle kavga ederken ben de kendimle kavga ediyordum ve onların aksine benliğimle girdiğim bu çatışmayı belki bir kavgaya daha sebep olur diye onlara hiç yansıtmamaya çalışırdım.
Artık eskisi kadar umrumda değiller çünkü kavgaya başladıkları vakit başımı alıp uzaklaşabiliyorum gürültülerinden fakat ben daha çocukken yıprattıkları psikolojimden uzaklaşamıyorum.
Güzel bir pazar sabahı sigaramı bile mahvetmişlerdi. Gene aklımdalardı ve acı olan benden önce öldükleri takdirde benim de yanlarına gidecek olmamın bilincinde olmamdı. Her şeye rağmen onları sevmem idi...
ben büyümek kelimesinin anlamını 13 yaşında, yatılı okul köşelerinde öğrendim. çocuk kalmak zordur o soğuk yatakhanelerden, kalabalık yemekhanelere inerken umutsuzca. ama ben içimdeki çocuğun büyümesini elimden geldiği kadar geciktirdim.
çok farklı evrelerden geçirdi dünya beni, pes edip büyümeyi kabullenmem için. kimi zaman, ben ölümden korktum; kimi zaman ölüm benden korktu. öyle zamanlar geldi ki uçurumdan kendimi atmamak için sebep bulamaz oldum, öyle zamanlar da geldi ki sımsıkı tuttum hayatın elini; hiç bırakmak istememişçesine.
aslında çok da fazla zaman geçmedi ben bu savaşa başlayalı. yani 14 kasım 1990'da ağlayarak ilk silahımı öğrendiğimden bu yanı alt tarafı 18 sene geçmiş. ama dünya, bu 18 seneyi içimdeki çocuk için çok gördü belki. durmadan savaştı, yorulmadan, tükenmeden. çok hayal kurdum, bazılarını daha tamamlanmadan kefene sardım kendi ellerimle. çok rüya gördüm, kabuslarımın yanında bir hiç kaldılar bazen. çok dala tutundum, daha ben tutunmadan kırıldı hepsi. ama en güçlü fırtınaya karşı bile usanmadan kanat çırpmaya devam ettim.
en karanlık anda bile gülümsemeyi becerebilim ben.
çok kişi gördü sessizce ağlarken beni, ama hiçbiri somradı gözyaşlarımın sebebini. soranlar da gülüp geçti belki zaman geldiğinde. gülüp geçenler de gün gelince pişman oldu, yüzsüzce geri döndü bazen. dost diyecek çok az kişi buldum, ama yetinmeyi bildim o bulduğum öz dostlarla.
ama ne zaman anladım ki, doğruları doğru yapan aslında sadece yanlışlarmış; o zaman anladım ki büyüme vaktim gelmiş artık. zaten 18 sene ne verdi ki bana çocukluğum. belki de pes etme vakti çoktan gelmiştir.
18. kata 3 basamak kala, çocukluğuma elveda....
sürgün bir hayat yasıyorum
dermanımı buralarda arıyorum
benim derdim sende
dermanım sende
panzehir sensin
beni zehirleyen sendin
yasamak zor
caresizlik ölüm
yasıyorum caresiz
ölmek istiyorum cilesiz
gözlerimi kapayınca her sey bitecekmi
bütün acılar sona erecekmi
bilmiyorum ölüm
bilmiyorum senmisin benim dermanım
bilmiyorum senimi özledim
bazen düsünüyorum
evet bazen düsünüyorum
seni düsünüyorum ölüm
nasıl sefkatli oldugunu
ne kadar adaletli oldugunu düsünüyorum
iyiki varsın ölüm
ya olmasaydın düsünüyorum
ya olmasaydın bu dünya cekilirmiydi
yasamanın bir anlamı kalırmıydı senin olmadıgında
doğmanın güzelliği ölüm degilmidir
yeni dogan cocuk dogdugunda neden aglayarak dogar
ölürken neden suskundur
acaba dogduguna üzülüp öldügüne sevindiği icinmi
ölüm cok adilsin
ve iyiki varsın....