Bir kız öğrencisiyle girdiği ilişki sonucu okulundan ayrılmak zorunda kalan Profesör Lurie'nin olduğu kadar apartheid sonrası Güney Afrika'nın da öyküsünün anlatıldığı J.M. Coetzee'nin yazdığı eser.1999 yılında Booker Roman ödülü ve ingiliz Uluslar Topluluğu Edebiyat Ödülü kazanan eserde, Coetzee okura yumuşak değil, sert bir öykü anlatır. ingilizceden ilknur Özdemir tarafından çevrilmiş ve Can Yayınları'dan çıkmıştır.
bir kiz babasi olan, elli iki yasindaki saygın Profesör Lurie, Bir kiz ögrencisiyle girdigi iliski sonucu okulundan ayrilmak zorunda kalır ve akabinde olaylar gelişir.
a.ömer türkeş'in* birgün'de hrant dink'in ölüm yıldönümünde yayınlanan yazısı. üzerinden bir aydan fazla zaman geçtikten sonra link verme arzusu duyma sebebim türkeş'in gazetede çıkan ilk ve şimdilik tek yazısı oluşu. (birgun kitap yazıları hariç gazetenin kendisini kastediyorum) http://www.birgun.net/bolum-73-yazar-161.html
bünyede fazla görüldüğü takdirde problem yaratan, lakin bunun yanında az bulunması ile birlikte ayrı bir zarar unsuru olan duygu. aslında bir tür karakter özelliği olarakta ele alınabilir. çok fazla utangaç insanlar genelde kendilerini ifade edemeyen birileri olarak görülürken, utanma duygusundan zerre bulundurmayan insanlarda elbette mevcuttur. biz bunlara kısaca ar damari çatlamış diyoruz, o ayrı.
..duyulması bir gereklilik sorunuysa eğer, duyan ve duyduran* arasındaki o konveks dörtgenin köşelerinde yerdeğiştiren kör ebenin gözlerindeki, duyanı hiçleştirmek adına, ama sadece kendi sanrılarının bataklığından beslediği bir "madem öyle" küf'rüne an be an sildiği mendil.. ama kendindeki kiri azaltmak değil niyeti, mendilde iz bıraksın diye olan yiten..
bir ülke için, bilim adamlarının darbe için yırtınarak çalışmaları,örümcek beyinli diye niteledikleri insanların okuma haklarını ellerinden alacak kadar örümcek beyinli olmaları,bilim üretmek yerine ondan daha kolay olduğu için siyaset yapmaları ama onu da yüzlerine bulaştıracak kadar gözlerinin dönmüş olması..
2008 yılı iran yapımı, orjinal ismi "Buddha Collapsed out of Shame" olan müthiş film. iranlı yönetmen Hana Makhmalbaf'ın ilk uzun metraj filmi olan Utanç, Afganistan'da Taliban tarafından binbeşyüz yıllık dev Buddha heykellerinin yıkıldığı bölgede, sefalet içinde mağarada yaşayan Bektay adlı küçük bir kızın, yalnızca okula gidebilmek için bir gün içinde yaşadığı traji-komik badireleri anlatıyor. Sadece bir defter alabilmek için saatlerce çarşıda yumurta satmaya çalışan Bektay'ın önündeki tek engel yoksulluk ve sefalet değil, aynı zamanda Amerikan casusu ve putperest olarak mimledikleri başka çocukları taşlama oyunlarıyla büyüyen, minik Talibancılardır. Güle ağlaya izlenecek, son derece amatör koşullarda çekilmiş, gerilim dozu da olan, çok derin ve kalp sızlatan bir film.
Soğuk bir tül örtüyorlar yüzümüze,
Sanki ölmek için beyaz bir uykusuzluk;
Belki utanmasak bizi bırakacaklar,
Terliyoruz, tırnaklarımdan damlıyor kan
Onun üstüne,
Soğuk bir tül örtüyorlar üstümüze.
Hangi odaya saklansak şimdi onlar,
Hangi sokaklara çıksak ölüm;
Girildikçe biten sevişmemiz onlar yüzünden,
Ne zaman boynuna uzansam ölüm kokuyor
Yalnızlıktan, o yalnızlık,
Kelimesi artık şiirde unutulan.
bende biraz farklı işleyen duygu. başkasının rezil olmasına ya da utanç duyacak bir konuma düşmesine bile tahammül edemiyorum. böyle kitaplarda filmlerde olur ya, karşındakinin duygusunu aynen yaşarsın. biri utandığı zaman bende de o oluyor, onun düştüğü durum için ben utanıyorum. tv de falan bu tarz bir durum olduğunda da aynı, o kadar ki kanalı değiştiriyorum, sahne bittiğinde geri dönüyorum. ne kötü duygu be bu.