Ve biliyorsun, ben de unutamayacağım,
Eskimeyecek içimde sana ait ne varsa
Şöhretmiş, servetmiş herşey geçiyor, inan
Dostluklar ve sevgiler kalıyor, kalırsa.
Sen benim gökyüzümdün, denizim, toprağımdın,
Şimdi bir hatıra olamazsın belirsiz, uzak
Biliyorsun bazı şeyler vardır elimizde olmayan
işte öyle imkansız birşey seni unutmak.
Zannetme ki herşey bitti sevdiğim;
Birgün yeşerecek şu sararmış yapraklar.
Ve bundan sonra kim severse dünyada;
Seni ve beni hatırlayacaklar.
Ayhan Sonyürek'in yönettiği ve Altan Erkekli, Göksel Arsoy, Nevra Serezli ile Bahri Beyat'ın oynadığı;Unutulmayanlar;, Kenda Film dağıtımıyla Akademi Prodüksiyon tarafından gösterime sokuldu.
Yönetmen Sonyürek, ilk sinema filminde, özdeşleşme sinemasının anlatı öğelerini kullanıp ;Yeşilçam Sineması;na şapka çıkarmayı amaçlamış. Film; hem biçimsel, hem de içerik olarak;Bir Yeşilçam Filmi.
FiLMiN ÖYKÜSÜ
Eski Yeşilçam yönetmeni Aziz, aşık olduğu kadının; Leyla'nın seks filminde oynamasıyla yıkılıp istanbul'u terk etmiştir. inatçı adam, 30 yıl sonra varını yoğunu satıp koltuğunun altındaki senaryoyu filme çekmek üzere istanbul'a döner.
istanbul'a gelir gelmez Aziz'in ilk işi eski dostları bulmak olur. Yaşlı ekip elemanları bu fikirle birlikte heyecanlanırlar ama hiçbiri Aziz'in bıraktığı yerde, bıraktığı gibi değildir. Köprünün altından çok sular akmıştır. Hemen hepsi sinemadan uzaklaşmış, başka işler yapmaktadır.
Aziz'in kararlı tavrı, yaşlı ekibi, filmi çekebileceklerine inandırır. Arkadaşları, Aziz'in bu senaryoyu zamanında Leyla için yazdığını bilirler, onu oynatmayı önerirler. Aziz şiddetle reddeder. Arkadaşları anlar ki; yaralar halen tazedir; Aziz Leyla';yı içinden söküp atamamıştır. Belli ki Aziz ve Leyla'yı zorlu hesaplaşmalar bekliyordur...
FiLMDEN NOTLAR...
Ayhan Sonyürek hem okullu hem de alaylıdır; Yeşilçam kökenli birçok yönetmen, senarist ve oyuncuyla çalışma imkanı bulmuştur. Bu dönemde yaşadıkları, dinledikleri Unutulmayanlar filminin hikayesini oluşturmaya katkıda bulunmuştur.
Filmde Eski Yeşilçamı anımsatacak olan bir özellik de 35 sene öncesinin çekim malzemelerinin kullanılması Lamba, kamera ve tahta şaryo, vs...
Lambalar Yeşilçam'ın emektarlarından ışık yönetmeni Kenan Eryılmaz ve Tem Stüdyolarından, tahta şaryo yine Yeşilçam'ın emektar set amiri Sonay Kanattan, eski kamera Tem Stüdyolarından, tahta kamera sehpası ise Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nden temin edildi.
Nevra Serezli'nin 22 yıl aradan sonra oynadığı ilk film olan Unutulmayanlar onun için büyük önem taşıyor. Sanatçı, Leyla karakterini çok sevdiğini, bu rolün kendisine melekler tarafından omzuna kondurulmuş bir şans olduğuna inandığını söylüyor. Nevra Serezli 22 yıllık arayı Hiç teklif gelmedi şeklinde açıklıyor.
Göksel Arsoy da 17 yıl aradan sonra Unutulmayanlar ile film setlerine dönüş yaptı.
Filmin içinde çekilen filmin adı ;Kan Kardeşler
Cezmi Baskın canlandırdığı klarnet üstadı rolü için filmin müziklerini de yapan Erdal Güney'den dersler aldı. Çekimler süresince Erdal Güney, klarneti doğru kullanmada usta oyuncuya eşlik etti.
24 bin metre film harcandı. Filmde 120 kişilik teknik ekip çalıştı.
Filmde 500 kişilik figürasyon ekibi yer aldı.
Filmin Künyesi
Yönetmen / Senaryo: Ayhan Sonyürek
Yapımcı: Akademi Prodüksiyon (Kemal Öner - Mete Şener)
Görüntü Yönetmeni: Mete Şener / Mehmet Y. Zengin
Film Müziği: Erdal Güney - Hilmi Yarayıcı
Sanat Yönetmeni: Gürel Yontan
Genel Koordinatör: Deniz Yılmaz Sonyürek
Ses: Mehmet Kılıçel - Select
Işık: Feramuz Tuna - STM
Kurgu: Ozan Demir - Akademi
Laboratuar: Fono
Dağıtım: Kenda
Türü: Dram - Komedi
Süre: 120 dakika
Çekim Yerleri: Düzce-Gölyaka ve istanbul
Çekim Süresi: 5 hafta
maç ba$layalı 15 dakikadan fazla olsa da yine de izlemek için her zaman tercih ettiğim mekana doğru gidiyorum. evin arkasındaki patikadan yürümekten haz aldığım için yolu biraz daha uzatıyorum. kap$onumu kafama geçirip ellerimi kap$onlumun ceplerine sokarak yürüyorum. her zaman arka bahçesinde içtiğim okulun önünden geçerken $imdi olsa bir sigara yakmak isterdim fakat o zamanlar sigara kullanmadığım ve iyi bir sigara kar$ıtı olduğumdan kelli yakamıyorum.
mekana geldiğimde maçın ilk yarısının bitmesine 15 dakika var. içeriye $öyle bir göz atıyorum. oturacak hiç yer yok. ayakta müthi$ bir kalabalık. bulunduğum yerden koskoca ekrandaki skoru ancak görebiliyorum. birileri gol atmı$, sanırım fener; $u an hiç hatırlamıyorum..
mekandaki yer sıkıntısı, yoğun sigara dumanı ve yalnız maç izleyip sağda solda bağrı$arak küfreden yabancı insanlar canımı sıkmaya yetiyor. mekandan çıkıp ellerimi tekrar cebime sokuyorum. bu hareketim 'ne bok yesem $imdi ?' anlamına geliyor. yan dükkanda konu$lanan internet cafeye gitmek geliyor aklıma. $öyle bir bakıyorum, bir tek yer bile yok. çaresiz, i$hanının üst katına çıkıp arada bir uğrayıp muhabbet ettiğim dvd'ciye yöneliyorum. biraz dvd'lere göz gezdirip 'yeni filmler geldi mi ?' diye soruyorum. korku filmi reyonuna hiçbir yeni film eklenmediğini farkedince dvd'ci 'bak sen $u filmi mutlaka seversin' diyerek bir film uzatıyor. 'izledim bunu' diyorum. 'hadi hayırlı i$ler' deyip çıkıyorum. bu çıkı$ hayatımdaki 'bir yerden çıkı$'ların en önemlilerinden biri aslında. henüz bunu bilmiyorum..
i$ hanının bu kısmındaki kö$ede bir internet cafe daha var, çoğunlukla gözümden kaçan. 'o internet cafeye de bir bakayım, bo$ yer varsa biraz #placebo kanalına girip bleach'e kız taklidi yaparım eheh' diyorum. gittiğimde cafeden çok bir 'ev ortamı' var kar$ımda. ben bo$ yer bulamamaktan korkarken tek bir mü$terinin dahi olmadığından habersizim. cafe sahibi ana makinada oturmu$, bir yandan televizyon seyrediyor. küçük ama ferah bir cafe burası. lo$ ı$ıkları var. çok sevimli bir yer. tam bana göre..
içeri girip 'selamun aleyküm' dedikten sonra 'aleyküm selam, ho$geldiniz' cevabını alınca gözüme kestirdiğim bir masaya geçiyorum. bu selamla$tığım ki$inin ilker abi olduğundan ve önümüzdeki bir kaç sene boyunca o gözüme kestirdiğim masada oturacağımdan o an hiç haberim yok.
bir süre internette takıldıktan sonra cafeye bir bayan geliyor. sarı$ın, zayıf, alımlı bir bayan. 30-32 ya$ları arasında. cafe sahibinin karısı olduğunu anlıyorum çok geçmeden. bir süre sonra da ilker abiyle hiç mutlu olmayıp, istemediği bir evliliği sürdürdüğünü..
bu kadın sibel abla. sibel abla almanya'da doğup büyümü$. seneler önce, muhtemelen ben daha bir kaç ya$ındayken, ailesiyle türkiye'ye geldikleri bir yaz ilker abiyle tanı$mı$. klasik türk garson-turist kız muhabbeti. aradaki tek fark sibel ablanın türk olması. sibel abla 2 çocuk annesi. çocuklarından büyüğü benden 5 ya$, diğeri 8 ya$ küçük. ben kaç ya$ında mıyım ? 18.
her neyse, gel zaman git zaman, o fenerbahçe - galatasaray maçının üzerinden 1 sene falan geçiyor. bizim cafede artık müdavim olduğumdan ilker abi ve sibel ablayla artık baya samimiyiz. gündüz ilker abi i$te olduğu için cafede duran sibel abla i$i olduğunda cafeyi rahatlıkla bana bırakabiliyor.
bu arada ben müzikle ilgileniyorum. müzik grubum falan var. $arkılar kaydedip müzik stüdyolarında provalar alıyoruz. bir takım etkinliklerin organizatörleriyle temasa geçip sürekli konser verebilmek için çabalıyoruz. aslında o ilk kayıtlarımızı falan hatırlıyorumda, çok ama çok boktanız. ama çevreden birileri gaz verdikçe kendimizi fasulyeden sayıyoruz. besteler biraz daha iyile$ip, cover parçaları daha idmanlı çalıyor olsak da artık yine de bir yerde sıçıyoruz: 18 ya$ sorunu.. basçımız 18 ya$ından küçük. bu yüzden her ne halta giri$sek götümüzde patlıyor, ba$ladığımız yere geri dönüyoruz..
ben bitirmi$ken, sibel ablanın büyük oğlu ergenlik evresinde daha çok yeni. bu yüzden benim hayatımı görüp beni misâl olarak belliyor ve bana özeniyor. sürekli gitarımı istiyor, ailesine gitar aldırabilmek için canını di$ine takıyor ve sonunda da ba$arıyor.
cafenin hayatıma girmesinden 1 sene sonra yaz geldiğinde sibel abla almanya'daki ailesini ziyaret etmek istiyor ve almanya yolunu tutuyor. cafe bir kaç hafta bana kalıyor. ilk haftanın sonunda cafenin telefonu çalıyor. arayan sibel abla. havadan sudan konu$uyoruz. nasıl olduğunu, vaktini nasıl geçirdiğini soruyorum. o da beni, cafede i$lerin nasıl gittiğini soruyor. 'her zamanki gibi boktan' diyorum. gülüyor. bende gülüyorum. ikimizde bir kaç saniye senkronizasyon kaybıyla 'çok özledim seni' deyip bu beklenmedik konu$mayı noktalıyoruz. insan birine kar$ı olan duygularını ondan ayrı kalınca farkediyor. sanırım telefonu kapattıktan sonra ikimizde aklımızdan bunu geçiriyoruz..
derken sibel abla dönüyor. döndüğündeki mutluluğumun tarifi yok. onunda sevinci gözlerinden okunuyor. artık ona kar$ı daha rahat değilim. ama samimiyetimize bir gölge dü$ürmüyorum elbette. bunun sadece abla-karde$ sevgisi olduğundan ba$ka bir $ey getirmiyorum aklıma.
bu arada ilker abi nerde diye soranlar varsa, ilker abi sabah 9 ak$am 5 asıl i$inde çalı$ıyor. ilker abi demi$ken, ilker abi sert mizaçlı ama özünde iyi bir adam. gözüme batan en büyük hatalarından biri sibel ablayı fazla seviyor olması. bu sevgi öyle bir sevgi ki bu sevgiyi ya$atmak için sibel ablayı bile kar$ısına alabilir. bundan 3-4 ay evvel, sibel abla ve onun arkada$larıyla gittiğimiz konserden sonra sibel ablayı evden çıkamayacak hale getirmi$ olması ise benim ona kar$ı olan duygularımı da deği$tiriyor elbet. yinede nötr gibiyim ama. nefret duymuyorum..
o döndükten kısa bir süre sonra bir sabah kahvaltı için poğaça, börek gibi bir takım nevaleyi kapıp cafeye gidiyorum. çayı demlemi$ beni bekliyor. kahvaltımızı yapıyoruz. sonra ben internette gezinmek için gidip masaya oturuyorum. o da yanıma geliyor. bu arada ben artık sigara içen bir insanım. hem müzik hem de bu cafenin sigaralı ortamı beni bozuyor. sigaralarımızı içerken bir yandan muhabbet ediyoruz. $akala$ıp gülü$üyoruz. ama ben bir anda buz kesiliyorum zira sibel ablanın sol eli benim t-shirt'ümün altından belime ve hatta kalçalarıma kayıyor. panikle 'sibel abla !?' diyorum. bana $uh bakı$larla gülümsüyor. ama ben korku ve panik içindeyim. 'sibel abla bu yaptığın hiç doğru değil' diyorum. suratındaki gülümseme kayboluyor. yerine dünyanın en somurtkan ifadesi geliyor. bir hı$ımla sandalyesinden kalkıp mutfağa giriyor. saatlerce mutfaktan çıkmıyor. mutfaktan çıktığında mutfak tanınmaz bir halde, 2 yıllık temizliği yapılmı$ durumda. bu arada ben ne yapacağımı bilemiyorum. kalkıp gitmemi$tim ve dü$üncelerimi toparlayıp ona kar$ı olan duygularımda kendime dürüst olmamda karar kılmı$tım. kararımı da vermi$tim: yaptığı davranı$ın ne anlama geldiğinden emin olup hislerinin üzerine gideceğim.
ak$am üstü sibel abla, ben ve onun bir arkada$ı oturmu$ kahvelerimizi içiyoruz. arkada$ı güya iskambil kağıtlarından fal bakıyor. sibel ablaya 'bir dilek tut' diyor. sibel abla 'tuttum' diyor. bense 'ne dilek tuttuğunu biliyorum' diyorum. 'ne tuttum o zaman söyle' diyor. 'bak n'apalım biliyo musun ? sen bir kağıda ne dilek tuttuğunu yaz, ben de ba$ka bir kağıda yazayım, sonra onları birbirimize verelim' diyorum. kabul ediyor. küçük bir kağıda ne dilek tuttuğunu yazıp bana veriyor. bende yazıyormu$ gibi yapıp ona bo$ kağıt veriyorum. o kağıdı açıp bana 'pisliksin' derken ben onun kağıdında 'birisinin beni öpmesini diledim' yazdığını görüyorum. bu sırada arkada$ı olanlardan habersiz, ne olduğuna anlam veremeden bir ona bir bana bakıyor. mü$terilerden biri kahve isteyince sibel abla kalkıp mutfağa gidiyor. yazdığı kağıdı cebime koyup ardından bende gidiyorum. ilker abinin eli kulağında, i$ten çıkıp gelmek üzere. mutfağa giriyorum. arkası bana dönük, bankonun önünde kahveyi hazırlıyor. 'bana baksana' diyorum. kuvvetle muhtemel, o anki kalp atı$larımızı ve heyecanımızı ölçebilsek evrende büyük bir kara delik olu$abilir. sibel abla bana doğru dönüyor. belinden kavrayıp kendime çekiyorum. dudaklarımı dudaklarına değdirdiğim andan itibaren sibel abla artık 'sevgilim' oluyor..
ilker abiden ve her $ey gözlerinin önünde de gerçekle$se hiçbir $eyi çakmayan çocuklardan habersiz, uzatmalı olarak bir kaç sene beraber oluyoruz. benim ve özellikle onun evinde sayısız kez a$k yapıyoruz. bunlardan bir çoğunda, deli cesaretiyle, ilker abinin eve gelme saatinde bile hâlâ yatakta olduğumuz oluyor. $ans bu ya, hiç yakalanmıyoruz. gerçekten, hakkıyla, dolu dolu bir a$k ya$ıyoruz..
sibel abla ile olan ili$kim boyunca beni en çok dü$ündüren nokta çocukların durumu. o zamanlar, pe$imde sürekli 'abi..' diye deli divane olan iki çocuk için gerçekten suçluluk duymu$tum. fakat ilker abiyle evli olmak sibel abla için büyük bir azapken sırf benim onunla birlikte olmam onu 'mutlu' kılıyordu. bende onunla hayatımdaki en mutlu zamanları geçirdiğimden, aslında bence olay suçluluk duyup duymamak yahut bunun ahlâki boyutundan öte bir yerde; problem böylesine çarpık bir genel algıda. bu yüzden, 'gene olsa gene yaparım'.