Bir sorun teşkil etmez, hatta rahatlatır bazen.
Unutamamaktır asıl koyan. Daha da kötüsü hatırlamaktır her an.
işin aslı cesaret gerektirir biraz, çünkü unutulmadığını anladığın zaman, hazmetmek zorundasın iz bırakanların asla unutulmayacağını. Yokluğunu kabullenmektir olması gereken biraz lluvia'nın dediği gibi. çünkü mevzu unutmak oldu mu iki durum vardır sadece; ya alışır ve yaşamaya devam edersin, ya da alışamaz ve edemezsin. Ne kadar zaman alırsa alışmak, acısı da o kadar iz bırakır elbet. Sabreder alışırsın, ya da sabretmez alışırsın. Ancak tatlıdır artık sonunda sana kalan bu acı. Unutulmayacağını anlamış, hazmetmiş ve alışmış olursun sonunda. Unutmak için çıktığın yolda buraya varırsın. Galiba geldiğin yerin adı mazi, elinde kalanın adı hatıra, baktığın yerin adı umut' tur artık.
Bunların toplamına da hayat diyor çoğu mantık.
Gidişinin üzerinden kaç mevsim geçti, inan hatırlamıyorum. Kendimi yokluğunda kaybedeli bir ömür olmuş gibi oysa. Ne baharın kokusu, ne yazın güneşi ne de kışın ayazı anlam bulamamış yokluğunda. Sen yokken yüreğim hep ekvator iklimlerindeymiş. Ne kuzey, ne güney... Tüm dünyanın ortasında koskacaman bir yoklukmuşum.
Sensizken hiçliğimi unutabilmek için kaç iklime vurdum kendimi bir bilsen. Nasılda yaktı tenimi bilmediğim yerler, tanımadığım insanlar. Hiçliğimi unutabilmek için, hiç acımadan kendime, kurtlar sofrasının ortasına öylece bırakıverdim kendimi. Alkol kokusuna ve yalanlara bulanmış gecelerde sırf seni unutabilmek için kendimi oradan oraya vurdum. içtikçe kayboldum... Yokluğunu silmeye çalıştıkça hayattan daha çok silindim. Sen gittikten sonra hayatın kara deliklerinde kayboldum. Kendimi mahvettim... Ama seni unutamadım...
Şimdi o beni yok eden sahte hayatlardan da çektim elimi ayağımı. Sen giderken, kalbimi kaybetmiştim; o gecelere de, ruhumu, onurumu, gururumu ben kurban ettim. Şimdi varlığım koskocaman bir hiçlik. Hayatın karşısında o kadar çaresiz ve yüzsüzüm ki; yaşama sarılamayacak kadar utanıyorum artık.
içtiğim her kadehte beni bu acımasız hayatın ortasında yapayalnız bıraktığın için sana lanet edesim geliyor. Ama kıyamıyorum... Senin tüm acımasızlığına, tüm vurdumduymazlığına karşın ben hala sana kıyamıyorum. Sonra sarhoşluğu kendime zırh edinip o gözüyaşlı telefonları ediyorum sana. Sana yalan söylüyorum her bir harfimde... “Bitti” derken “ne olur beni bırakma” diye çılgınca bağırıyor içimdeki sessiz çığlıklarım. Sen duymuyorsun. Sen gelmiyorsun. Sen artık beni sevmiyorsun. Ağlıyorum...
yeni bir şeylerin başlamısı için gerekli olan hadise. birinden nefret ediyorsan o kişiyi hala unutamamışın demektir. ne zamanki malum şahıs hakkında tepki vermez herhangi bir his yaşamazsan o zaman unutmuşsun demektir.
Birini unutmak bir paradokstur. Çünkü onu unuttum demek için bile önce onu yeniden hatırlaman gerekir. gerçekten aklına ve hislerine gelmiyorsa unutmuş oluyorsun.
ne kadar da kırılmış ve ne kadar hüzünlü bir kelimeydi yokluğun. tarifini beceremediğim renkler gibi. içimi kıpır kıpır eden, biraz garibime giden, bolca sevdiğim o cümlelerin gibi.
senin ünlemelerin, benim sigaram.
ne olurdu bir yudum daha alsaydım gözlerinin ferinden? kaçıp gittiğin o şiirden, hiç mi gelmez şimdi seslerim dudaklarına? hiç mi üşümez ellerin? hiç mi gülmez yüzün artık?
tırnaklarını yiyen bir çocuğun umursamazlığı gibi, ben de bıraktım gitti hayatı, önümde uzanıp akan bir nehir gibi. gelişine yaşamak bu olsa gerek. tadı kekremsi. oysa ne çok severdim karmaşıklığını, karışıklığını. sürekli dağınık, olabildiğince göz kamaştırıcı.
saplantılı bir hal aldıktan sonra sevgi denilen şey, bırakıp gitmek en doğru olanıydı.
hayır, en kolay olanıydı.
hangimizin cesareti vardı ki geride durup gözlerimizden çıkan şimşeklere tahammül etmeye? daha kaç tel saçımız beyazlayacaktı bir tek gülümseme ve mutlu an için? ikimizin seçimleri de aynıydı. ne bir eksik ne bir fazla. uğruna savaştığımız şeyin sonundaki halimizi gördükten sonra, ki bu en acı verici kısmıydı.
bırakıp gitmekti en doğru olanı.
kaçmaktı. savaşmamak, bol bol ağlamak ve bol bol boşluğa bakmaktı. artık düşünemeyen, tek derdi incitmek olan insanlardık. gözlerin/mdeki gülümseme tad vermiyordu.
aynı şarkıya saplanmak gibiydi seni sevmek. başka bir şey dinlemeye çalışmak, ama becerememek, mahkum olmak, bundan da zevk almak gibi. evin önüne 2-3 metre karın olması gibi. can sıkıcı, ama bir o kadar da güzel!
gittin. olanca acımasızlığınla.
insan bazen söylemek istediklerini söyleyemiyor. söylemek istemiyor ya da. bu da öyle bir şeydi. gitme diyemedim. belki senin gitmeni istedim. belki de hep söylediğim gibi damarlarımdaki bir zehirdin, arınamadığım kendi başıma. gittin ve ben tek başıma kaldım.ama kalan kişi yaşayanlar ülkesindedir. kalan kişi yaşayacaktır. kalan kişi unutarak yaşayacaktır.
unutmak kolay mı deme
unutursun mihribanım
oğlun kızın olsun hele
unutursun mihribanım
zaman erir kelep kelep
meyve dalında durmaz hep
unutturur birçok sebep
unutursun mihribanım
süt emerdin gündüz gece
unuttun ya büyüyünce
ha işte tıpkı öylece
unutursun mihribanım
gün geçer azalır sevgi
değişir herşeyin rengi
bugün değil yarın belki
unutursun mihribanım
düzen böyle bu gemide
eskiler yiter yenide
beni değil sen seni de
unutursun mihribanım
şarkısını aklıma getiren kelimedir unutmak.
acı ama gerçeğin adıdır unutmak.''beni değil sen seni de unutursun mihribanım'' ne kadar anlamlı ve ne kadar elemli değil mi?