uyandım yine bu sabah. televizyonu açtım her sabahki gibi... 30 saniye kadar kendime gelmeyi bekledim... sonra seni düşündüm. neydin ki sen? bilmiyorum... düşündüm bir şey... bilincimin ta en arkalarından bir düşünce gelip geçti. arkasından bin düşünce daha gelecek bir düşünce. ama herhangi bir düşünce olarak kaldı. bin tane olamadı...
uyandım. giyindim. saçlarımı taradım. aynaya baktım... baktım... gözlerime kilitlendi gözlerim. bu gözleri hatırlıyorum evet. bu gözler... benim gözlerim bunlar. ama bir sorun var. bu bakışlar benim değil... farklı bir şey var bu bakışlarda. bir düşünce geldi yine aklıma. neydi ki bakışlarımı bu kadar umutsuz, bu kadar amaçsız yapan şey... bin düşünce olmak üzereydi ki, çekildim aynanın önünden...
kapattım evin kapısını. binlerce defadır yaptığı o tık sesini çıkardı, hafiften yalama olmuş kapı kolu. apartmanın koridoruna çıkınca; "sallanıyor mu burası?" diye düşündüm. binlerce kez olduğu gibi. "çok da güzel bir sitede oturuyorum ya..." diye geçirdim içimden. asansörün düğmesine bastım. ne kadar da temizdi, ne kadar da modern... hakediyordum bu güzel yaşamı...
binlerce kez düşündüğüm şeyleri düşünürken, asansörün kapısı açıldı. binlerce kez olduğu gibi boştu yine... "hıh. kimseyle karşılaşmak istemiyorum zaten" diye düşündüm. eksi bir yazan düğmeye bastım. sonra asansörün içindeki aynaya baktım. istisnasız herkesin düşündüğü gibi ne kadar da hoş bir insan olduğumu düşündüm. sonra bunu zaten herkesin düşündüğü geldi aklıma. ama bende farklı bir şey vardı. neydi ki o farklı şey? bakışlarım mı? hayır hayır... yemyeşil gözlerimdi. başkalarınınki bu kadar güzel değildi. ama yine de çektim o güzel gözlerimi, o güzel gözlerimin aynadaki yansımasından. o güzel gözlerde rahatsız edici bir şey olduğundan değil... ya da bilmiyorum...
otopark katına inmiştim otuz saniye sonra. kontağı çıkarıp düğmesine bastım. binlerce kez yaptığım gibi. "bu yeni arabayı almam da iyi oldu, eskisini sevmiyordum zaten" diye düşündüm. çalıştırdım arabayı. on beş dakikalık yalnız bir yolculuktan keyiflisi de yoktu hani... altındaki güzel ve yeni bir arabanın kazandığı ivmenin sana verdiği tad... güzel bir müzik... açık bir trafik... binlerce kez olduğu gibi yine "ne güzel bugün de trafik yok" diye düşündüm... müziğin ritmiyle sallanmaya başladım. içerideki aynada gözlerim ilişti yine gözlerime... "seviyorum kendimi" dedim. ama çektim aynadan gözlerimi...
on beş dakikalık yolculuğun ardından ofisteydim artık. günün ilk konuşmasını sekreterime "günaydın" diyerek icra ettim. konuşmayı severdim nitekim. sosyal bir insandım. küçüklükten beri konuşmayı severdim. mesela öğle yemeği vaktinde yemek yiyen çalışma arkadaşlarıma "afiyet olsun" deyip hallerini hatırlarını sordum. bir kaç saat sonra çay esnasında, futboldan konuştuk mesela. akşam çıkarlarken "iyi akşamlar" dedim hepsine tek tek. haftada bir kez yapılan toplantılarda da en çok ben konuşurdum. binlerce kez konuşulan şeyleri, tekrar tekrar konuşurduk... konuşurdum... konuşurdun... ne? kim? nasıl yani? pardon ne diyordum? konuşurduk...
çok güzeldi hayatım yahu. ofisteki odamda otururken bunu düşünmeden edemiyordum. ülkenin büyük bölümüne göre çok şanslıydım. haber sitelerine girdiğimde daha iyi anlıyordum bunu. işsizlik, açlık, yoksulluk, cinayet... oysa ben ne huzurluydum? kendime ait büyüyen bir işim, iyi çalışanlarım, oturduğum nezih bir site, hiç trafiğin aksamadığı bir ulaşım yolum, bana hiç problem çıkarmayan arkadaşlarım vardı... iyi arabalar, iyi evler, iyi telefonlar, iyi arkadaşlar... 2-3 haftada bir güzel bir kızla sevişirdim mesela... etrafıma bakıp eli yüzü düzgün bir kız görünce şuurunu kaybeden erkeklere acıyarak, mutlu oldum yine... hayat ne güzeldi... pencereden dışarı baktım... havalar da güzeldi... pencerenin hemen yanındaki aynalı saate takıldı gözlerim. aynasında gözlerim, gözlerimi bulmuştu... ne güzel gözlerim vardı hem de... gözlerimin güzelliğine birincilik teli verilebilirdi... bu güzel gözler benimdi. evet çok tanıdıklar. her aynada aynı gözleri görmüştüm ömür boyu... bakışlar... ama bu bakışlar kimindi? ne bakışı? işime dönmeliyim.
***
ohh. evet. bugün de iş bitmişti. çıkıp biraz dolaşabilirdim. çok sosyal olduğum için, arkadaşlarımla da ilişkilerim çok iyiydi. binlerce seferdir, aynı insanlarla görüşüyordum. farklı insanlarla da görüşüyordum arada sırada. ama aynı insanlarla görüşmek iyidir. bu seferlik yine aynı insanlarla görüşeyim. bir yerlere gidelim...
şu köşedeki masada oturan mutlu çifte bak... oğlan lavuğun teki... kız da zaten kasıntı, tiki bir model... sıkılmıyorlar mı birbirlerinden acaba? binlerce kez aynı kadının suratına bakmak... ben çok çabuk sıkılan bir insanım. tek kadınla yapamam zaten... bir şeyi bırak binlerce defa, bir kaç kez yapsam sıkılırım. bir farklılık ararım... aynalar... her yanda aynalar var... ne güzel. hoş bir dizayn olmuş... ama gereksiz. bu kadar aynaya gerek yok. çok fazla bakmaya da gerek yok. ben benim işte. etraftakiler de etraftakiler...
koca bir gün daha bitti. ne de güzel bir gündü. binlerce güzel gün gibi... güzel işim, güzel evim, güzel arabam, güzel bilgisayarım, televizyonum, cep telefonum... her şey ne de güzel. iyi ki binlerce gündür benimle onlar... iyi ki binlerce gündür aynı hayatı yaşıyorum.
***
bilgisayarda her gün girdiğim güzel siteler. televizyonda binlerce gündür devam eden diziler. bütün belgesel kanalları açık ama. param var. imkanlarım var. bütün belgesellere anında ulaşabiliyorum. en sevdiklerime. uzay, kuantum, galaksiler, fizik... bayılırım bu belgesellere. bir korku filmi gibi benim için. bir yandan duyduğum inanılmaz öğrenme arzusu, bir yandan öğrendiğim şeylerin hoşuma gitmemesi... hep izlerim. ama bazen; evrenin çok büyük olduğunu, bizim de çok önemsiz yaratıklar olduğumuzu düşünmeye başlarım. işte o anda bir dizi açarım, rahatlarım... fazla kasmaya gerek yok değil mi... ne de olsa her şey bizim mutluluğumuz için. neyse. yavaş yavaş uyku moduna geçeyim. ama önce gidip dişlerimi fırçalayım.
diş macunu köpüğünün ağızdan taşmasıyla oluşan görüntüyü çok seviyorum. ağzımı açıp fırçayı ön dişlerimde uzun zaman gezdirmeyi. aynada bunu seyretmeyi... ayna... gözler. benim gözlerim. seviyorum gözlerimi. güzel şeylerin hepsini seviyorum. bakışlarımı bile... hayır! bu bakışları sevmiyorum. off ne sevmemesi ya. göz işte... düşünme bunları... yat uyu. yarın güzel, yeni bir gün beni bekliyor.
***
ama nedense uyuyamıyorum bu gece... her gece olan salak şeyler var kafamın içinde. ne olduklarını bilmiyorum. ama şimdiye uykuya dalmam lazımdı. umursamıyorum. kafama takmıyorum. ama bu gece olmuyor. arada sırada oluyordu böyle. ama bu gece...
saat kaç oldu ki? yine işe geç kalacağım... olsun. iş benim. kimseye hesap vermeyeceğim nasıl olsa. ne de güzel bir hayatım var. bu yıl kaç yüz bin dolar karla kapatırız acaba? vergisini de ayarlamak lazım. bir yana para atmak lazım. yıl sonunda hesapları kapatalım devletle. başımız belaya girmesin...
hadi uyusana artık... of. ben takıntısız bir insanım yahu. neden uyuyamıyorum? nedir ki beni uykusuz bırakan şey? hayatı hep pozitif yaşarım oysa... bu uykusuzluk da ne saçma...
artık keyfim kaçmaya başladı. kafamın içinde bana seslenen salak şey de ne ki? bir kelime... bir şey... bin şey... saçmalama! kafana takma. uyu...
bir kelime... bir nesne... saat kaç?
bir şey... bin şey... aha dalıyorum uykuya...
gidip elimi yüzümü mü yıkasam. böyle olmayacak. belki farklılık iyi gelir. yok aslında. yatınca uyumak lazım. saatlerdir uğraşıyoruz. baştan başlamayalım...
o sesi gelen ezan mı? oturduğum site de ne güzel ha. insanlardan uzak. kalabalıklardan. cinayetlerden. gürültüden... ezanı bile zor duyuyorum.
bir şey? nedir o? bir mi bin mi? komik. bir şeye dokununca, binlerce şey çıkacak gibi geliyor içinden...
güzel şeyler düşüneyim bari. nasıl da başarılı bir adamım be. herkesin istediği bir hayata sahibim. para, huzur, kariyer hepsi var...
artık canım sıkılmaya başladı. kafamın içinde bir nesne var. beni çağırıyor. kimsin, nesin sen? ne yapmam gerekiyor?
neyse gidip elimi yüzümü yıkayım. sonra gelir uykum. saçma sapan düşüncelerle kendi kendimizi boşa üzmenin anlamı yok...
soğuk su... bunu seviyorum. güzel musluklar... bu çamaşır makinesini de yeni aldım. süper bir şey. çok sessiz çalışıyor mesela. şu sensörlü sabunluk en sevdiğim ama, banyodaki eşyalardan... ayna da güzel... içindeki ben de güzelim... gözlerim de güzel... hayatın kendisi çok güzel... yok ayna pek güzel değil aslında. yok yok güzel. nedir güzel olmayan? gözler mi? ne var ki bu gözlerde? yeşil... kızlar hep sevmiştir...
gözlerim... ayna... ayna... bir şey... ayna...
aynayla ne alakası var ki? nedir aynadaki sorun? gece gece beni çağıran şey bu ayna mı? gözlerim mi? gözlerimdeki sorun ne? aynadaki sorun ne? ayna çağırıyor evet beni. ama gözlerimin bununla ilgisi ne? gözlerim hep aynı. bakışlarım da...
yok...
hayır hayır aynı...
belki de değil...
gözler aynı değil...
bakışlar aynı...
gözler aynı...
gözler aynı, bakışlar aynı değil...
of be. saçma sapan depresif düşünceler. rahat batıyor bana. komik... bakışlar neden aynı değil ki bu arada? bakışlar aynı lan! saçmalama.
yok değil galiba... ne biçim bakış lan bunlar? bunlar bir şeyin bakışları... neyin bakışları? bir şeyin... ölünün...
ölü müyüm ben? komik... sana bakmak isterdim sadece... ne? kime? kimle konuşuyorum lan ben? deliriyor muyum? sadece biraz iş stresi sanırım...
- ne kadar oldu acaba?
- neye ne kadar oldu?
- onu görmeyeli?
- kimi görmeyeli oğlum? hasta mısın sen?
güldüm hakikaten. komiklik olsun diye yapıyorum bence. ben mi delireceğim oğlum? delirecek son adam benim. mutluyum lan ben... aynayla konuşmam çocukluktan kalan bir fantazi olsa gerek...
- sussana iki dakika. söyle... kaç gün oldu?
- neden bahsettiğini bilmiyorum.
- onu görmeyeli kaç gün oldu?
- kimi?
- biliyorsun sen onu. yokla yüreğinin derinlerini...
- bilmiyorum. git başımdan... kaltak...
- kim kaltak?
- herkes. bütün kadınlar...
- şu terkettiğin kız da mı?
- çok kız terkettim ben... bilmiyorum hangisini söylediğini...
- biliyorsun. yokla yüreğinin derinlerini... kaç gün oldu?
- bir...
ne bir günü yahu... kimle konuşuyorum ben... dün bir kız görmedim ben... kendi kendime konuşup çıldırıyorum galiba...
- kimle konuştuğunu biliyorsun... ben senim. ölü olmayan sen...
- ne saçmalıyorsun be adam? sen aynadaki bir görüntüden ibaretsin... canlı olan benim...
- hayır sen ölüsün. ben senin canlı halinin aynadaki yansımasıyım... kaç gün oldu sen öleli?
- bir... pardon bin... ne bini lan? bin ne?
- onu terkettiğin gün sayısı... tam bininci gece bu gece...
- defol git lan!
bir aynayla konuşuyorum... deliriyorum. hangi kızı terkedeli bin gün oldu. bilmiyorum ne söylemek istediğini. bin gün boyunca bir kızı kafama takacak adam mıyım lan ben? liseli miyim?
- bin gün önce terketmiştin... yıllar boyunca ağlatmış, ezmiş, mahvetmiş ve bin gün önce terketmiştin. hatırlamaya çalışma... sadece yüreğinin derinliklerinden al çıkar... unutmadığın bir şeyi hatırlayamazsın...
kim lan bu konuşan? defol git bu banyodan. bu aynadan. çok fahişe terkettim ben... kadınlarla aram iyidir benim...
- neden yalnızsın o zaman...
- vaktim yok...
aynadaki benin ne dediğini anlamıyorum bence. garip konuşuyor. ben değil ki zaten o. yalan söylüyor. canlı benmiş. salak herif. canlı ben, benim lan. o kim ki...
- neden yalnızsın?
- yalnız kalmak istiyorum...
- neden?
neden olduğunu bilmiyorum sanırım. yani galiba... belki de biliyorum. bilmiyorum... bunları düşünmek zorunda mıyım? ben mutluyum. her insan hata yapar... hepsi geçmişte kaldı... kaldı mı?
ne diyor ki bu ayna bana? kafama takılan bir şey ne? bin şey... neden yalnızım? neden kadınları eskisi kadar sevmiyorum. bazen nefret mi ediyorum yoksa? yok yok. sevişebiliyorum...
seni kaç gündür görmedim ben? tam bin gün mü olmuş? ne de güzel günlerdi... sen de kim?
salaklaşma be... yaşandı bitti. geçmiş oğlum onlar. mutlu hayatını neden bozacaksın?
mutlu hayat... senin gözlerinden daha mutlu bir hayat var mıydı? sürekli ağlattığım gözlerinden? gözlerin...
bin gün mü oldu lan? komik... özledim mi acaba? iyi kızdı ya... olan oldu ama. boşver... ölenle ölünmez... ölmüş müdür ki? yok yok. bir şey olmamıştır... napıyorsun acaba şimdi? uyuyorsundur... ne de huzurlusundur... bensiz... ne güzel... terketmekle iyi yaptım. çok acı çektiriyordum. mutlu bir hayat kurması için yardımcı oldum... ben de mutlu oldum...
çok mutlu oldum... kesin o da mutludur. iyi bir işi, iyi bir sevgilisi vardır...
- hey aynadaki. sence sevgilisi var mıdır?
- neden sordun...
- öylesine mutlu olsun dedim...
- vardır...
- oh. ne güzel. mutludur kesin? mutlu mudur?
- mutludur...
- oh oh iyi. sevindim buna... ikimiz de mutlu olmuşuz...
- ...
- ...
- ...
- ne kadar mutludur?
- çok mutludur. ne de olsa bugün evliliğinin ilk gecesi.
- ?
...
...
...
bugün evlendi yani... ayna nereden bilecek ki? dur yahu. neredeydi şu telefon...
- aynadaki ben. burada bekle. geliyorum...
telefon neredeydi...
facebook...
aç aç çabuk ol...
arama...
yaz ismini çabuk ol...
kapatmış mı lan facebook hesabını? yok galiba...
bu da kim lan? şu foto? ama!
...
bu o... bu fazladan soyisim...
...
neyse salla... aynadaki adam orada mı acaba? azıcık konuşayım...
- hey ayna. burada mısın hala?
- evet buradayım...
- evlenmiş dediğin gibi...
- ne yapmayı planlıyorsun şimdi?
- ne anlamda?
- ölü olman anlamında...
- ölü ben değilim salak herif. ölü olan sensin. yani hayaller ölü olarak bile nitelenemez zaten...
- belki de haklısın. ben canlı veya ölü olmayabilirim... ama sen gerçekten yaşadın. ve öldün...
- defol git. gerzek hayal...
gideyim yatayım bari. ilginç bir deneyimdi... aynayla konuşmak... iş stresi olsa gerek...
yatmayayım... evlenmiş... biriyle evlenmiş... başka birinin... sağlık olsun...
ben unutmuştum zaten onu. baksana bin gün olmuş... bin gündür adını dahi hatırlamıyorum...
hatırlamıyor muyum? ya bin gündür o bakışlar... bin gündür her gece yatarken düşünmediğim şeyler... mutlu iki çift görünce duyduğum öfke... o çağrışımlar... o boğazıma saplanan, yutkunamadığım kütle...
ne yapabilirdim ki? "terkettim pişmanım mı?" diyecektim... düşünsem ne olacaktı?
- düşünmedin de ne oldu? geçti mi?
- sen defolup gitmedin mi hala?
- söylesene acılarından kaçarak, korkarak; kurtulabildin mi?
- kurtuldum...
evet kurtuldum. ondan ayrıldıktan sonra son derece düzenli bir hayatım oldu. işime odaklandım... kurtuldum...
kurtuldum mu? ne olabilir ki en fazla? belki bir süre, evlendiği aklıma gelince üzülürüm. ne olacak? tabi ki kurtuldum...
- hey gerçek ölü... neden winston içmiyorsun sen?
- ben nerdeyim sen nerdesin be abicim? hasta mısın?
- neden içmiyorsun?
- öksürtüyor...
- öksürtüyor mu? 3 yıl önce hep onu içerdin. şimdi kim tutsa öksürtüyor diyorsun...
- öksürtüyor çünkü aptal herif...
öksürtüyor winston beni... eskiden içebiliyordum, sonra birden öksürtmeye başladı...
- ikiniz de winston içerdiniz...
- kes sesini!
öksürtüyor... hakikaten öksürtüyor... hayır! öksürtmüyor... aynadaki salak haklı galiba... neden winston içmediğimi hiç sormadım kendime... öksürtmüyor. bunu ben uydurdum. neden uydurdum? bilmiyorum... neden uydurayım? öksürtmüştür bir defa?
- daha derinlere bak...
derinler... bakamam...
onu hatırlatıyordu... sanırım onu terkettikten sonra ne zaman winston içsem onu hatırlatıyordu... winston görmek bile onu hatırlatıyordu...
oradan kalma bir alışkanlık işte. ayrılık acısıyla olur... şimdi içsem içerim... ama alışkanlık olmuş. ne olmuş? olabilir...
- şimdi hatırlatmıyor mu?
hatırlatmıyor! hatırlatsa bin gündür nasıl bu kadar mutlu olabilirim?
- mutluymuş gibi yaparak...
- kes sesini artık! kes sesini! o fahişenin bir oyunu musun sen? hep benden intikam almak istedi zaten. kes sesini!
çalıştı... acı çekiyordu... acı çektiriyordum. istemeden yaptım evet. ama oldu. oldu bir kere... ben de üzüldüm...
yo üzülmedim. bir fahişe için neden üzüleyim ki? hayır fahişe değildi tamam. sevmişti beni... ama olmadı. sevemedim ben onu...
- o yüzden mi winston içmiyorsun?
- sokacam winstonuna. ne winstonmuş lan... bir winstondan amma hikaye yazdın...
bir winstondan... bin winstondan... onunla gittiğim hiç bir yere bir daha gitmeyişimden... onunlayken giydiğim bütün elbiseleri ne atabildim. ne de giyebildim bir daha... ofisimin çekmecesindeki çerçeveden fotoğrafını ne çıkartabildim, ne de bakabildim... 3 yıldır o çekmecede duruyor. hiç kıpırdamadan. ofisi taşıdık... ama onu hiç kimse oynatmadı... orda de mi hala? evet orada? bana ördüğü atkı da orada... hiç açılmayan üçüncü çekmecede... bana getirdiği saat. elleriyle yaptığı o b.ktan kuş maketi...
bir daha hiç yemediğim o soslu makarna. en sevdiğimdi... bana hep yapardı... sevmedim bi daha... bilmiyorum sormadım kendime... sevmedim... evet her karşıma çıkışında, her aklıma gelişinde onu hatırlattı. kaçtım... evet bütün eşyalar... onu hatırlattı. kaçtım... atamadım... vazgeçemedim... ama kullanamadım da... onu hatırlatan şeylerin, onu hatırlattığını bile düşünmedim...
gözleri... evet... kaçtım gözlerinden... bir yerde, bilgisayardaki bir dosyada fotoğrafını göreceğim diye ölümden korkar gibi korktum, farkında olmadan... "unut" diye öğrendiğim için hep... kardeşinin adını taşıyan arkadaşımla bile bir süredir görüşmüyorum... neden görüşmediğimi dahi bilmiyorum... onu hatırlattığını düşünmüyorum... ama onu hatırlatıyor...
bakışlarım... en çok da bakışlarım bana onu hatırlatıyor... sanki benim unuttuğum ne varsa, bakışlarıma yüklemiş gibiyim... umutsuz, sevinçsiz, hayalsiz bakışlar... hayal de kuramıyorum galiba ben bin gündür... evet... neden uyuyamadığımı buldum... tabi ki... ben yıllar önce uyurken hayaller kurardım. 3 yıldır hiç hayal kurmadım. hiç normal yaşantım dışında düşünmedim... hayal kurmak istediğim her seferde, hayallerime giriyordu. vazgeçtim hayal kurmaktan...
kadınlar... kadın bana onu hatırlatıyordu... sevişmelerimiz çok keyifli değildi... o yüzden sevişirken sorun yaşamadım... hayır yaşadım... muhteşem kadınlarla, en iyileriyle bile sevişirken o basit, zor sevişmelerin keyfini alamadım sanırım... kadınlar... kadınlar bana onu hatırlattığı için hiç biriyle fazla içli dışlı olamadım... o yüzden hep yalnız kaldım...
evet ben onu sevdim. bunu o biliyor bence... hala seviyorum. şuan ben de biliyorum... ve sanırım hep de seveceğim. bunu da tanrı biliyor...
- ayna evet. ben onu seviyorum...
- neden ağlıyorsun?
- ben ağlamam...
- ağlamalısın...
- olmaz. ağlamam...
- ağlıyorsun şuanda... bırak aynadaki o ağlayan kendini görebilesin...
ağlıyorum evet...
- evlendi mi gerçekten?
- evet...
ben şimdi ne yapacağım? nasıl bu hale soktum kendimi? hüngür hüngür ağlayan bu hale nasıl geldim? mutlu bir insandan bu ruh haline nasıl bürünebildim?
- sen mutlu bir insan değildin...
- öyleydim...
değildim... sadece acılarımla yüzleşmekten kaçtım... ben bin gün boyunca hiç mutlu olmadım. mutluymuş gibi yaptım evet. haklısın. ama hayat güzel... bir gün mutlu olabilirim...
- artık olamazsın...
- neden?
- çünkü çok geç kaldığını biliyorsun artık...
geç kalma... geç mi kaldım? evet geç kaldım... bugün benim hayatımın en kötü, onun en güzel günü... geç kaldım evet...
- ayna söylesene ne yapacağım ben şimdi?
- hiçbir şey...
- ne demek hiçbir şey? kendi kendine mi geçecek?
- geçmeyecek...
- geçmeyen acı yoktur. zaman her şeyin ilacıdır...
- öyle mi sence gerçekten? bin günlük ilaç sana yaramışa benziyor...
yaramadı... geçmeyen acı yok muydu gerçekten? zaman ilaç mıydı? bekleyerek, korkarak, unutarak derman bulabilmiş miydim mutsuzluğuma? hüngür hüngür ağlamaktayken şimdi; zamanın ilaç olduğuna inandırabilir miydim kendimi?
- ben ne yapabilirdim ki ayna? geri dönseydim de, o kadar acıdan ve terketmemden sonra elime bir şey geçmezdi ki...
- nereden biliyorsun?
- tahmin ediyorum...
- peki sana aylar sonra arayıp kavga etmedi mi senle? bu neyi ifade etti sana?
- bilmiyorum...
- geçen yıl sana bir mesaj bile attı. ne yaptın o zaman?
- bir şey yapmadım... ne yani çabalasaydım elde edecek miydim onu?
- bunu artık hiç öğrenemeyeceksin. ne yazık!
evet ayna yine haklıydı... o benim unuttuğum, kaçtığım, kendime söyleyemediğim ne kadar doğru varsa; onların bilinçaltımdan aynaya dökülmüş hali miydi acaba?
- ayna ben ne yapmalıyım peki şimdi?
- hiçbir şey...
- hiçbir şey yapmadan yaşayamam artık... bu geceden sonra olmaz. bu kadar gerçekle yüzleştikten sonra olmaz... hiçbir şey yapmadan hayatıma devam etme ihtimalim yok... görmüyor musun?
- görüyorum...
- e o zaman bir şey yapmalıyım...
- dostum! söylediğim gibi. sen ölüsün artık... bir şey yapman veya yapmaman bu gerçeği değiştiremeyecek.
- bu hiç mantıklı değil. sabahtan beri bütün doğruları söyleyen ayna; şimdi dünyanın en saçma şeyini söylüyor. ölüden farkım yoksa, öleyim o zaman...
- ...
- bir şey söyle...
- ne diyebilirim ki? sen zaten ölüsün...
- eyvallah...
bu hikayeden çıkarmam gereken en büyük sonuç; aynalardan uzak durmak sanırım... evet. artık aynalar yokmuş gibi davranacağım. zamanla varlıklarını unuturum...