kışa yüz gösteren güneş gibi,çöldeki yağmur gibi, ölüme yüz tuttuğunda kanına enjekte edilen yaşama sevinci gibi; planların bozuluvermesidir umut, yeni bir hayattır aslında henüz başlamadığın...
hani şöyle asla özene ihtiyaç duymayan,her yerde büyüyebilen, bazen kurtulmak için çabalasan da kurtulamadığın, burnunun dibinde biten, ısrarla hayata tutunan otlar var ya, bazen öyle "umut"...
hasta ediyor seni, dibinin uçurum olduğunu bile bile bakmak gibi, dahası çayır cayır yanan sobaya emin olmak için dokunmak gibi bazen "umut"...
akıllara zarar bir hastalık bazen, olmayacağına emin olduların içinse ve evet evet istemdışı ise, kanser mikrobu misal!
şunu gördüm ki; insanlar için en vazgeçilmez şeymiş meğer.
derler ya hani insanlar şusuz busuz yaşayamaz diye. işte o şu, bu olmasın ama umut olsun yeter.
insanı izlediğinde mahveden, dağıtan, yerle bir eden bir murat aslan filmidir. filmi izledikten sonra uzun süre etkisinden kurtulamıyorsunuz. babam ve oğlum ve eşkıya'dan bariz arak sahneleri olsa da son zamanlarda özgün seneryo ile yapılmış en iyi türk filmlerinden biridir.
dört mum yavaşça yanıyordu. ortam çok yumuşaktı ve konuştukları duyuluyordu.
ilki söyledi:
''ben barışım! artık kimse benim yanık kalmamı sağlamıyor, sanıyorum söneceğim.''
alevi hızla azaldı ve bütünüyle söndü. ikincisi söyledi:
''ben inancım! neredeyse herkes benim artık gerekli olmadığımı düşünüyor. o nedenle daha fazla yanık kalmama hiç gerek yok.''
konuşmayı bitirdiği zaman, bir rüzgar hafifçe esti ve onu söndürdü. üçüncü mum sırası gelince konuştu:
''ben sevgiyim! yanık kalmak için artık gücüm kalmadı. insanlar beni bir kenara bıraktı ve önemimi anlamadı. kendilerine en yakın olanları bile sevmeyi unuttular.'' ve hiç zaman yitirmeden söndü.
ansızın... bir çocuk odaya girer ve üç mumun yanmadığını görür.
''neden yanmıyorsunuz, sizin sonuna kadar yanmanız gerekir.'' bunu söyleyerek, çocuk ağlamaya başlar. ardından dördüncü mum söyler:
''korkma ben hala yanıkken diğer mumları yeniden yakabiliriz. ben umudum!''
adamın ağzın sıçan bir filmidir. baba nızı arıyasınız gelir. ağlamayan adamı döverler. sonunda ki nazım hikmet şiiri ise bitirir adamı.
umuda bin kurşun sıksada ölüm
unutma umuda kurşun işlemez gülüm
alsada çukuruna bizi ölüm
unutma ki fidanlarda çukurlarda büyür gülüm.
yaşamın dinamosudur. tam bi çaresizliğe düşmüşken ulen du bakalım gün doğmadan neler doğar dedirten duygudur. bunlar ne kadar kesin sözler sen
kahinmisin, gurumusun nerden biliyon lan bunları diye düşünüyosan şurdan biliyom:
-yıl 2005 ve atesdide öss sınavına girer. aldığı puan kıçıkırık bi üniversitenin arkeoloji bölümüne anca yetmektedir.
,klasik sözelci zekası işte sen kalk yıllarca lise oku aklında üniversitenin üni si olmasın sınavdan 1 hafta önce vay mınaaaaa sınav var lan ve
bu sınavdan iyi puan alan üniversiteye giriyomuş adam oluyomuş, de. o saatten sonra da bu kadar oluyo işte neyse: bide yetmezmiş gibi
sınava 1 hafta kala lan şimdiden bi meslek edineyim bari diyerekten git bi protez diş yapan kurtuluş dental diye bi yere gir. bölelikle
başladı sabah 8 akşam 9 günlerim. sabah dublikat dök akşam kumlama yap derken bi hafta geçti haftalık alcaz ama bu arada sabah işyerine
servis var akşam iş çıkışı servis yok, öğle yemeği yok neyse haftalık alcaz muhasebeye gittim elime 15 tl saydılar dedim bu ne mınıskkm
neymiş efendim meslek öğretiyolarmış askerden sonrada işe alıyolarmış işte o gün öğrendim millet akbaba olmuş gütü sağlama almak lazım,
neyse çok laf salatası yapıyım.
-yıl 2006 atesdide yine sınava girer ama bu sefer biraz akıllanmıştır ve puanı kıçıkırık bi üniversitenin arkeoloji bölümüne güt zoruyla
yetmektedir. ve şöyle düşünür: olm üniversitede kızlar teklif ediyomuş, süper bi ortam varmış, bekar evi kızlar falan ben eniyisi bölümüne
bakmıyım gireyim şu üniversiteye gelsin kızlar gitsin alkol günümü gün edeyim.
tam böle düşünürken odaya babası girer atesdidenin elinde tercih kağıdı ve sorar babasına.
-atesdide: baba baba arkeolog ne demek ?
-baba: kazma kürek demek.
-atesdide: hep hayalimdi ama, size hiç sölemedim. ben arkolog olcam baba.
-baba: sen bilirsin oğul, ama bence hiç yazma açalım bi büfe tost sat daha iyi
-atesdide: .....
velhasılı arkeolojiyi tercihlerimden bir silgi darbesiyle çıkardım. ve başladım bir kuyumcuda çalışmaya. kuyumcu ama bakmayın öle altınlarla
dolarlarla haşırneşir olduğuma sabah 8 akşam 9 ayaktasın mına koyim bitek öle yemeğinde 15 dk gütün yer görüyo 16. dk da telefonun çalıyo
nerdesin diye. teyzeler geliyo olanı everiyoz geline bilenzik alcaktık diye gösteriyom bilenziği ama içimden ulen 20 yaşına geldin onca
bilezik satıyon ama daha kendi kolunda bi altın bilezik yok angut diyorum. baktım kuyumculuk olcak iş değil lan öle ayakta ömür mü geçer.
neyse ben kalktım gittim bi optiğe girdim optikte atölyeci oldum. atölyede de bi eleman var erhan diye eleman ünivesite kazanmış, benide işe
ondan almışlar zaten bana işi öğretcek sonra bascak gitcek eleman üniye orda kızlar ona teklif falan etcek gününü gün etcek, benide optiğe
kitlicek; çiçeği burnunda üniversiteli erhan.
aradan 2 hafta geçti ben bütün işi öğrendim. bizim ünili bastı gitti. kaldım atölyede tek ama atölye dediğime bakmayın ben diyim 3 bilemedin 5
metrekare bi yer. sabah 8 akşam 9 günleri devam. güneşi görmedim günlerce gelsin nilörler gitsin fasetler camlar çerçeveler derken
üniversiteler açıldı arkadaşlarda gittiler ünilere. kaldım ortada. bi gün taksicinin biri kemik çerçeve bi gözlük getirdi 3. dereceden çakma
ray ban mına koyim gözlük yamukmş düzeltcez gözlüğü derken elimi sikim gözlük kırıldı bi parçası bi elimde diğer parçası öbür elimde ölece
kalakaldım. taksizi 10 dk ya geri gelcek bide herif ağır keko tutturursa gözlük orcinal di diye hepten sıçtık neyse herif geldi ben abi
şöleydi böleydi derken alttan girdim üstten çıktım herifi ikna ettim 1 kuruş bile istemedi herif canın saolsun dedi gitti o sıra 5 kilo
vermişim zaten. 5 metrekareik atölyemde böle saçmalıklar, bunalımlar fantis hayallerim birbirini kovalarken bizim çocuklar üniden bayram
tatiline geldiler. bizim çocuklardan biri de marmara eczacılıkta biri bilmem nerde falan anlıcanız aralarında bi hırt benim neyse bu bana
dediki lan olm gel istanbula benle ben seni çalıştırırım hem bizim derslerde ilk sene kolaymış biz evde tuttuk arkadaşlarla falan dedi tabi
ben atladım babamı ikna ettik falan derken bi baktım kendimi kadıköy moda da buldum. sözde ders çalışcaz ya bizim elemanlar sabah bi çıkıyo
okula akşama kadar kimse yok dersleri falan oluyo ben evde cinnet bunalım her türlü negatif ruh halina girip girip çıkıyom. neyse kısa
keselim 2 ay istanbulda kaldım ordada dikiş tutmadı döndüm izmire derken 1. dönem bitti. ben yazıldım bi dersaneye başladım derslere derken
bizim bi abi playsstation kafe açtı başladık orda takılmaya. dersanede 3 derse gir son 2 saat tüy kafeye. akşam 11 e doğru eve 3 5 soru çöz
yat falan derken dedim böle olmaz yine kazanamıcaz bu sefer peder oycak beni bari bi iş bulayım part timee çalışayım dersane masrafını
karşılayım dierekten gittim pizza hut girdim. haftada 3 gün çalışıyoz falan dersaneden hocalar işi bırak falan diye eve telefon ediyolar
babama falan babam da dedi ne bok yiyosan ye benden bu kadar. derken sınav geldi çattı.
-yıl 2007 sınava girdim 1 ay daha pizza hutta çalıştım sonra bastım çeşmeye gittim otele çalışmaya. otelde kasadayım bi gün bi telefon geldi
bi kız arkadaşımdan sonuçlar açıklanmış tc nomu istiyo verdim ben noyu ama elim ayağım titriyo. 5 dk sona telefon çaldı telefonu açamadım
ilkinde sonra bidaha aradı açtım.
beklediğimden baya yüksek bi puan almışım kendim dahil hala kimse o puanı nasıl aldığımı bilmiyo, bir saat sonra dersanedeki rehberlikçi
aradı lan olm sen bu puanı nasıl aldın diye. düşünün dersanede 4 sözel sınıfı var ben 4. sınıftayım yani en hırtların toplandığı sadece
kelle başı 2000 tl olarak görülen insanlardan biriyim.
lafın kısası agalar şuan tam olarak istediğim üniversite istediğim bölümde okuyorum ama üniversiteye geldiğim sene burda kızların teklif
etmediği, gününüzün gün edilmediği, yarı aç yarı tok yaşandığı gerçeği bi tokat gibi indi suratıma.
kısacası agalar öle hayat dersi flan vermeye niyetim yok. benim bu saçma sapan yaşantımda eğer iyi bişeyler yapabildiysem şuan istediğim
yerdeysem umudumu kaybetmememden kaynaklandığına
inanıyorum agalar sizde kaybetmeyin.
not:noktalamala işaretlerinide idare edin bu seferlik agalar, kaptırmışım yazı uzun olmuş.
belki duygu olarak eskiden sizin için güzel şeyler ifade ederdi ancak bu sözcük hayatınızda bir insan olarak yer tutuyorsa, ve acı veriyorsa artık her baktığınız yerde, her dinlediğiniz şarkıda sürekli dikkatinizi dağıtan bir kelimeye dönüştüğü zaman anlamını yitirip sadece o insana dönüştüğü zaman bu kelimeyi duymak bile istemiyorsunuz.
Pandoranın kutusundan çıkan tek iyi şey... Zeus pandora'ya bu kutuyu açma! insanlık için kötü olur! demiştir. Ama pandora dayanamayıp içinde ne olduğunu görmek için açar. içinden savaşlar, kötülükler, kıskançlıklar, kavgalar, kibir, açlık gibi insanlar için tüm kötülükler çıkar. bir de "umut" çıkar. insanları bütün bunlara rağmen yaşama bağlayan tek duygu... "karanlığın en yoğun olduğu nokta aydınlığa en yakın noktadır." durumu...
iş bu yazarın da hayatını değiştiren, onu yaşama bağlayan, onu kaybederse dünyadaki kötülüklere karşı nasıl ayakta durabilirim ki diye düşündüren kişi adıdır aynı zamanda...
ileride birgün lazım olur diye sevdiceğin o günlerde kişinin yüreğine ektiği bir tohumdur. "bak ben arada bazen böyle bunalırım, herşeyi herkesi silmek isterim. seni hatta ailemi bile... ama geçicidir bu durum, geçince ben yine sana dönerim" cümlesi gömülür kalbe, zamanı gelince filizlenir ve umut yeşerir orada... bin bir emekle büyütülür o çiçek. sevgili tekrar döndüğünde ona verilir, ne de olsa asıl sahibi odur umudun.
acı çekmektir. pandora nın kutusundakilerin en kötüsüdür aslında.
üniversite mezunu bir genç,iş hayatına başlamadan önce fal baktırmaya gitmiş.
--"on beş sene eziyet çekeceksin çocuğum" demiş falcı.
--"ya sonra?" "ya sonra?" diye ümitlenmiş çocuk.
sonra demiş:
"alışıyorsun"