bir vakit bir yazıda anlamı kara kedi görülünce çekilen saç teline mi yüklemiştim, yoksa kedinin kendi karasına mı, şimdi hatırlayamıyorum tam olarak ama kedinin kaçışını düşünmek lazım belki, düşünürsek bazen bir arabanın altına bile saklanabilir umut ya da altında bile kalabilir -suzluk. ne dersem diyeyim, tabiri mutlaksa ne gevelersem geveleyeyim bütün yazdıklarım şaşı, olanlara karşı tüm yorumlarım şaşı, o yüzden şaşıyoruz ve şaşırmak da umutvâr bizden yana..
yılmaz güney'in yavaş yavaş toplumsal içerikli politik sinemaya giriş yaptığı bol ödüllü, zamanında yasaklı filmi...
--spoiler--
cabbar'ın atına bir araba çarpar. atı ölen cabbar, bir hocanın peşine takılır. hoca sözde cabbar'a gizli bir definenin yerini söyleyecektir. bu uğurda cabbar, hocaya koşulsuz inanır ve karısını, çocuklarını aç susuz bırakmayı bile göze alır.
--spoiler--
benim hala umudum var...
böyle diyor şimdi mfö. odamda garip bir iç sıkıntısıyla geziniyorum, aklıma bir soru takılıyor''nedir umut?'' evet dünyadaki herkesin aradığı ya da yitirmek istemediği şey ama ne? in mi? cin mi? yoksa birisi mi?...
hepimiz ''umut umut'' diyerek kendimizi mutsuzluğa itiyoruz. galiba umut denilen kavram öyle beklemekle gelmiyecek bir kavram çünkü gerçek umut insanın kendisi ve hayatta varolabilme savaşı...
umut biraz da kendinden vazgeçmemek. sevdiğimiz ya da bizi seven insanlar sadece umudu beslerler. onları kaybedince umudumuz eksilir sadece, ama yine de tamamen yitirilmez umut...çünkü umut inatçı bir çocuktur.
sokakta çocuklar oyun oynuyorlar ve aynı zamanda kavga ediyorlar, yoldan dolmuşlar, gökyüzünden de uçak geçiyor. dolmuş her zaman biliyor asla uçakla yarışamıyacağını ama yine de kendinden vazgeçmiyor ve küçücük bedeniyle her gün onlarca insan taşıyor...her şey umut denilen kavramla hayatta, hatta dünya bile umut olduğu için dönüyor...
benim hala umudum var lalalala...
paronayayla kan bağı olan duygudur.
insanın her daim kendine bahaneler üreterek avunmasını ve vazgeçmemesini sağlar.
ama bazı şeyler vazgeçmek içindir.umut bunu göstermez. umut vazgeçmeyi unuturur. inatla sevmeyi aşılar. eksileri saklar, artıları göze sokar, bu sıra da eğer konu aşksa aşk tavan yapar.. bekler ve yine beklersiniz.
"senin için dünyayı satın almana kefil olurum" demişti..
"benim iyi biri olduğu biliyor bir gün döner" der beklersiniz.
"seni hiç aldatmadım" demişti
"sevmişti demek ki" der beklersiniz.
"bir tek sen beni böyle sevdin" demişti
"aşkıma inanıyor" der beklersiniz..
sonra bakmışsınız köklü paronayaksınız. dostlarınız saplantılarınızdan bahsediyor, psikolog önerilerinde bulunuyorlar..
ama siz aşkınızı körüklemeye kullandığınız için tüm umudunuzu umutsuzluğa kapılmaya ummazsınız...
aşka umutlanırsınız yalnızca... birgün umutlarınızı hava almaya çıkardığınızda kapıda şizofreniyle karşılaşırsınız...
insan adı verilen varlığın hayata sıkı sıkı tutunup, memnuniyetle savaşmasını sağlayacak en önemli unsurdur.
hayat binamızın en büyük sarsıntılara dahi dayanması için gerekli olan demirler olarak görmek mümkündür umudu. binamızı oluşturan diğer bütün unsurları birbirine sıkı sıkıya bağlayan demirlerdir o. olmazsa olmazdır.
yarının çok güzel olacağını düşünmektir. yarından çok şey beklemektir.
inanmak değildir bence. sadece beklemektir. önemli olan ne beklediğin ya da bekledğin şeyin gerçekleşebilecek olması değildir. önemli olan bekleyecek bir şeyin olmasıdır. umudu umut yapan tek özelliktir bu.
sabrı öğretir umut... beklemeyi öğretir umut... istemeyi öğretir umut..
kimi zaman yenilmektir... kimi zaman kazanmaktır... sonunda kazansan bile beklerken bezdirendir umut... **
kimileri için iyi, kimileri için kötü bir şeydir. izafidir derler, bunu yemeyiniz. umut sudaki yansımanızdır çünkü, gerçek değilmiş gibi görünür, yansıma gerçek değildir ama orada gördükleriniz sizin gerçekliğinizdir ya da sizin gerçekliğiniz olmaya aday yanılsamalarınızdır. orada görebildiğin şey sen'sindir. onu görebilme yetin yaşama arzundur, kendi arkanda durabilme kapasiten, kendine inancın, en kısa anlatımıyla, varlığındır. umut hayat gibidir, senden iyi değildir, senden kötü de olamaz. bu ikisinden sadece birini bekleyenler güzergahını şaşırmış otobüsü bekleyen makus talihli yolculardır. bekledikçe "bu iş de bir bit yeniği var" demezler de, "kaderimiz beklemekmiş" derler, o an yağmakta olan yağmurun yere bıraktığı bir tutam sudaki yansımalarından korkarak, beklemeye devam ederler. .
umut silahtır. sana zarar vermek isteyenler onu kullanacaklardır. onu silah yapan niteliği kötülüğünde saklıdır diyenler için, "umut sizden kötü değildir" demek lazım gelir, ya da bu insanlar yin'in yanında yang'ı göremeyenlerdir. çünkü umut kaderindir. onun size zarar verebilme gücü kötülüğünde değil, senin-benim şaşkalozluğumuzda gizlidir. yaşam demek her an zarar görmek demektir, en az keyif almak kadar. tüm evren gibi, tüm hayatlar da bozulma eğilimindedir. bu genel bozulma halini anlama gayreti ardına saklanıp, kaderinden kaçanların beklediği otobüs oradan geçmiyor, onlar da biliyorlar. amaç bir yerden bir yere otobüsle gitmekten farklı, başka bir şey. istatistik bilimi ile ilgili pek sevdiğim bir cümle vardır. "rakamlar yalan söylemez, ama yalancılar rakam söyler" yalancıların rakam söylemesi yüzünden suçu rakamlara atıp, matematiğe küsmek gibidir, umutsuz yaşamayı denemek.
umut etmek köleliktir. kendini kendisinin efendisi sananlar bu kölelik halinden çekinirler. itiraz edemeyecekleri mecralardaki kölelikleri batmaz da, umut batar bu toprak sahiplerine. size özgürlük verirler, kölelikten kurtulup işçiye çevirirler. tıpkı reel hayatta köleliğin kaldırılması gibi, sonra bu özgürlük size daha ağır çalışma şartları, ırksal ayrımcılıklar, zincirlerden başka kaybedecek hiçbirşeyi olmayan özgür insancıklar olarak geri döner. eğer hayata pesimist gözlerle bakacaksak, kimse sizi haybeye kölelikten kurtarmaz, ihtiyacı olan şey zorla besleyip çalıştırdığı köle'den, ayda bir maaşını alıp defolup gidecek, her daim ikame edilecek yedekleri emek piyasasında hazır kıta bekleyen işçiye dönüşmüştür. sizler de "ey özgürlük" nidalarıyla dolanırsınız. pesimistlik olacaksa üslubumuz, savaşıp da almayana, hak etmeyene ne meme verirler, ne de özgürlük. tarih aksine tanıklık etmemiştir.
insan umut etmek dışında da köledir. kimine göre nefsinin, kimine göre doğanın, bazen diğer insanların, bazen yemek yemenin, nefes almanın. işine geldiği anda, argüman yaratma hevesiyle malum köleliğin reddi üç yaşında çocuklar gibi gözlerini kapatınca yok olduğuna inandığı için, başkalarının da buna inanmasını bekeleyecek kadar saf olmak olabilir. kırmızı gelinciklere, içilecek onlarca içkiye, yeni kıyafetlere, başka insanlara, yarınlara köleyiz. bunların bize vereceği cesarete, o ateşi yakabilmek için umutlara köleyiz. zaten bu biziz.
şu an gerçekleşmemiş her şey birer umuttur, iyi ya da kötü. çok mutlu olabilmek de bir umuttur, edebiyle terk-i diyar eylemek de. tanımladığı kavrama hakim olmadan ondan sakınmaya çalışanlara karanlık mağaralarında başarılar dilemek lazım. ruhunuza çökmüş karanlık sadece mağaranın karanlığı da değil üstelik, ışıktan korkanlar sadece en karanlık mağaraları kendilerine mesken etmekle kalmazlar, gözlerini de sıkı sıkı kapatırlar ki, en ufak ışık onlara dünyanın aslen güzel bir yer olma ihtimalinin de var olduğunu ispat edemesin, edemesin ki zararın neresinden dönerse edeceği kar'a karşılık, zarar ettiğini kabul etmeyip, bu kandırmacayla gittiği yere kadar ilerlensin ve kendilerine söyledikleri yalanların inatçı büyüsü bozulmasın.
dışarısı ne ferah aslında, sonbahar havası her daim biraz hüzünlü, bu da umudumuzun bir parçası, çünkü ayrılık da sevdaya, hüzün de mutluluğa dahil. yapraklar yüzünden ormanı göremeyenler bu bütünlükten haberdar değiller tabi. kuşlar umutla uçuyor burada, dökülen yapraklarda bile umut gizli, her biri dalından koparken el sallıyorlar, "geri geleceğim, merak etme" dercesine. güneş yalnız kalmak isteyen bir dost gibi, sadece bir süre için uzaklarda. bizi terk etmeyeceğini biliyoruz. o yüzden onun varlığı ile ısınacağımız günleri umut ediyoruz. istediğimizi de alacağız. kendimizi, bir başkasını kandırmadan. yalan söylemeden ve yalan söylememek niyetiyle gerçeklerden sakınmadan.
insanlar kendilerini umutlarla kandırırlar, belki itiraf edemezler de çabalarının özü küçük hayatları için meşgale arayışıdır. benimle aynı oksijeni solumuş, karbondioksit iade etmiş, herhangi bir homo sapiens kendini kandırmadan yaşayabildiğini iddia edebilecekse, ben de umutlarımı korumak için gerektiğinde gerçeklerden dahi kaçabilmenin mal'lık olabileceğini kabul ederim. ille varlık felsefesine, neyin gerçek, neyin yalan olduğuna dair üç beş lakırdı etmek gerekmemeli. zorundaysam ve eğer gerçek elle tutup, gözle görebildiklerimizse, benim umutlarım kendilerini gerçek ya da gerçekçi sanalardan çok daha gerçek ve gerçekçi. gözümün önündeler, parmaklarımın ucundalar, zihnimin içindeler. kimsede onları benden alacak kudret yok. bu iltiması kimseye de tanımam. "baki kalan bu kubbede, bir hoş sada imiş" efendiler. gerçeklik budur. bizler zaten kaybetmeye mahkum yaratıklarız. gerçekçi olabilmek bile, öncelikle onu istemekle, umut etmekle başlar. saklanabilirsiniz, eyvallah. kimse de sizlere aksini ispat edemez, içine girdiğiniz kör kuyularınızdan çıkaramaz, ama kaçamazsınız. varın siz kabul etmeyin, tüm bu söylediklerimin kendimi kandırma gayretimden oluştuğunu umut ederek devam edin. geri kalan hayatınıza istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz.
macbeth kulunuzuz canını 400 küsur sene önce teslim etmiş bir ademoğludur, geri gelmiş olmasının tek nedeni vardır, o da zamanından hayattan aldığını teslim edebilmek. bu yüzdendir ki derdi hiçbir zaman ama hiçbir zaman, yüzlerce yıllık öfkesine rağmen can yakmak değildir. böyle algıladığınızı umut edederek sözlerine son veriyor.