tıpkı liberal sol gibi sınıftan kaçan sol kategorisine girmesi gereken bir sol cinsi. tabi bu cins siyaseti en çok liberal sol kaçkınlarının ya da sol düşmanlarının eleştirmesi çok doğal. çünkü bu sayede içlerine sindiremedikleri anti-emperyalizm, bağımsızlık, ulusal egemenlik gibi kavramları mahkum edeceklerini sanabiliyorlar. böylece sol kendi tarihine yabancılaşarak demokratikleşme hülyaları içinde gericilerin arkasına dizilmesini bekliyorlar ama yanılıyorlar. diğer yandan ise anakronik kalan denkleştirmeler kadük kalmaktadır. bir dönem sosyalizmin kazanımlarını savunmak adına ileri atılan tek ülke sosyalizmi deneyimleri sanki sosyalizmin genetik kodlarına yazılmışçasına bu taktiğin tarihsel kazanımlarını da mahkum ediyorlar. biz ulusalcı sola gelelim.
solun ulusalı olur mu? bu soruyu abuk bulanlara bir de şunu soralım: "solun liberali olabilir mi?" ya da "sol siyaseti sosyal demokrasi taşır mı?" bu sorular şüphesiz konu dışı fakat çok açık bir biçimde görülüyor ki solu tasnif etmeye çalışanlar bütünsüzlük ve ortalamacı bakış açılarının indirgemeciliğinde boğulup gidiyorlar. az önce sorulan sorunun cevabı belli. solun ulusalı filan olmaz. fakat işte oldurulmuya çalışılıyor. o halde ulusal solun yükseldiği alan olan anti-emperyalizm ve bağımsızlıkçılık konularına gelelim.
emperyalizm çağında yaşıyoruz. bu çağ kapitalizmin anarşik yapısının süreklilik kazandığı, dünyayı sürekli krizler içine soktuğu ve milyonlarca insanı basit hayaller uğruna kana, savaşa bulandırdığı bir çağ. koca koca ülkeler dev tekellerin, tekelci sermayedarların ve onların uzantısı yerli tekelci sermayenin ellerinde pazar haline geliyor. pazar haline gelen ülkelerin halkları daha doğurusu işçisi, köylüsü, emeklisi, işsizi, öğrencisi yani tüm emekçi sınıfları ve aydınları köleleşiriliyor. o halde bütün ülkelerin işçilerinin yanında olan sol, halkları köle eden emperyalizme karşı tutum almak zorundadır. çünkü emperyalizm aynı zamanda kapitalizm anlamına gelmektedir. ikisinin de alt edilmesi birbirine bağlı, iç içe kavramlardır. o halde emperyalizm çağında, reel sosyalizmin çözüldüğü ve her türlü ulusal hareketin emperyalizm kartına sarıldığı bir çağda, bağımsızlıkçılık ve anti-emperyalizm söyleminin tutarlı ve net bir tavır içermesi için solun ulusal kavramını iktidar ilişkisi biçiminde kavraması gerekiyor. ama bu politika içerisinde bir milli çıkarlar politikası olamaz. milli çıkarlar politikası her ülkenin sermaye sınıfının işine yarayan, sınıf uzlaşmacı bir tavırdır. o halde bu politika mahkum edilmelidir.
diğer yandan ise sol işçilerin birliğinden yanadır. ülke içerisinde din,dil,ırk ayrımı yapmadan ya da bir sektörü diğerinin üzerinde tutmadan tüm sınıfı birleştirerek sermaye sınıfına karşı cephe almasını sağlamalıdır. ancak bu şekilde bir sınıf diğeri sınıfı iktidardan kovabilir. çünkü bir sınıf iktidarı ele almak istiyorsa kendini ulusal bir konuma getirmelidir. ulusal bir konuma getirirken ise tüm ulusu kucaklaması değil, azınlığı iktidardan def etmesi gerekir.
ulusalcı sol sınıftan kaçarak anti-emperyalizmi ve bağımsızlıkçılığı tutarsız ve bulanık kavramlar haline getirmektedir. ne yazık ki kendi çelişkileri bu kavramları sahiplenmelerine izin vermiyor. diğer yanda duran liberal sol ise düşman bir kardeş gibi ulusalcı sola saldırırken, aslen solun kendisine saldırıyor. bunu nasıl yapıyor? ulusal solun kullandığı kimi kavramları solun içinden sökerek başka anlamlar yüklüyor. işte ortada dönen ergenekoncu-darbeci iddiaları. bilemiyorum belki ulusalcıların böyle iddiaları doğrulayan hareketleri olabilir. ama işte düşman kardeş bir anda solun kendisine saldırıyor.
sosyalizm ne ulusallığı kabul eder ne de demokrasinin kendinden menkul liberal kavramlarını. bu sadece sosyalizmin alanını kısıtlıyor ama o cenderenin içinden çıkacak tek yol da sosyalist devrimin kendisidir.
"komprador değil, ulusal sol!" diye yola çıkanların nerelere geldikleri belli. kendi partilerinden dahi ajan provakatörler diye atılanların geldikleri nokta faşizmin sığ sularıdır. ne yazık ki bu solun beslendiği kaynak olan maoculuğun kaba sapa ve determenist bir dünya algılayı biçimi asla peşlerini bırakmıyor. bırakmayacakta. önce sınıf mücadelesini ittifaklar projesine indirgeyenler, daha sonra dünyayı algılarken emperyalist ittifakların peşine takılmaşlardır. işte bugün çin'in durumu. dünyaya bakış açısı siyah-beyazdan ibaret çin, büyük bir ihanetin pençesinde kıvranmaktadır. neyse bizim alanımız şu an türkiye.
önce bir dünya değerlendirmesi yalaım. zira içinde yaşadığımız ülke dünya'dan bağımsız olmak bir yana onla iç içe geçmiş ilişkiler ağına sahiptir. dünyanın içinden geçtiğimiz tarihte egemen üretim biçimi kapitalizm'dir. fakat bu kapitalizm uluslararası tekellerin, mali sermayenin egemen olduğu bir sistem olan emperyalizmin kendisidir. emperyalizm sadece bir ülkenin diğerini ezmesi anlamında değildir. aynı zamanda emperyalizm tekellerin sermaye ihracı, koca koca ülkelerin köleleştirilmesi demektir. türkiye bu nedenle emperyalizme bağımlı bir ülkedir. buradaki siyasal iktidarı elinde tutan egemen sınıflar- mali sermaye- emperyalizmin ülkedeki aynasıdır. onunla birlikte ülkeyi satan, yağmalayan ve yağmalarken palazlanan bir sınıftır. ulusal değerleri sahiplenen özgün bir marksist olan dr.hikmet kıvılcımlıya kulak verelim. hikmet kıvılcımlı ne diyordu: "emperyalizm yalnızca bir dış olgu değil, aynı zamanda bir iç olgudur." 68 kuşağının devrimci önderleri ne diyordu: "türkiye emperyalizme bağımlı bir ülkedir." onlar hangi yolu seçmişlerdi? ister mddci olsun, ister sdci hepsi işçi sınıfının yolunu seçmişlerdi.
teoride gerçek ama pratikte tutmayan şey ulusal solun emperyalizm karşındaki iki yüzlü tutumudur. ulusal bağımsızlık karşısındaki korkak tutumu, solun alanını daraltan bir projedir. daha iyi anlamak için konuyu ab projesi hakkında konuşalım.
ab özünde 6 büyük avrupa ülkesini ekonomik ve politik açıdan işbirliğini amaçlayan ve sovyet iktidarına karşı yapılandırılmış bir projeydi. reel sosyalizm sonrasındaki aşamada ab, alman emperyalizmi merkezli bir projeye dönüşmüştür. buna göre eski doğu bloku ülkeleri ve türkiye gibi balkan ülkeleri ab karşısında tam boy bir bağlanmaya gitmiştir. türkiye burada ab'ye girerken üretimini ve tarımını bırakmış tamamen ab'nin güçlü ülkelerine bağlanmış açık pazar bir ülke olacaktır. buna karşılık ulusalcı solun tavrı nedir? onurlu üyelik! ne kadar saçma ve gerçeklerle çalışan bir tavır. hem ülkenin bağımsızlığından bahsedeceksiniz, hem de onurlu bir entegrasyon projesi, onurlu bir kölelikten bahsedeceksiniz. buna ancak ikircikli tutum denir.
ayrıca gelilim sınıfsal konumlanmalarına. sözde bu kesim özelleştirmeye karşı. ama hangi tür özelleştirme? yerli değil, yabancı sermayeye. böyle komik bir karşı çıkış olur mu. halkın kendi vergileriyle kurduğu ve sadece işsizlik getiren bir olgu olan özelleştirmeyi nasıl bir sol zihniyet savunabilir? komprador burjuvaziye karşı milli burjuvazinin bağımsızlık hayalini görenleri biz gerçeklere çağırıyoruz. dar görüşlülüklerinin bedelini türkiye halkı ödemekte.
temel çelişki emek-sermaye çelişkisi olarak kalmaya devam ettikçe ve mücadele alanı kapitalizm ile komünizm arasında oldukça ulusalcı bir sol kendini darağacına götürmesi zorunlu. buna karşılık enternasyonalist olduğunu söyleyen liberal sol ise bağımsızlığı yani emperyalizme karşı konumlanışı mahkum ederek solun anti-kapitalist söylemini de baltalamak istiyor.
türkiye devrimci harekteinin önderleri bu yolda çok şey koydular. istediği kadar milli demokrati devrimci olsunlar hepsi uluslarası komünist hareketin önderleri olan marks'a, lenin'e, stalin'e ve che guevera'ya büyük saygı duyan kişilerdi. üstelik solun enternasyonal olduğunun bilinciydiler. peki bunun anlamı nedir? türkiye'nin tam boy bağımlılığı olan ab'ci solun destekliği avrupa birlikçi projelere teslim olmak mıydı? hayır. onlar nihai zafere giden yolda tüm ülkelerin işçilerinin birleşmesinin gerekli olduğunun bilinciydiler. asıl mesele burada solun neden ulusal olamayacağıdır? çünkü sol ulusal olduğu müddetçe iki şeye ihanet eder:
1-nihai zafere giden yola.
2-işçi sınıfının siyasal iktidarına.
ikiside emperyalizme bağımlılık anlamına gelir. emperyalizme karşı yapılacak bir bağımsızlık yürüyüşünde devrimcilerin türkiye bayrağını kullanmaları ya da kullanmamaları bir ayrım meselesi olamaz. kullanırlarsa anlamlı olur sonuçta bayrak bağımsızlığın simgesidir. fakat her provakasyonda, işçi sınıfını bölen, şovenist projelere de ne dün izin verirdi, ne de bugün. eğer öyle olsaydı ölüme giderken haykırdıkları son söz: "yaşasın marksizm-leninizm." olmazdı.
ulusalcı sol şimdi yolun sonuna geldi. şapkayı öne koyup bakmaları gerekiyor. türkiye'de süreç nereye gidiyor? karşı devrimin yükselen bayrağının arkasındaki 51 yıldızlı bayrağa karşı hangi değerlerle, tutarlı bir biçimde siyaset üretebilir. tutarlı bir bağımsızlık için türkiye'nin tüm sermaye sınıfını def etmesi gerekiyor. ancak bu şekilde emperyalizmin boyundurluğuna son verilebilir. yoksa görüldüğü gibi 85 yılda gelinen yol tam boy bağımlılık olacaktır. yine ve yine...
görüyoruz ki ezberci enternasyonalistler hala kendi zihinlerindeki hapsoldukları çerçevede ulusal solu tanımlama derdindeler. sahip oldukları dogma ideolojik yaklaşım gereği ulusalcılığı kimi zaman lenin'den kimi zaman hegelyen mantıktan örnek vererek açıklamaya çalışıyorlar. oysa hapsoldukları idolojik bataklık izin verseydi galiyevci bakış açısını örnek göstermek durumu daha kolay özetleyebilirdi. ayrıca her önüne gelen ulusalcıyı da işçi partisi ve aydınlık dergisi'ne bağlamak da gülünçlüğün son raddesi gibi geliyor bana.
anlaşılıyor ki sahip oldukları teorik muğlaklık durumu tam anlamıyla açıklığa kavuşturabilmelerine yetmiyor. biz de basit ve tarihi gerçeklikleri örnek vererek konuyu ele alma yönüne gideriz o zaman. ezberciler de marksist görüşün dogmalar bütünü olmadığı hususunda inandırıcı olmak istiyorlarsa teorik ezber bilgiler üzerinden yaftalama yoluna gitmek yerine pratik gerçekliğe dayanan örneklemelere cevap vererek başlamalılar bu işe. osmanlı-rus savaşı ile ilgili marks'ın tavrını kendilerine dayanak noktası olarak ele aldıkları görüşe karşı olarak daha önceki yazı da marks'ın hintliler ve murlar gibi doğu halklarının ingiliz sömürgeleştirilmesine layık olduklarını ve özgürlük mücadelerinin ise kabile savaşı olduğu dayanağı ile ele alırken , irlanda'nın ingiltere'ye karşı olan savaşını devrimci mücadele olarak ele alışındaki başat çelişkiyi açıklamalarını istedik. ama tahmin etdiğimiz gibi cevap gelmedi. daha doğrusu ezberleri bu somut çelişkiyi kavramalarına ve doğu ve batı arasında takınılan bu ayrılıkçı tavırı açıklamaya yetmedi. bu tartışmada işlerin onlar açısından iyice sarpa sardığını görüyoruz, ama hala da bu konuda belirli bir açıklama yapabilmelerini umutsuzca da olsa bekliyoruz.
ikinci enternasyonel hakkında ise bütünüyle bir bakış açısı farklılığı olduğu muhakkak. zira ikinci enternasyonalist' in "sömürgeciliği, ezilen milletleri soymak değil, ilkel kavimlere uygarlık götürmek" sayan bir ayrıcalık sosyalizminin peşinde olduğu heralde görüş birliğidir. bu da marks'ın hint ve doğu halkları konusunda sahip olduğu fikirlerde eşdeğer nitelikte. yani 2. enternasyonalist'de aslında marks'ın fikirlerini savunulmuştur. yani sizlerin, yani avrupa'lı sosyalizminin ayrıcalığına sahip olmak isteyenlerin. siz ne kadar karşı olduğunuzu iddia etseniz de kökleriniz bu tohum üzerinden yeşerdi. bundan ne kaçarınız ne de kurtuluşunuz olabilir.
ulusal solu "yeni ezber" kendilerinin ise "eski ezber"e ait olduğu hususunda görüş birliğine varmamız ise en azından şimdilik tatmin edici gözüküyor. ezber de olsa bunun herzaman yenisi makbul olduğuna göre en azından ilericilik hakkında kimin daha çok söz hakkına sahip olduğu hususunda görüş birliğine varmamız memnunluk verici.
getirdikleri sözde yeniliklerin 100 yıllık artıklar olduğunu göremeyen ideoloji. üstüne üstelik emperyalizm kavramını kapitalizmden söküp atması bir yana koyacak olursak tarihi tartışmaya açmaları güzel. tabi kendilerini bilimsel olarak görmeleri yalnızca ayna ile zahiri görüntü arasındaki yakın ilişki kadar doğru olabilir. herhangi bir nesnelliğe dayanmadan bir bilimsellik üretmekte yeni bir iş olsa gerek. tabi biz bir konuda sevinçliyiz. neo-liberaller gibi kendilerini yeni olarak görmelerine seviniyoruz, zira ciddi birikim sorunları yaşadıkları gözler önüne çıkıyor. diğer bir sevincimiz ise ulusal solu ip'den ayırmaya çalışmaları. ama ne yazık ki; istedikleri kadar ayırsınlar ulusal sol'un en öenmli ideolojik merkezinin ip'nin siyaseti olduğunu kabul etmeniz gerekiyor. enternasyonal sol'u toptan bir biçimde indirgeme yoluyla sanık sahnesine oturtmaya düşünenler düşün.
şimdi gelelim marks'ın avrupa merkezli bakış açısına. bunun ciddi bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. zira marks teorisini her daim geliştirmeye çalışan biriydi. dönemin koşullarını net bir şekilde tahlil etmeye çalışarak hareket ederdi. yani nesnellikten hareket ederdi. yükselen devrim teorisi ile sürekli devrim teorisi arasındaki dönemsel farklılıklar ve burjuvaziye biçilen kaftanlıkların farklılıkları göz önüne alındığında bunu marks'ın bir tutarsızlığı olarak değil, somut durum tahlili olduğunu görebiliriz. şimdi ulusal sorun ve sömürge sorunu üzerindeki düşüncelerine gelelim marks'ın. tabi sürekli marks'ı tartıştığımızdan ötürü lenin'e gelelememiz ayrı bir konu. sanırım lenin'e gelince tıkanıp kalacaklar. kend tutarsız anti-emperyalizmlerinin yüzlerine patlayacağını görecekler. her neyse...
marks her daim devrimin yönünden bakıyordu. herhalde kendisine burada tanrısal bir sorgulanmazlık yüklediğimiz sanılmasın. öyle olmasaydı marks'ı ciddi bir şekilde revize eden lenin'i savunuyor olmazdık. bu yönden bakınca kimi uluslara devrim konusunda daha yakın bakması, diğerine daha uzak bakması pekte kötü bir şey değil. bunu yaparken ulusların genetik özelliklerine değil, uluslarası kapitalizmin yıkımına dair bir değerlendirmedir. özellikle marks bu dönemde çarlık rusyası'nın devrimci potansiyeli olan avrupa'nın en büyük düşmanı olarak görmekteydi. bu nedenle osmanlı-rus savaşında osmanlı'yı desteklemişti. eğer avrupa merkezci bakış açısında kalsa, üretici güçler teorisinde tıkansa rusya'nın bu savaşta desteklenmesi gerekmektedir. çünkü en azından sınıflı bir toplum olan feodal rusya marks'ın şablonlarına göre osmanlı toplumuna göre daha ileriydi! peki ya marks hindistan konusunda ne yapmıştı? kast sistemine göre yönetilen hindistan'da, ingiliz yayılmacılığının hindistan'daki kast sistemini dağıtabileceğini düşünüyordu. burada marks'ın hatası ingiliz emperyalizminin ilk nüvelerini görememiş olmamasıdır. tabi bu onun avrupa-merkezci olarak suçlanmasına neden olmuştur. fakat avrupa merkezcilik genel anlamda bakınca çöküyor. olayın bütününden kopup, tek bir olgu üzerine yapışıp kalınca maalesef işte böyle çuvallıyoruz. irlanda konusunda ise marks ulusal sorun ve sömürge sorunu üzerine serbest piyasacı kapitalist dönemde gerçek damgasını vurabilmiştir. eğer evrupa merkezci bir bakış açısında tıkanıp kalsaydı üretici güçler teorisine göre ingiliz devriminin irlanda'nın ulusal kurtuluş'una bağlı olduğunu söylemezdi. marks ilk dönemlerde ingiliz devriminin irlanda'nın kurtuluşu anlamına da geldiğini söylüyordu. daha sonra ise serbest piyasacı kapitalizmin emperyal nüvelerini görmeye başlayınca ise gerçek bir tavır takınabilmiştir. eğer avrupa merkezci bakış açısını oryantalizm olarak algılıyorsak edward said'i size önerebilirim. hani şu enternasyonalis(!) liberal solun göklere çıkarttığı sosyolog.
2.entenasyonal konusu için bence önce gotha programının eleştirisine bakılmalı. 2.enternasyonal'in şeflerinden olan kautsky marksizmi savunduğunu iddia eden biriydi. sosyalizme ulaşımı üretici güçler teorisi ile savunmuş biridir. ne yazık ki emperyalizm çağında bu görüş oportunizm'in dik alasıydı. üstelik emperyal yağma savaşına ulusalcılık adı altında destek verenler o dönemin marksizm sevdalısı olduğunu iddia eden sosyal demokratlardır. sosyal demokrasi'nin her daim evrimci görüşü, avrupa-merkezli bakış açısıonu tipik bir burjuva sosyalizmine hapsetmekteydi. üstelik bugünkü ulusal solcuların milli birlik söylemlerinin altında yatan ideolojik birliktelik gerçekten dikkat çekici. umarım bu yaratıcı olduğunu düşünenler için bir uyarı olabilir. emperyalist savaşa o gün destek verenlerin bir kısmı bugün sosyal-liberaliz adı altında rezillikler yaparken, diğer uzantıları da devrimci milliyetçilik altında aynısaflarda bulunuyorlar. o nedenle 2.enternasyonal'in şeflerine dikkat etmekte fayda var. lenin'in bu şeflerden ayrılan görüşlerine de.
tutarsız anti-emperyalistler tıpkı 1914'teki gibi tavır takınmaya devam ediyor. uçurumun kenarına gelen bir ülkede emperyalist dengeler içinde tutunmaya çalışan ve modernleşmeden kapitalist batı'yı algılayan imparatorluk kapitalist rekabete dayanamadığı için yıkılmıştı. ulusal kurtuluş savaşı sırasında emperyalist planları savaşla bozan ikircikli bağımsızlıkçılar, daha en baştan emperyalizmle sınıfsal tercihlerinden ötürü anlaşmaları bugünkü cumuriyet'i bitirme noktasına getirmiş, türkiye'yi bağımlı kapitalist bir ülke haline gelmiştir. toplumsal kurtuluş ile ulusal kurtuluş mücadelesini birleştirmeyen kadrolar, sınıfsal tercihlerinden ötürü toplumsal ilerlemenin önemli bir basamağı sayılabilecek cumhuriyet'in kendi değerlerini dahi kadük bırakmıştır. bugün genel anlamıyla düzen içinde kalan ama sosyalizan bir çıkış arayan kitleler ise milli çıkarlar adı altında burjuvaziye tav etmek cumhuriyet'i savunduğunu düşünenler için 1914 öncesine geri dönüştür. bu sefer kendilerini kurtaracak bir politik atmosferde yok üstelik. o yıkımın altında kendileri de kalırlar. zaten sosyalizmin her konusunda sınıfta kalanlar, sınıftan kaçtıkça özgünleştiklerini düşünebilirler. istedikleri kadar özgünleşsinler, hem teorinin hem de pratiğin altında kalıyorlar. zira ab, aydınlanma, sermaye, kamuculuk ve faşizm gibi konularda burjuvazinin çizgisini terk edemeyenler memlekete sahip çıkma iradesinden de bahsedemezler. bizden gerici sosyalistlerimize söylemesi.
adına 30 model milliyetçilik denilemediği için kılıflanıp süslenen soldur.
lakin türkiye'de sağ-sol dan bahsetmek mümkün değildir,çünkü hem sınıflar yoktur,hem de sağ ve sol kavramlarının tek tanımlanma konusu dine olan yaklaşımları üzerindendir.dini söylemleri az da olsa kullanıyorsa sağ,dine soğuk bakıyor ya da hiçbir şekilde ismini bile ağzına almıyorsa sol derler bu ülkede.
belki de dünyada en çok kavram kargaşası yaşanan/yaşatılan yerdir burası.
tıpkı liberal sol gibi solun sahte versiyonu olduğunu belirtmiştik zaten. eğer ulusalcı biri kalkıp kendini sermaye düzeninden ayrı olarak görmek istiyorsa o noktada ulusalcı kimi aidiyetlerinin olması mazur görülür ve fazla ilgilenilmez. nasıl olsa sosyalizmin bayraktarlığına ihtiyaç duyuyordur. ama böyle bir durum söz konusu değilse ulusal sol denilen kavram işçilerin iktidardan kaçırılması, bağımsızlık tavrında ikircikli bir tutum sergilenmesi anlamına geliyor.
bu ülke diğer kapitalist ülkeler gibi emperyalizme bağımlı bir ülkedir. emperyalizm sadece dış bir olgu olarak kendini göstermiyor aynı zamanda iç bir olgu olarakta kendini gösteriyor. kimdir bunlar? türkiye'nin canınana okuyan milli burjuvazidir, tüm işbirlikçi sermayedarlardır. bugün milli çıkarlar politikası adı altında işçi sınıfına burjuvaziyi müttefik olarak seçenler, sermayenin iktidarını işçilere reva olarak görmektedirler. haliyle sorun enternasyonalizm-nasyonalizm olayını aşıyor. enternasyonalizm beylik bir deyim olarak karşımıza çıkıyor. bir liberal solcu ulus devletin tasfiyesinden sivil toplumcu radikal sermaye demokrasisini öngörüyor. enternasyonalizmi bu biçimde algılayanlar çuvallamaya mahkumlar. onları çuvallatab şey gerçeğin acı yüzü. sorun emperyalizme karşı yükselecek yurtsever mücadelenin siyasal sınıf karakteridir. ulusalcılık adı altında pazarlanan şey dengeci bir bağımsızlıkçıdır. bu kavramı açmak lazım.
türkiye'nin bir devlet geleneği vardır. öyle ya da böyle bu devlet 200 yıla yakındır dengeci bir siyasetle güdülmektedir. kimi zamanlarda bir takım tehditlere karşı emperyalizmin jandarmalığına soyunan bu devletin egemen sınıfları, bağımsızlığına ayrı göreceli bir önem veriyor. ama nasıl bir önem? kendi pazarında palazlanacak kadar önem, devlet geleneğini devam ettirecek ve emperyalizm tarafından asla vazgeçilmek istemeyecek kadar bağımsızlıkçıdır. şimdi bunun ışığında baktığımızda bir milli burjuvazi yaratılıp onun bağımsızlığını beklemek hayal görmektir. ama nasıl bir hayal? pırıltılı, ışıltılı bir hayal. bağımsız olduğunu sanıp dünya siyasal konjonktörüne göre emperyalizmle uzlaşma-gerilme oyunu oynamaktır. buradan baktığımızda ulusalcılar ya da ulusal solcular bir bağımsızlık veremezler. emperyalizme karşı tutarlı olamazlar. bunu daha iyi anlamak için bunların avrasya politikalarına bakmakta fayda var. rusya ve çin'in kuyruğuna takılarak bağımsız bir türkiye'yi öngörüyorlar. ama ne bağımsızlık!
enternasyonalizm solun asli bir unsurudur. bunsuz bir sol beklemek, işçi sınıfsız siyaset yapmaya benzer sol için. ama bunun anlamı bağımsızlıktan ve onun simgelerinden vazgeçmek değil, bizzat onu gerçek kılmaktır. bu açıdan bakınca enternasyonalizm-nasyonalizm ikilemi anlamsız kalıyor. soruna bakmak istiyorsak anti-emperyalizm/emperyalizm karşıtlığına bakmakta fayda var. burada ulusalcı sol anti-emperyalizm konusunda söyleyecek fazla sözü yok. mdd üzerinden yapacakları siyasetlerin sınırı tükenmiştir. türkiye adına bir şey yapmak istiyorlarsa, bağımsızlığa dair kimi sıkıntıları varsa sosyalistlere işi bıraksınlar.
sınıftan kaçan sol kategorisinde değerlendirilebilecek ulusalcılıkla harmanlanmış ideoloji. emperyalizmin çelişkisi arttıkça ulusal dinamiklerin değeri artıyor ve emekçilerin iktidara el koymasında öenmli bir rol oynuyor. fakat emek-sermaye çelişkisinin önemini geri plana atan ve bu bağlamdan koparılan bir anti-emperyalizm, halkın mücadeleisnden koptukça milliyetçi bir öfkeyle bütünleşiyor. kapitalizmin ana çelişkisini ezilen ulus-ezen ulus şeklinde değerlendirmeye çalışan ulusal sol, emekçilerin uluslarası iktidarını yavaşlatmaktan öte ulusal düzeyde yerli sermayenin sömürüsünü de arttırıyor. kısaca anti-emperyalizmi içi boş bir şekilde savunan bu düşünce, sınıftan kaçanlarla liberal sol ile kader ortaklığına savunarak solun değerlerini alt üst ediyor.
gerçek bir oksimoron tamlama. sol enternasyonaldir. ulusal solcuyum diye ortalarda dolanmak da sosyalizme ve enternasyonalizme en büyük ihanettir. bir kurtulunuz çocukluk hastalıklarınızdan.