Ruhları onları terk ettiğinde, hepsinin yolu morga düştü. Musalla taşında yatarken gerçek bir hiçtiler. Öyle hiçtiler ki, en sevdikleri bile onları görmeye dayanamıyordu. Soğuk, canlılığını kaybetmiş benzi görenler gözyaşlarına mani olamıyordu. Hayır! Olamaz! Nasıl olur bu? diyorlardı. Yakıştıramıyorlardı hiçliği. O kadar üzülüyorlardı ki, toprağın altına gömüyorlardı cenazelerini. Görmek istemiyorlardı. Ölüleri de durumu fark edip terk ediyorlardı dünyayı. Başka boyutlara geçiyorlardı. Sevenleri ilk yıllarda, her bayramda seyranda ziyaret ediyorlardı mezarlarını. Bu bir özür dileme yöntemiydi. Sonraki yıllar fark ediyorlardı: Bu o değil; o gitti. Mekânı cennet olsun!
hücremden dışarıya açılan küçük bir pencere var, bir hayli yüksekte bir hayli küçük bir hayli demirlerle süslenmiş. uyumak dışındaki vakitlerimde karşıma alırım penceremi, sırtımı duvara yaslayıp pencerenin ötesini düşünürüm. pencerenin ötesi hayat, berisi ölüm sessizliği. yıldızları seyrederim kimi geceler, ayı bile görmüşlüğüm vardır bu pencereden, bir defasında taş duvarlara tırmanarak. zaman zaman içeriye esen rüzgarda ötelerle ilgili hayaller kurarım. bir çocuğun oyun oynarken terlettiği elbiselerinin kokusunu duyarım içimde, rüzgara verdiği uçurtmasını hayal ederim. hayvan kokularını taşır rüzgar bazen de içeri, tezek kokuları dahi hayata dair düşlere salıverir ruhumu. duvarlar kalbimi saran sevinçlere ve düşlere engel olamadı hiçbir zaman. karanlık ve daha az karanlık ve pencereden dolan gün ışığı. karanlık derinlik sunuyor bana, derin acılar yaşıyorum bu doğru, ama kendime ve her şeye dair de bir derinlik hissediyorum, derin düşünüyorum ve pencereden süzülen gün ışığı o derinliğin içinde parlayan bir inci gibi. uzun zamanlarla birlikte ruhumla bütünleşen pencere rüyalarımın içinde de bir şekilde yer alıyor. bir defasında bir uçurtma olmuşum tuhaf bir şekilde ve pencerenin demirlerine bağlanmış ipimle gökyüzüne doğru süzülüyorum. rüzgarla yükseliyorum, rüzgarla uçuyorum yükseğe en yükseğe. zindan ufacık görünüyor ta yüksekten, ama bağımız var kopamam. bir süre sonra rüzgar sağa sola savurmaya başlıyor beni ip aşağıdan çekiyor, canım acıyor, sevdiğim rüzgar canımı acıtıyor; terlemişim uyandığımda. küçükken dayımın benim için yaptığı ilk uçurtmam geliyor aklıma, rüzgara direndikçe yükselişini hatırlıyorum. direnmeye tutkumun o zamanlardan başladığını, uçurtmaya olan sevgimden sanıyorum. vakit pek çok ve ben kendimle ilgili çok düşünüyorum, çok yorum yapıyorum bu da onlardan biri işte. acı çektikçe kendimi yüceltiyorum ki ancak bu beni ayakta tutuyor. ne büyük acılarım var, ben de büyüğüm tesellisi. pencerem, düşlerim, rüyalarım, rüzgar, kokular, yıldızlar, karanlık... zindan bile bir günümü bir günüme eşit kılamıyor.