uludağ sözlük hikaye paylaşım platformu

entry1 galeri0
    1.
  1. Sözlükteki yazarların hikayelerini paylaştığı başlıktır.
    Uzun zamandır yazıyorum ve bu şekilde bir başlık açarak edebiyat alanına ilgili duyanlara, kitap okumayı/yazmayı sevenlerin ilgisini çekebileceği bir başlık olduğunu düşünüyorum. Zaman buldukça ve eğer beğenilirse ben buraya yazmaya, yazdıklarımı başlığa aktarmaya gayret edeceğim. Yazarların da hikayelerini -eğer varsa- buraya yollamalarını, böylece entelektüel bir çerçevede bir çerçevede birbirimizi değerlendirebileceğimizi düşünüyorum. Lütfen, geyik olsun diye bir şeyler yazmayalım ki gerçekten okumak isteyen insanlara da bir yardımımız dokunmuş olsun. Ayrıca, yazmak isteyen yazarların yazarken takıldıkları noktalar olursa bana mesaj yollayıp, sorabilirler. Seve seve yardımcı olurum. Her şey önümüze açılmış bir kitaptır çünkü!

    Roma'ya kar gelmiş, sokaklar beyaz örtüyle kaplanmıştı. Romalılar durumlarından bir hayli memnundular. Bu güzel şehre genellikle kar yağmaz, kar taneleri henüz yere düşmeden ölürlerdi. Oldu da sağ kalan olsa bile bu en fazla birkaç gün sürer, geriye çamurdan başka bir şey kalmazdı. Bu sene ise durum farklıydı. Bulutlar bu küçük kar tanelerini hangi şehre bıraktıklarını bilmiyorlarmış gibi bitmek bilmez bir hırs içerisinde, bu şirin kristalleri cömertçe etrafa saçıyorlardı. Stefano, Viale Delle Provincie Caddesi üzerinde yavaş ve isteksiz adımlarla ilerliyordu. iki aydır evin kirasını ödeyememiş, çareyi ev sahibinin dükkanına gitmekte bulmuştu. Ev sahibi Bayan Bianca, yaşı altmışa dayanmış; dul bir kadındı. Nedense her zaman huysuz görünür, şikayet edebileceği en ufak bir şey bulmaya görsün, dakikalarca hiç susmadan konuşabilirdi. Stefano neler olacağını az-çok kestirebiliyor; ayakları bu nedenle gerisin-geri eve dönmek istiyorlardı. Ancak yapabileceği herhangi bir şey yoktu. Er ya da geç, oldu da o kadının yanına gitmese bile, kadın onu bir şekilde bulacak; bu konuşma yapılacaktı. Ayrıca hem kadının parasını vermeyip de hem pişkin pişkin evinde oturmak kendine yakıştıracağı bir davranış değildi. insanlar paraya sıkışabilirdi, parasız da kalabilirlerdi. Ancak her işin bir yolu-yordamı vardı. Oldu da anlaşamasalar bile ne olacaktı? Canını alacak değillerdi ya!
    Cadde üzerinde gelişigüzel bir şekilde park edilmiş birçok araba vardı. Arabalar sıra sıra dizilmişler, kar taneleri çoğala çoğala üstlerine bembeyaz bir yorgan çekmişlerdi. Karın bu derece kuvvetli yağıyor olması Stefano'nun içinde şaşırılacak derecede güzel hisler uyandırmış ve de bir nebze olsun rahatlamasını sağlamıştı. Ruhunun, kirlerinden arındığını hayal ediyor bu da onun inanılmaz derecede gevşemesine neden oluyordu. Öte yandan en son aldığı botu -muhtemelen on yıllık vardı- yanlardan su alıyor, bu da ayaklarının buz kesmesine neden oluyordu. Ayrıca soğuklarla beraber başlayan bir diz sızlaması vardı ki bazen dayanılmaz bir hal alır; içinden, bacağını diz hizasından kesip; gelişigüzel bir şekilde ilk gördüğü çöp tenekesine atıp kaçmak duygusu uyandırırdı. Çok küçükken -yaşını tam olarak hatırlamıyordu- evlerinin bahçesindeki ağaçlardan birine tırmanmış, ağacın dalında gördüğü yeşil-sarı renkli bir kuşu yakalama hevesine kapılmıştı. Kuş, onun üzerindeki dalların en ucunda, şaşkın bir biçimde ötüyor, bir yandan da kaçamak bakışlarla bu yabancının ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Stefano ise kuşun kaçmasını istemediği için ağır bir şekilde dalları tırmanıyordu. Ne olduysa o an oldu. Sağ elini bir üst dala uzatmış; dalı güçlükle tutabilmişti. Sol ayağı ile ağacın gövdesinde bir çıkıntı bulmuş, güya oradan destek alıp, bir üst dala tırmanacaktı. Bütün ağırlığını ağacın gövdesindeki çıkıntıya verince, ilkten hafif bir çıtırtı duyuldu, daha sonra ise hızlıca bir düşüş. Yerdeydi. Yaklaşık dört metreden sağ dizinin üzerine düşmüştü. Aradan onca yıl geçmesine rağmen, o acıyı halen unutamıyor, düştüğü an aklına geldiğinde bile dizini sızlatmaya yetiyordu. Havanın böyle soğuk olduğu zamanlarda ise şiddetli bir ağrı baş gösteriyordu. Hatta dikkatle baksaydınız, Stefano'nun hafiften topalladığını bile görebilirdiniz. Bu topallama hadisesinden dolayı zaman zaman utandığı oluyordu. işin özü, kimse durumun farkında değildi ancak onun farkında olması utanmasına yeter de artardı.
    Caddenin sonuna geldiğinde Ippocrate Caddesi tarafına döndü. Bir önceki caddeden farklı olarak, sağlı sollu birçok kitapçı vardı. Bu caddenin sonunda Sapienza Üniversitesi başlıyordu ve bu nedenle Roma'daki kitapçıların birçoğu cadde üzerinde konuşlanmıştı. Burada orijinalleri oldukça pahalı olan kitapların korsanlarını kolaylıkla bulabilirdiniz. Halbuki üniversite dediğin yer, sorgulamak fiilinin bilakis hayat bulduğu, sınıflarda ruhunu hissettirdiği bir yer olmalıdır. insanlar açlıktan ölüyorken, kim faiz ile enflasyon arasındaki ilişkiyi bir mantık çerçevesine oturtmaya çalışabilir? Adına eğitimci dediğimiz canavarlar mı?"
    Yürüdükçe ayakları iyice su içinde kalıyordu. Hava buz kesiyordu ve çorapları tamamen sırılsıklam olmuştu. Parmak uçlarını hissedemiyordu. Neyse ki az kalmıştı, ev sahibinin dükkanı az ilerideydi. Kapıdan içeri girdiğinde vücudunu sıcak bir hava kucakladı. Dükkanın ortasındaki masanın üzerine cam bir bölme yerleştirilmişti. Bu bölmenin içinde ise çeşit çeşit kolyeler, küpeler ve yüzükler vardı. "Bu kadar parladıklarına göre oldukça değerli olmalılar." diye düşündü. Gerçi bazı insanlar da böyle parlıyordu. Nedeni ise sadece ışığı doğru yerden almalarıydı. Halbuki karanlıkta da parlayabiliyorsanız, o zaman farklıydınız. Masaya iyice yaklaştığında, kenarlardaki küçük beyaz aydınlatmaları görebilmişti. Raflarda envai çeşit kolye zinciri ve rengarenk taşlar vardı. Her taşın köşesine bir etiket yapıştırılmış, taşın özellikleri hakkında bilgiler yazıyordu. "ilham getiren bir taş varsa, şansımı deneyebilirim. Hmm… Huzur için gök mavisi bir taş… Ah evet mutluluk için koyu kırmızı... işte burada, hastalıktan korunmak için çimen yeşili bir tane... Aman Tanrım! insanlar birbirlerinin enerjisini aldığı yetmiyor gibi bir de taşların enerjisini mi almak istiyor! "
    Birden dükkan sahibi yaşlı kadın masanın diğer tarafında bulunan küçük ofis kapısından içeri girdi. Bayan Bianca, dini inancından bağımsız olarak Stefano kendini bildi bileli saçını tam örtmeyecek ancak uçlarından gözükecek şekilde eşarp takardı. ilk olarak öğrencilik yıllarında tanıştığı bu kadıncağız, yıllar içerisinde inanılmaz bir şekilde çökmüştü. Bunda kocası Bay Ricardo'nun erken ölümü büyük bir pay sahibiydi. Bayan Bianca'nın boyu oldukça kısaydı ve üzerine her zaman alakasız renklerde ve bedenine oldukça bol gelen elbiseler giyerdi. Bugün de üzerinde çok açık sarı bir elbise ve elbisenin sağ tarafında, Bayan Bianca'nın tam kalbinin bulunduğu yerin üstüne gelecek şekilde kırmızı renkli büyük bir broş takmıştı. Stefano broşu daha yakından gördüğünde ise içinde Bay Ricardo'nun resmi olduğunu anlayacaktı. Tanışmaları, Bayan Bianca'nın kocası hayattayken olmuştu. O zamanlar San Giovanni'de yaşıyorlar, apartmanlarındaki dairelerden birini de öğrencilere kiralıyorlardı.
    Stefano mahcup bir sesle:
    "Merhaba Bayan Bianca, nasılsınız? " dedi. Bayan Bianca, Stefano'nun mahcup ses tonuna hiçbir müsamaha göstermeden:
    "iki ay oldu. iki aydır neredesin? Kaç kere telefon ettim sana! Ne yani? Bu ne demek oluyor canım! Kendi evimde ne olduğunu öğrenmek için senin buraya şeref buyurmanı mı bekleyeceğim? "
    Yaşlı kadın haklıydı. Yerden göğe kadar haklıydı. Zaten Stefano'yu acımasızca ezen de kadının haklı olduğunun bilincinde olmasıydı:
    "Lütfen, dinleyin. Telefon faturasını da bir nedenden ödeyemediğim için çalışmıyor. Yani aramış olsanız da cevap verme şansım yoktu. Tabii ki bu demek değil ki kızmakta haksızsınız. Size hak veriyorum. Bu aralar çok sıkıntılı günler geçiriyorum ve affınıza sığınarak buraya geldim. "
    Yaşlı kadın geri adım atacakmış gibi görünmüyordu. Stefano konuştukça kadının göz kapakları seğirmeye başlamıştı. Hala sinirli olsa da sesini sakinlik içinde konuşuyormuş gibi alçalttı ve alaycı bir tonla:
    "Hayır efendim! Ben böyle bir sorumsuzluk görmedim diyeceğim ama gördüm! Hem de kimden? Yine senden bayım! Ah zavallı Ricardo görseydi de anlasaydı, oysa zamanında ne çok demiştim senden adam olmayacağını!"
    Stefano tam da tahmin ettiği gibi, bunak kadın şikayet edecek bir şey bulmuş, onu diline dolamış, konuşuyor da konuşuyordu:
    "Biliyorsun, benim gözüm seni hiçbir zaman tutmadı ama zavallı Ricardo -tanrı bilir ya neden! - seni çok severdi. Eh ilk başlarda öğrenci olduğundan hadi sana acıyorduk diyelim. E şimdi? Kaç yaşına geldin hala bir işin yok! Varsa yoksa evinde otur da kimsenin umurunda olmayan kitaplar yaz! Sen iki aydır paramı vermiyorsun. Bu dükkan para mı getiriyor sanıyorsun bayım? Tanrım, Ricardo'ya hep derdim, ticareti yoksulla, emekçiyle yapmayacaksın. Eh işte görüyorsun ya; sonra böyle peşinden koşturursun!"
    Stefano, dükkanın ne denli çok para getirdiğini biliyordu. Bu dükkan sayesinde ilk kendi oturdukları daireyi, daha sonra ise dairenin bulunduğu apartmanı almışlardı. ilk başta hep beraber San Giovanni'deydiler. Stefano'nun üniversiteden mezun olduğu dönemde ise orayı satarak Piazza Bologna'daki daireyi almışlar, artan parayla da Nomentana üzerinde küçük bir daire almışlardı. Bayan Bianca, insanoğlunun en klişe özelliğini bir kez daha gözler önüne sererek, doyumsuzluk konusunda küçük bir gösteri sergiliyordu. insanlar istekleri konusunda sınırsız bir arzuya sahiplerdi. Bir insana mutlu olması için neler istediğini sorun; saydığı ne varsa hepsini ona sağlayın, sırf mutsuz olmak için yine elinde olmayan bir şeyi bulacaktır. insanlar sanıldığı gibi mutlu olmak için değil, mutsuz olmak için yaratılmıştır. Ama bu mutsuzluğun sebebi dış etkiler değil, bizzat kendileridir. Bunların yanı sıra, kadın, kirasını zamanında alamadığı için söylediği her şeyde haklıydı. Fakat bu demek değildi ki her konuda bir lafı olsun ve saçmalasın. Emekçiyle ticaret olmayacağından, bu insanların yoksul olduğundan bahsediyordu. Nasıl olurdu da dünya üzerinde bir amaç uğruna emek sarf eden kişi yoksul olabilirdi? Bu kişi olsa olsa dünyanın en zengin insanı olurdu. "Ne yazık! Çok yazık! Yakın zamanda ölüp gidecek olan bu kadın, bunca yıldır yaşadığı bu hayatın, ne anlama geldiğini bile kavrayamamış!" diye düşündü. Bir nevi, kalınca bir kitap okuyup da kitabı bitirince birinin kitabın ana fikrini sorması ve sizin hiçbir fikriniz olmaması gibi bir durumdu. Stefano düşündüklerinin hepsini beynindeki küçük bir çekmeceye sakladı. Bu konularda en son tartışacağı insanlardan biri Bayan Bianca'ydı.
    "Haklısınız." dedi. "Evet, kirayı ödeyememiş olmak bir hataydı ve bu da yetmezmiş gibi, bir de üzerine iki ay herhangi bir haber vermemek; beni yerin dibine sokuyor. Sizi anlayabiliyorum. Ancak konunun bu kısmı ile işimin olmaması ya da yoksul olmam kısmı arasındaki ilişkiyi anlayabilecek zekaya sahip, maalesef ki değilim."
    Bayan Bianca, Stefano'nun bu sözleri üzerine kaşlarını olabildiğince çattı. Stefano ise sakin bir ses tonu ile devam etti:
    "Anlayamıyorum çünkü benim yerimde zengin ve çok iyi bir işte çalışan biri olsaydı ve bu kişi belki çapkınlığından, belki de başka tutkularından dolayı kiranızı ödeyemeden bütün parasını harcasaydı, o zaman da bunlardan mı bahsedecektiniz? Yani size göre bir insan toplumsal normlara göre el üstünde tutulmayı hak eden biriyse kirasını geciktirmesinde bir sakınca yoktur; öyle mi?"
    Yaşlı kadın bu sözler üzerine nereye uğradığını şaşırdı. Bir an için ağzını açıp konuşacak gibi oldu ancak muhtemel bir şekilde, bu çıldırmış adamla başa çıkmayacağını anlamıştı. Stefano bu tartışmayı daha fazla devam ettirecek değildi. Sadece "Ne insanların ağzına laf veriyorum!" diye kendine sinirliydi
    Kadına iki hafta içinde borcu ödeyeceğine dair söz verdi ve dükkanı terk etti. Kendine öfkeliydi. Hayata öfkeliydi. Parası yoktu, ona öfkeliydi. Kaldı ki parayı icat ettikleri için Lidyalılara bile öfkeliydi. iki hafta içinde borcunu nasıl ödeyeceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Hızlı adımlarla devam etti. Ayakları yapış yapış olmuştu ve suyu da çeken botun ağırlığı giderek artıyordu. Bu da dizlerinin daha çok sızlamasına neden oluyordu. Kumar mı oynasaydı? Kahkaha atmamak için kendini zor tuttu. "Kumar oynamak... Ne için? Elindekini de kaybetmek amacıyla mı? Olur da kaybetsem ne olur? Bir tek canım var. " Kumar oynamayı bilmiyordu bile. Babasını mı arasaydı? Hayır, bu da olmazdı. Uzun zamandır ailesi ile görüşmüyordu ve bunca zaman sonra sırf para istemek için onları aramak, kendine olan saygısını ayaklar altına almaktan başka hiçbir halta yaramazdı. Ayrıca babasının, kendisinin parasız kaldığını bilmesini kati surette istemiyordu. Peki ya bir bankaya uğrayıp biraz kredi çekseydi? Kendi kendine "Saçmalama" dedi. "Düzenli hiçbir gelirin yokken hangi banka sana inanıp da para verecek? Tamam, para kazanmak uğruna yapmayacakları şey yok ama senin gibi çulsuzdan ne kar edeceklerini düşünecekler." Kendine hak verdi. Geriye bir tek seçenek kalıyordu: Adrian. Kendi yeteneğine göre daha iyi para kazanabilecek olan bu adam, Roma şartlarına göre halen iyi para kazanıyor sayılırdı ve pekala Stefano'ya bir miktar borç verebilirdi. Bunları düşünürken Nomentana Caddesi üzerinde ağır adımlarla ilerliyordu. Her an bir kahkaha atabilirdi. Sinirleri o derece bozulmuştu. Kar kıyamet bir günde, ayakları sular içinde kalmış, yetmezmiş gibi dizi iyice sızlamaya başlamıştı. Ellerini hissetmiyordu. Soğuk hava yüzüne tokatlar atıyordu. Cebinde, bir haftadır nereye harcayacağına karar veremediği yalnızca on eurosu vardı. iki hafta içinde ödemesi gereken kira borcunun gerginliği sağ cebinde öylece duruyordu. Her an çığlıklarla dolu bir kahkaha atabilirdi. Daha geçenlerde katil olduğundan şüphelendiği ve 'en yakın' arkadaşı olarak nitelendirdiği Adrian'dan borç almayı düşünüyordu. Hangi yüzle olduğuna ise eve gidince karar verecekti. Sinirlerinin bozulması için yeteri kadar sebep vardı. "Ne olacak ki? Eve gider ve dolabımdan herhangi bir yüz seçerim." Bütün cadde bir anda sesini yükseltti. Sanki bir anda herkes, birbiriyle sözleşmiş gibi yüksek sesle konuşmaya başladılar. Öyle ki bir anda herkes Stefano'nun kulaklarımın içinde konuşmaya başladı. Terlemeye başlamıştı, alnından boncuk boncuk terler akıyordu ve o bu akışın her anını hissedebiliyordu. Arabaların egzozları neden bu kadar ses çıkarıyorlardı? Stefano koşmak istiyordu; hızlıca koşup oradan kaçmak. Neredeyse kahkaha atacaktı. Bütün bu seslerin arasından bir ses:
    "Bu tarafa... "
    Ne olduğunu anlayamadı. Ses çok derinden ve uğultu bir şekilde gelmişti:
    "Bu tarafa, caddenin karşı tarafındayım. "
    Olamazdı. Bu sesi bir yerden tanıyordu. Bu sesi çok yakından tanıyordu. On beş sene önce, Charlotte'da duymuştu. Ah o güzel ses, burada... Roma’da! Onca yıl sonra... Ne işi olabilirdi? Arabaların yoğun oluşuna aldırmadan yola atıldı, ses caddenin diğer tarafında olduğunu söylüyordu. Kaybetmemeliydi. Bir kere daha kaybedemezdi... Ancak kendi bulunduğu kaldırımdan diğer kaldırıma aşağı yukarı on metre mesafe vardı ve kimseyi göremiyordu. "Hayır, orada olduğunu söyledi... Orada olmalı! Sadece karşıya geçmem gerekiyor... Düşün Stefano düşün! Sadece on metre uzakta..." Tam yolu yarılamıştı ki bir fren sesi koptu.
    "Acele etmelisin, gidiyorum."
    Stefano geç kalamazdı. Fren sesi kulaklarında yankılanıyordu. Bu sefer durmasına engel olabilecek hiçbir engel yoktu... On beş sene önce bu şansı kaçırmıştı; bir daha kaçıramazdı.
    "Az kaldı, çok az!"
    Sadece iki metre bir mesafe kalmıştı. Adımlarını biraz uzun atsa daha hızlı bile varabilirdi. Bu anı çok uzun zamandır bekliyordu. Bir fren sesi daha koptu. Derinlerden ve uzun bir fren sesi… Tok bir ses duyuldu ve caddenin ucundan bir çığlık, derin bir acı. Demirin sertliği… Aracın kaputuna çarptı ve üstüne yığıldı. Ses uzaklaşıyordu. "Hayır, hayır... " Kalkmalıydı. Uzaklaşmadan gitmeliydi. Boncuk boncuk terliyordu. Ayakları buz içinde kalmıştı ve parmaklarını hissetmiyordu. Üstüne üstlük demir çok soğuktu. Dolabından kendine bir yüz seçecek: Adrian'dan para isteyecekti. Bütün hüzünlerini sol cebine sıkıştırmıştı. Bir adam küfürler ediyordu. Kapıların açıldığını duydu. Bir kahkaha atsa rahatlayacaktı...
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük