sevişmek bir savaşsa,sütyen en büyük kalkanıdır kadının
Her akşam olduğu gibi aynı bardaydım.Hergün,sikik tek yumurta ikizleri gibi birbirinin aynı olduğu için yeni şeyler yapmak istemiyordum.Bir bira söyledim,karşımdaki piliç tekilla.Uzunca inceledim onu.içkinin,beyaz gırtlağından içeriye doğru nasıl süzüldüğünü,ağzının kenarlarında kalan damlaların göğüslerine damlamasıyla sütyeninin ıslanışını gördüm.Tanrım!Görünmez bir sınır vardı.Ne kadar da saçma değil mi lan?Karşında duruyorlar.Canlı canlı balkonlar.Ama lanet ellerini kaldırıp dokunamıyorsun bile.Kimin kuralıydı bu?Bu kuralı koyan kesin bıyığı hizalı kesilmiş ibnenin tekiydi.Göt herif!..Diye bağırdım ve hesabı ödeyip kalktım.(Hesap ödemek, bu da bir kuraldı)
Taksi durdurup eve dönmeyi planlıyordum,ama karşımda oturan pilicin peşimde olduğunu topuklu ayakkabılarının sesinden anladım.Önümdeki aynadan da görmüştüm onu.Yarraki bir tavırla kapıyı açtım ve önden geçmesini sağladım.(Bu da bir kuraldı.)Eğer ben kapıyı açıp,önünden gitseydim geceyi 3-4 sapla karı kız muhabbeti yaparak sonlandıracaktım.(Oyunu kurallarına göre oynamaya devam ettim.)Sigarasını çıkarttı,çakmak uzattım.Hava dedi,hava çok soğuk.Belli ki paltomu istiyordu sürtük.Verdim paltomu.Adın ne dedi,söyledim.Lindaymış adı.Ama pek ilgilenmedim adıyla.Tadını merak ediyordum daha çok,sütyenin arkasındaki bir bebek kadar savunmasız,bir bebek vildi kadar pürüzsüz göğüslerini.(bunu ona söyleyemezdim,bu da bir kuraldı''Kahrolası muhabbet neticelenmiyordu.Hevesimi kaçırmaya başlamıştı ve ödediğim hesabın iki katı kadar daha içmeliyim diye geçirdim içimden
Havanın soğuk olmasına aldırış etmeden açıktı göğüsleri,sütyenini görebiliyor ve kokusunu alabiliyordum.sarı saçlarının altında siyah sütyen, o an başka birşey düşünemez olmuştum,gözlerim oraya sabitlenmişti adeta.''bebeğim sütyenin''dedim''ıslanmış.neden çıkartıp göğüslerine rahat vermiyorsun,bu onlara yapılan bir haksızlıktır''. cevap vermedi,sadece gülmekle yetindi ve sütyenini çıkartıp elime verdi.''neden daha eğlenceli birşeyler yapmaya gitmiyoruz?''dedim sütyenini koklayarak ve cevap vermesine gerek kalmadı.Paltosunu çenesine kadar çekmiş,uzun boylu,ince,ses tonu aşşağı mahalle travestilerini anımsatan bir orospu çocuğu geldi,Lindayı koluna taktı ve yürüdüler.Oradaki tek kazık bendim artık.içeri girdim,elimde sütyen,burnumda kokusu...Barmen bana bir bira daha dedim,karşımdaki piliç tekilla söyledi ve onu izlerken,sütyenini çekip göğüslerine yapıştım.Sikmişim kuralları..
mahallenin en güzel kızı nazlı, adı müsemma bir kızdı. kimsenin arkadaşlık teklifini kabul etmez erkekleri yanına yaklaştırmazdı, son burun bükücüydü lakabı, erkekler arkasından atıp tutsa da bilgisayarlarının yanındaki peçeteye uzandıklarında hepsinin ağzından çıkan tek kelime vardı ah nazlı.
dışarıda lapa lapa kar yağıyordu, ailem köydeki tarlaya müşteri çıktı diye apar topar memlekete gitmişti, tek besin kaynağım patatesti. tavadan çıkardığım patatesleri tabağa koymuştum, poşette ekmek olmadığını fark edince üstüme montu alıp hızlı adımlarla bakkala yürümeye başladım. rüstem amca deftere ekmeği yazarken ben dışarı çıkmıştım bile apartmanın girişinde nazlı yı gördüm. kapı önünde oturuyordu, hiç bir şey demeden yanından geçeyim en iyisi ''s7v7n çok kötüyüm'' beynim bana oyun oynuyor, nazlı konuşmadı olum yürü eve ''s7v7n lütfen yardım et'' durdum yere çömeldim, ağlıyordu içim burkuldu.
-nazlı iyi misin?
+s7v7n taşınıyoruz.
-nereye taşınıyorsunuz?
+çok uzaklara.
-seni bir daha göremeyeceğim yani.
+evet.
-gitmesen nazlı.
+gitmem lazım.
-üşüyeceksin burada, bize çıkalım mı?
+gelsem mi?
-gel hadi patates kızartmıştım.
kolundan tutup kaldırdım, içeri girdik asansörün düğmesine basıp beklemeye başladık. omzunda yaslanıyordu düşmemek için, 7 kata çıkarken omuzumun üstündeki kafasını kaldırıp bana bakmaya başladı, gözlerindeki yaşlar hala duruyordu yanağından akan yaşı öpmeye başladım nazlının, gözlerini kapatıp dudaklarını dudaklarıma kenetledi.
asansörden deli gibi öpüşerek inmiştik, anahtarı tek gözümü açarak yuvasına sokmaya çalışıyordum, başarmam uzun sürmüştü ama tarifi anlatılmaz bir mutluluk yaşıyordum. ilk defa bir kızla cinsel seks yapacaktım daha büyük bir mutluluk yoktu benim için.
kapının sertçe duvara vurması hızımızı yavaşlatmamıştı, nazlı dudaklarımdan yavaşca aşağı iniyordu boyumu öpmeye başladığında ben üstümdeki montu çıkarmıştım. ''çok hızlısın s7v7n yavaş ol'' diye inlemesi benim durdurmadı, üstüm tamamen çıplaktı artık salonun köşesindeki kanepeye yuvarlanarak düştük. nazlı üstümde adeta dans ediyordu, boynumu öperken kulağıma ''seni istiyorum '' diyordu, o kadar yavaş söylüyordu ki her nefes alış verişinde kulağımı dili ile yalıyordu kendimden geçmiştim. acemi olmadığı belli etmemek için elimden geleni yapıyordum.
nazlı üstündeki montu çıkarıp televizyonun üstüne fırlattı, olum bu kız çok tecrübeli diye düşünüyordum ki, hırkasını çıkarmıştı bile onuda televizyonun yanındaki annemin en çok sevdiği çiçeğin üstüne attı sanırım bir kaç dalı kırıldı çiçeğin, artık sabırsızlanıyordum. yeşil kazağını çıkarırken gülümsüyordu bana mahallenin en güzel kızı yanımda soyunuyordu, kimse inanmayacak buna kazağını çıkardığında altında gömleğinin düğmelerini benim açmamı istedi, heyecandan ellerimin titrediğini fark ettim düğmeleri açarken memelerini görmeden kalp krizi geçirecektim.
gömleğin altındaki badi yi yırtmaya çalıştım, ama kulağıma eğilip ''acele etme canım'' demesi mayışmama neden olmuştu. badi yi yavaş yavaş çıkarıyordu o kadar ağır sesiz hareket ediyordu ki, saatin tik tak sesinden başka odada ses yoktu. badi nin altın da beyaz atleti görmem kanın beynime sıçramasına neden olmuştu.
-bu ne yaa marul gibisin.
+canım ama hasta mı? olayım.
olma tabi son parça bu herhalde sabret olum atletti yukarı sıyırdığında, vücudunu göre biliyordum, biraz yukarısında sutyeni gözüktü pembe en sevdiğim renk dayanakcak gücüm kalmamıştı. artık kontrol ben de olmalıydı ama ne yapacağım bundan sonrasında ne yapılıyor hiç bir bilgim yoktu.
nazlı üstüme eğilip beni öpmeye başlamıştı bir anda durdu ''annem beni çağırıyor.'' yok sana öyle geldi kimsenin sesini duymuyorum ben hadi çıkar sutyeni ''hayır ben duyuyorum'' 2 kattan annesi ''nazlı, nazlı' diye bağırıyordu gerçekten bariton bir sesi vardı annesinin, nazlı kalktı üstünü giyinmeye başladı.
-yaa nereye dursana.
+çıkıyorlar galiba eve gitmem lazım.
-kal bizde gitme.
+hayır gitmem lazım. al bunu hatıra kalır.
sıradan bir günün sıradan akşamüstüsünde, kaldırım parkelerinin çizgilerine basmamaya özen göstererek sürüklüyordu bedenini; nereye gidiyorum? diye sormaksızın. telaşla yürümediği, acele etmediği besbelliydi; bir planının olmadığı buradan anlaşılıyordu. bir süre seyrettim, önümden geçerken kokusunu bir olta kancası gibi dudaklarımın bitiştiği yere saplayan kadını; makara dönmez oldu, misina bitti, sürüklenmeye başladım peşinden çaresizce.
yürüdük, yanyanaymışız gibi, kolkolaymışız gibi; dakikalarca yürüdük. ayakkabısının topuklarından çıkan ses metronomdu sanki ve biz de birbirinden bağımsız notalardık; hiç bitmeyecek romantik bir şarkı gibiydi her şey; yürüdük.
zaman zaman yavaşlıyordu. ve genelde mağaza vitrinlerinin olduğu yerlere denk geliyordu bu; hatta bir iki yerde tamamen durduğu da oldu ancak 2 saniye bile sürmedi dinlenme faslı; yürüdük.
topuk sesleri daha uzun aralıklarla gelmeye başladı; daha uzun, daha uzun... ve durdu. 5 saniye oldu, hala duruyordu. dakika oldu hala... bu seferki mağaza vitrini bir şekilde tutuyordu; eğildim baktım, bir kadın içgiyim mağazasıydı bu çok beklediğimiz durak. içeriye yöneldi, surat ifadesi yok gibiydi. içeriye girdiğinden olsa gerek, kokunun, oltanın ve hatta kancanın da tesiri azaldı; bir an çevreye baktım; ne kadar kalabalıktı. oysa ben bir saattir sadece o ve ben yürüyoruz sanıyordum.
elinde süslü bir poşet; çıktı; kokusu genzimi yaktı. kancayı hatırlattı bu bana; dudaklarım sızlamadı değil; seve seve sürüklenmeye devam ettim peşinden.
kafamdaki romantik algıyı biraz olsun yıkmıştı sütyenci poşeti. aklıma mani olamıyor, hangi renk aldı, hangi beden aldı gibi sorularla boğuşuyordum. ilk kez vücudunu süzdüm; asimetrik kesilmiş düz saçlar, düzgün omuzlar, harika bir bel kıvrımı, enfes kalçalar ve topuklu ayakkabının taşımaktan onur duyduğu kusursuz bacaklar...
kafamı kaldırmaya çalışırken bluzunun kabarmasına neden olan kopçaya takıldı gözüm ve dakikalarca aynı noktada kaldı.
zihnimde soymaya başladım onu istemsizce. bluz, etek, ayakkabılar, çoraplar ve geriye kalan ne varsa aklımın sevişme odasının abuk sabuk yerlerine savurup attım. ama sütyen hala duruyordu. gözüm kopçasını rahat bırakmıyordu sanki. zihnimin elleri kalçalarını ve saçlarını okşamakla meşgul gibiydi...
sütyen hariç çırılçıplak kadın ve misina ucundaki adam; bitimsiz yollarca yürüdük, yürüdük ve yürüdük.
bütün vücudunu karış karış ezberledim. sevmediğim, dokunmadığım hiçbir hücresi kalmadı; defalarca seviştik, seviştik ve seviştik.
bir tek göğüsleri...
ah o lanet olası kopça...
lanet olası gözlerim...
işgüzar ellerim...
o yürüdü; ben seviştim...
bir saat kadar sonra...
- kimsiniz siz? ve beni neden takip ediyorsunuz?
- bilmiyorum.
gülümsedi.
bir apartmana girdi.
gözlerim dışarda kaldı.
mutluluğa perde çeken sütyen
ve kahpe kopçası hala onunlaydı...
çok önemli not: bu entry şahsıma ait değildir ve fakyü dergisi oluşumunu destekleyen, sözlüğün hanımefendi yazarlarında bir tarafından yazılmıştır. ilerleyen sayılarda kendi mahlasıyla da aramızda olacaktır.
bu sefer herzamankinden daha da geç kalmıştı adam. biraz öfkelendi ve gözlerini kitabının satırlarına
yeniden devirdi.
aradan çok da uzun olmayan bir zaman geçtiğinde kapı kilidine acemice anahtar sokulmaya çalışıldığını duydu.
kitabını bir yana koyup hızlıca kalktı yerinden. seri adımlarla kapıya yönelip, kapı dürbününden baktı. nihayet gelebilmişti adam.
ritüel haline getirdikleri erkek erkeğe aylık meyhane gecesinin bu ayki ayağı da son bulmuştu. belli ki bu sefer biraz fazla kaçırmıştı. kapı sürgüsünü çekip, kilidi açmasıyla kadının üzerine abandı adam.
rakı kokan nefesiyle durmadan öpüyordu kadını. adamın nefesindeki anason kokusu kadını rahatsız etmemişti bu kez, aksine hoşuna bile gitmişti.
dudaklarını adamdan kurtardı, bir eliyle adamı tutmaya çalışırken, diğer eliyle uzanarak kapıyı kapattı. adamı taşımaya
çalışarak, ağır adımlarla ve çokça sendeleyerek koltuğa kadar gelebilmişlerdi...
kalkarken koltuğa bıraktığı kitabın yanına oturttu adamı. odaya ağır bir anason kokusu hakim olmuştu. her ay bir gece düzenli olarak hakimiyetini ilan ederdi odada bu koku ve belki de odayı sıradanlığından kurtaran nadir zamanlarda hep bu hakimiyet gecelerinde olurdu.
"ne kadar çok içmişsin..." dedi kadın.
bunun üzerine kadını kolundan tuttuğu gibi yanına çekti adam sertçe. kadın koltuğa oturduğunda kitabının üzerine oturduğunu hissetti, ancak umursamadı.
bu şehvet dolu hareketin ardından olabilecekleri düşledi zihninde kısacık zaman birimlerinde.
düşlerine dalmışken kadın, kazağının bir çırpıda çıkarılmış olduğunu hafif titremeyle hissettiğinde şimdiki zamana uyandı.
adam, kadının kulağına dudaklarını dayamış "seni seviyorum, seni çok seviyorum" diye tekrarlarken bir yandan da öpüyordu.
adam kadınının nelerden hoşlandığını unutmayacak kadar kendindeydi. bu farkedişle birlikte kusursuz saatlerin başlamak
üzere olduğunu anladı kadın. adam bir eliyle kadının saçlarını arkadan tutup hafifçe çekerken, diğer eliyle de kadının
sütyenini çözmeye çalışıyordu.
daha o gün, bir arkadaşının yazdığı yazıyı okumuştu kadın; tek elle sütyen açmaya çalışmakla
ilgili... her nedense pek çok erkeğin asla beceremediği bir şey olduğu kanısına da arkadaşının bu yazısıyla kanaat getirmişti.
yine tek eliyle açamamıştı adam, kadın ince bir kahkaha attı. hafifçe itti adamı ve sütyeninin kopçalarını ustaca çözdü.
odanın havası yarı çıplak tenini okşuyordu, irkildi kadın. bu kez kadın adamın üzerine bıraktı kendini, bir eliyle adamı soymaya çalışırken...
o koltuk üzerinde ne kadar zaman geçti, ne kadar süre o koltukta kaldıktan sonra yatak odasına geçtiler her ikiside
bilmiyordu. kadının bildiği tek şey; uzun, ıslak ve çok sıcak geçen saatlerin ardından her hücresinin çığlık yankılarıyla
mutfakta krep yapıyor olduğuydu. düşlediğinden de iyi bir geceydi. gülümsedi...
kopyaları sıranın üzerine sırayla gömmüş, kimya dersinin son sınavına her türlü hazırdım ama hoca piç olunca...
- mesut sen şuraya geç, zeynep'in yanına geç.
zeynep'in amına koyayım sana bir şey olmasın hakkı hoca, siktin gençliğimi...
geçtik oturduk çaresiz, bu zeynep kaltağıyla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bir adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan. bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. neyse işte ben okul dışında babamın dükkanında takılıyorum bir gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bir etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlayacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma. dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede... neyse amına koyayım, zeynep'i sonra anlatırım.
yazılı kağıtları dağıtıldı, yazdığım kopyalardan aklımda kalanları hatırlamak için zihnimi yormaya çalışsam da zeynep pek müsaade etmedi.
yaz sıcağının aman vermeyen ilk evresi kendini hissetirmeye başlamış, kızlar çorapları çıkarmış, kopyalar bacaklara yazılmış... ulan iki damla aklım var o da gitti zeynep siktin dünyamı kapat o bacakları...
- bir şey mi dedin ?
+ ne na... nass... bi bi bi'şey demedim.
- he tamam o zaman.
+ kopya mı onlar ?
- evet ama az sessiz ol, duyacak hoca.
millet kopyayı sağlam yere yazmış arkadaş, bir yolunu bulup zeynep'den yardımı almam lazım, oluru yok başka.
o esnada zeynep hocaya;
- hocam istediğimiz sorudan başlayabilir miyiz ?
şeklinde bir soru sorup oturma pozisyonunu bana dönük olacak şekilde değiştirdi.
eteği neredeyse donuna kadar sıyırdı. bir yandan hocayı kesip diğer yandan da kopyaları okumaya çalışırken zorlanmış olmalıydı ki bana dönüp;
- ya mesut sen hocayı kessen ben de kopyaları geçirsem sonra sana da versem...
+ verecek misin ?
- evet sana da vereceğim ama yardım et bana.
+ tamam sen bak kopyalara ben hocayı keserim.
hakkı hoca rahat adamdı, zor sorardı o yüzden de masasından kalkmaz, pek de bizi siklemeden sınavın bitmesini beklerdi.
ben bir yandan kendisini diğer yandan da zeynep'i kesiyorum. fena güzel bacakları sınavı unutturuyor, akşam için malzeme oluyorlardı.
- kahretsin ya, burada da yok. bu bacağıma da yazmamışım...
siki hepten tuttuk, sınavın yarısına geldik daha bir soru çözdük o da tam değil.
+ ee şu çözdüğün sorulardan versene !
- dur ya mesut, az bekle...
neyi bekliycem amına koyayım, sınav bitti, ben bittim, ver artık zeynebbbbbbbb !
zeynep o kadar rahattı ki soruları çözmek, kopyaları görmek için eteğini tamamen sıyırmış, donunu görmek için çaba harcamama bile gerek yoktu çünkü yaklaşık küçük mesut'a bir karış mesafedeydi. bildiğin sınav bu başka bir şey değil.
büyük bir sınavın ortasındayım, bir yanda alakam olmayan kimya sınavı, diğer yanımda her şeyiyle zeynep...
- of ya, en az yetmiş almam lazım ve iki soru çözdüm.
+ yok mu başka kopya ?
neyse ben de o iki soruyu aynen geçtim kağıdıma ama daha yapmam gereken üç soru vardı ve ben mala bağlamış oturuyordum.
o esanda hakkı hoca turlamak için ayağa kalktı, sınıfın dışına doğru hareketlendi...
- mesut bak hele.
+ ne oldu ?
- sütyenimin kopcasını açar mısın ?
+ nene ne süt süt.... ha ne ?
- sütyenimin kopcasını açar mısın ?
ananı sikeyim, ne diyor bu kız, sütyen felan, ben vitrin menkenlerinin üzerindeki sütyenler dışında sütyen görmemiş bir insanım, bana aç diyor. nasıl açılır lan bu ?
- aç hadi şu kopçayı, olmuyor önlüğün altından, hadi hoca dışarı çıktı işte.
+ tamam.
iki elimle açmaya yeltendiysem de beceremedim...
- tek elinle dene.
+ iki elimle açamadım, tel elle nasıl açayım ?
- yöntemi böyle bunun.
vay amına koyayım, kız ağzıma sıçtı, acemiyiz arkadaş ama yüze de vurulmaz bu...
tek elle ve bir çırpıda kopçayı açtıktan sonra, zeynep elini koynuna götürdü ve bir çırpıda sütyenini çıkardı. üzerine kopyaları iliştirdiği sütyenini kucağına aldı ve kopyaları kağıda geçirmeye başladı. gömleğinin altından daha bir belirginleşen memeleri başka bir sınavın sorularıydı benim için. görsel şölenin final yaptığı bu anda sınav felan sikimde değildi artık.
bana dönük pozisyonda memeleri gözümün önünde eteği yarı beline açık bir kadın var yanımda ve ben hiç olmamam gereken yerde bir sınıfta bir sınav esnasındayım.
- hadi geçir kağıdına sınav bitecek şimdi.
+ ha ne ne bitecek ?
sevdiğim o filmde oynayan adam birkaç gündür rüyalarımın başrolünde.
önce beni mum ışığında romantik bir yemeğe götürüyor, sonrasında şemsiyesiyle ince yağan yağmurun altında yürüyoruz kol kola, evimin önüne geliyoruz, yukarı kahve içmeye davet ediyorum, eve girince ben üstüme rahat bir şeyler giyerken o da viskisini yudumluyor.
buraya kadar her şey izlediğim klişe romantik filmlerden olması gereken bir sahne işte. her şey yolunda yani.
sonra koltukta yanımdayken beni öpüyor, önce çekiniyor sonra kendimi kollarına bırakıyorum. derkeeeeeen telefonumun alarmı çalıyor, uyanıyorum. saati ertelemeye alsam da faydası yok, aynı rüyanın içine giremiyorum, öpemiyorum sevişemiyorum.
birkaç gündür aynı bu rüyayı gördüm durdum. tam aynı noktada uyanıyorum her seferinde. adam türk kızı gibi, gösteriyor ama vermiyor mübarek. neyseki yarın pazar, saatimin alarmı çalmayacak, istediğim kadar uyuyabileceğim ve rüyamı mutlu bir sonla bitireceğim bu gece, inanıyorum.
-----
pazar sabahı.
tanrım! o nasıl bir geceydi öyle?! inception denen şey neymiş yaşayarak öğrendim.
anladım ki, benim sert seks seven tarafıma aykırıymış bu romantik yemekler yürüyüşler falan. hem düşündüm, bu filmlerdeki tüm kadınlar her daim sütyen takıyorlar. bense nefret ederim sütyen takmaktan.
işte bu yakışıklı oyuncuyla misyoner pozisyonunda, sütyenimi çıkarmadan gerçekleştirdiğim orgazmsız seksten sonra daldığım uykumda mahmut abiyi gördüm. bakkal mahmut abi. "sevişek mi?" dedi bana, kikirdememe fırsat vermeden attı yatağa. sütyenimin kopçasını tek eliyle açtığı anda ilk orgazmımı oldum. sonrasıysa özgür kalmış memelerimin, özgür kalmış ruhumun, özgür kalmış arzularımın yansımasıydı sadece. "sağolasın mahmut abi, allah razı olsun" dedim, "haydi geçmiş olsun" diye cevapladı, popoma bir şaplak attı iğne yapmışcasına.
bu seks kokan rüyamdan romantik rüyama uyandım. bir de üstüne gerçek hayatıma geri döndüm, oflaya poflaya da olsa.
ve anladım ki, sütyenle romantizmin doğru bir orantısı var.
ve anladım ki, ben sütyen sevmediğim gibi sert seks seviyorum.
ve anladım ki, meme uçlarım da sevdaya dahil; memelerim hala sevgili.
olmuyor olmuyor...bir türlü o heyecanı bulamıyordum...
aysun'un o bal dudakları, kıvrım kıvrım omuzlarına inen saçları, fındık büyüklüğünde ve dimdik meme uçları, sütun gibi bacakları ve o kaymak gibi hazinesine rağmen bir türlü aradığım zevkin doruklarına ulaşamıyordum...
kabahat bende miydi?
asla...
pek tabii benim bu hüznüm ve mutsuzluğum aysun'u da mutsuz ediyordu.
oysa seviyordum onu.
ne isterse alıyordum, iç çamaşırlarını özenle seçiyordum en ünlü markalardan.
aysun herşeyin en iyisine layıktı zira...
ama o heyecanı bulamıyordum bir türlü...
****
önce kendimi tanıtmama müsade edin.
ben erhan. avukatım...mesleğimde gayet başarılı, henüz hiç dava kaybetmemiş, amerika'da olsa büyük bir hukuk bürosuna transfer olmak için e az 5 milyon dolar alacak biriyim.
ve yukarıda da belirttiğim üzre aysun'a aşığım...zira onlarca sevgilim içinden ayak tırnaklarımı kesen tek kadın oydu. o da beni seviyordu, karşılıksız ve umarsızca...
ve o'nu mutlu edebilmek benim yegane yaşam sebebimdi artık.
ama olmuyordu işte.
çılgınlar gibi sevişiyor, bedenlerimiz tanrılar ile titanların savaşları gibi birbirine sahip oluyordu, lakin eksik olan birşeyler vardı.
***
bu düşüncelerin ruhuma yansıyan mutsuzluğuyla çıktım evden.
büro'ya vardığımda sekreterim ezgi karşıladı, her zamanki gibi sade kahvemi elleriyle yapıp getirdi ve gün içindeki iş programıyla ilgili brifingine başladı.
özge 27 yaşındaydı, dolgun vücutlu seksi bir kızdı, ekseriyetle diz üstü etek giyer onun üzerine de gömlek giyerdi ve her zaman o gömleğinin üstten 2 düğmesi açıktı.
zaman zaman özge'nin bana sunduğu bu göz ziyafetine kendimi kaptırıp şeytana uymaya çalışsam da hemen rahmetli babam'ın şu vecizesi aklıma geliyor ve vazgeçiyordum.
"evlat, sekreterini siken çayını kendi doldurur..."
ooo...yooo...bunca varlık ve azamet içinde sekreterimi sikip, o'na tavizler veremezdim tabii...bu yüzden özge ile olan ilişkimiz bir patron-sekreter-göz banyosu eşiğinden öte gidemezdi. ve ben aysun'a aşıktım...
neyse,
özge sunumunu yaptı, fazla bir iş yoktu o gün. bir davaya müdahil olmam isteniyordu baro tarafından. bir göz attım. taciz davasıydı. "amına kodum sapıkları" dedim. yine bu sapıkları savunacak kimse çıkmamış baro başkanı da arkadaşlığımızdan ötürü benden ricacı olmuştu.
ricasını kıramazdım. ama benim gibi kariyerli bir avukatın bir sapığı, bir tacizciyi savunması...
***
öğlen gibi cezaevine gittim. sanık tutuklu yargılanacaktı. davanın ilk celsesi 3 gün sonraydı.
cezaevindeki avukat görüşme odasına getirdiler bahri'yi. 35-40 yaşlarındaydı, çirkin ama yapılı biriydi bahri.
bu tanışma faslından sonra neriman d. ye neden saldırdığını ve tacizde bulunduğunu sordum.
"dişi köpek kuyruk sallamasa..." tarzı klasik bir cevap verdi bahri.
ama devam ettik;
-bahri, bana birşeyler vermen lazım seni savunabilmem için.
+abukat abi, şeytana uydum, pişmanım, çıkar beni buradan ne olur...
-tamam ama elinde delil var mı neriman'ın da sende gönlü var mı bahri?
+neriman 30 senelik komşumuz, her zaman onu arzuladım ama o hiç bana bakmadı.
bu arada neriman'ın resimlerine baktım. tipik bir türk kadınıydı, herhangi bir seksapalitesi yoktu, ama elime aldığım o resim beni başka diyarlara alıp götürmüştü. neriman ve ben...aman allahım ne oluyor bana...şiddetle neriman'ı arzuluyordum şimdi.
alelacele çıktım oradan.
arabama bindim ve bir sigara yaktım, neriman'ın resmine bakarak tatmin oldum. aman allahım inanılmaz bir hazdı bu, hiç yaşamadığım, doğa üstü birşey...
kalbim yerinden fırlıyordu adeta.
iddianamede yazan adrese yol aldım hemen, burası şehrin kenar semtlerinden biriydi. aslında daha önce köy iken belediye kanunlarının değişmesiyle büyükşehir sınırları içine katılmıştı.(gereksiz bilgi detected)
***
neriman'ın evinin bahçe kapısından içeri girdim. iki ağaç arasına gerili iplerde çamaşırlar asılıydı, öndeki ipte asılı olan çarşafları geçer geçmez burnuma ipte asılı o beyaz sütyen temas etti. hafif nemli ve arap sabunu lavanta kokulu beyaz sütyen...
az evvel cezaevi çıkışında hissettiğim garip duyguları hissetmeye başladım, vücudum ateş gibi yanıyordu, çıldırmak üzereydim ki bir kadın sesi ile normale döndüm.
-buyrun ne istemiştiniz.
+şeyyy...ben bahri m. nin avukatı erhan tekin...
-defol git buradan, o sapık için mi geldin.
+hayır, ben olayı sizden dinlemek istedim bir de.
-ben annattım annatacağımı savcı bege. defol git buradan...
+peki peki kızmayın gidiyorum...
evet gidiyordum ama bir yandan da gözümü neriman'dan alamıyordum. tiril tiril allı pullu bir basma, çıplak bacaklar ve elbisesinden taşan iri göğüsler...
aman allahım o göğüsler bir süre önce o burnuma değen sütyenin içerisindeydi.
yemin ediyorum neriman'a saldırmamak için zor tutuyordum kendimi. yok böyle birşey, insanı tahrik eden bir titandı adeta neriman...
arabaya bindim ve hızla sürdüm.
ama nereye gittiğimi bilmiyordum, hızlı ve bilinçsizce sürdüm arabayı.
neriman'ın mahallesinden çıkmak üzereyken yol bitti. belediye girilmez tabelası koymuştu sokağın başına, semt pazarı kuruluyordu o gün belli ki. kafamı kaldırdım, sokağın girişinde çorap, don, atkı satan tezgahın hemen yanındaki tezgahta kalabalık bir kadın grubunun hücum ettiği bir tezgah gördüm. olamaz, bu tazgahın başında düzinelerce neriman vardı...
seri bir şekilde arabadan inerek tezgahın yanına gittim, etrafımda bir sürü neriman vardı, tezgahta da bir sürü burnuma değip beni tahrik eden sütyenler...
zevkin, orgazmın doruklarındaydım adeta...
tezgahtarın yanına gittim ve bugünü burada geçirip geçiremeyeceğimi sordum. adam şaşırdı ilk önce, lakin sonra kendimi tezgahın üzerine attım, ceketimi çıkardım ve sütyenlerden birini kafama, diğerini göğsüme ve sonuncusunu da kalçama takarak bağırmaya başladım...
"gellll. gellll...."
şu an belli ki ölmüştüm ve cennetteydim. o gün tam 120 sütyen sattım, sattığım her sütyenin alıcısının göğüslerini düşünerek zevkin doruklarına ulaştım, gün sonu tezgah sahibi 50 lira uzattı bana. "bu senin hakkın" diyerek. istemedim. onun yerine 50 liralık kadın iç çamaşırı aldım, bir poşete doldurdum ve aracıma binerek hızla eve, aysun'a koştum...
aldıklarımı salonun ortasına döktüm ve aysun'a bu gece her birini denemesini söyledim.
***
müthiş bir geceydi.
beni tahrik eden neriman'ın giydikleri sevdiğim kadın aysun'un bedenindeydi, unutulmaz mutlu bir gece geçirdik...hayatın sırrı bu olsa gerekti...
artık inanılmaz mutluyduk aysunla.
***
e haliyle dava ne oldu diye soracaksınız.
davanın seyri yaklaşık 3 celse sürdü, karar duruşmasında mahkeme başkanı son sözü bana verdi.
-efendim, bahri'nin suçsuz olduğunu iddia etmiyorum. bahri suçludur ve gereken cezayı almalıdır, lakin elimde önemli bir delil var ve bu delili sizinle özel görüşme yaparak paylaşmak isterim.
hakim davayı karara bağlamak için bu isteğimi kabul etti ve mahkemeye ara verip odasına geçtik.
-efendim, dava kararı için bana 2 gün verin sizinle keşfe gitmemiz gerek.
+ne keşfi yahu.
-efendim beni iyi tanırsınız, sizden rica ediyorum.
+peki
dedi hakim ve ertesi gün hakim ile birlikte neriman'ın evine gittik.
tahmin edeceğiniz üzre yine çamaşır asılıydı, ilk çarşaf yığınını geçince iplerde asılı olan sütyen bu sefer hakim bey'in burnuna çarptı...ve akabinde dolgun bacaklı, dolgun göğüslü ve muhteşem kalçalı neriman kapıda belirdi.
hakim'e baktım bir gözü sütyende, diğer gözü neriman'ı süzmekteydi. belli ki başka bir boyuta geçmişti.
aylar önce benim yaşadıklarımı yaşıyordu adeta...kolundan tutup arabaya bindirdim, aynı hız ve aynı bilinmezlikle pazar kurulan sokağın arasına daldım, arabadan indirdim ve koşarak iç çamaşırı satan tazgahın yanına geldik.
tezgah sahibi beni tanımıştı, hakim tezgahta mal seçen kadınları adeta gözleriyle sikiyordu...
o'na baktım...o da bana baktı...
-gidelim erhan. dedi...anladım ne demek istediğini...gidelim...
+hay hay efendim.
**
karar günü geldiğinde bahri benden habersiz söz istedi.
-hakim beg, ben neriman'ı seviyorum, o'na aşığım ve onunla bir ömür mutlu olmak istiyorum.
+ne diyosun olm sen. o seni seviyor mu peki?
-hayır, ama burada huzurlarınızda soruyorum, şayet kabul ederse karım olmasını istiyorum, o'na en iyi şekilde kocalık yapacağıma mahkemeniz huzurunda söz veriyorum...
bunun üzerine hakim neriman'a sordu.
-kızım sen ne diyorsun, adam seni seviyormuş, bak istersen vazgeç davadan evlendirelim sizi...
neriman'ın vereceği cevaba kilitlenmiştik. hakim ve ben...ikimiz de neriman'ın bahri'yi affetmesini, hayallerimizdeki kadının bahri'nin karısı olmasını istemiyorduk. ama bir yerde de hukukun üstünlüğüne olan inancımız vardı.
neriman'ın cevabı ikimizi de tatmin etti.
"istemem hakim bey, pis sapık cezasını çeksin..."
ve hakim kalemini kırdı...bahri'ye 5 sene ceza verdi...
davayı kaybetmiştim, ama hayatın anlamını bulmuştum.
**
o günden sonra cumartesi ve pazar günleri hakim bey ile birlikte bizim çamaşır tezgahına ortak olduk ve tanınmayacağımız şehirlere gidip tezgah açtık boş vakitlerimizde.
aslında hiç beceremedim tek elle sütyen açmayı. bu yüzden de hep uyandı sevdiceğim sabaha karşı girişimlerimde. sabah ereksiyonu bu durdurabilir misin ki? işte bu yüzden hep bahaneler uydurdum gülyüzlüme.
nasıl rahat ediyorsun şu sütyenle, çıkarsana yatarken,rahat rahat ohhh mis. dedi ki, rahat edemiyorum ben öyle, ama senin için katlanırım yine de...
beş gün öncesi...
kızılay' ın bu kadar kalabalık olduğunu ilk kez farkediyordum. o anda da daha önce kızılay' a hiç yalnız gelmediğimi fark ediyorum ve ilk kez kaldırımdaki çizgilere basmadan yürümeye çalışıyordum.
yalnızdım, yanımda sevdiceğim olmadığından başka şeylere odaklanabilirdim. o gittiğinden beri ilk kez dışarı çıkıyordum aslında. abazalık ile mutsuzluk arasında gelgitlerim seyrekleşmiş yerini daha fazla abazalık almaya başlamıştı.
nihayet uzun zaman sonra baktığım kadınlarda onun yüzünü değil, meme, kalça, kumral, sarışın esmer görmeye başlamıştım. artık zaman onunla diğer kadınları karşılaştırma zamanıydı.
ellerim cebimde sakarya' dan yukarı yürürken yol üzerinde bir yerde çay içmek istedim. soğuk ayaza rağmen dışarda oturup sigaramı da yaktım. kadınların en kötü huylarından birisidir, yanında başka bir kadın yoksa bir erkeğe bakmazlar. yalnızdım, onun için kendime hiç şans vermedim.
benim olmayan şeyler hep canımı sıkmıştır. güzel bir araba, güzel bir ev, güzel bir kadın; ulaşamadığımsa asla güzel değildir ve bakmaya da gerek yoktur. bu yüzden, masanın üzerindeki desenleri inceledim. işte o anda, yanıma gelen kızın sütyenle yatmayı seven kız olduğunu öğreneceğim aklımdan bile geçmemişti.
-ateşinizi alabilir miyim?
biraz zor ama yapabilirsen neden olmasın dedim içimden. sadece çakmağı uzattım. o kadar umutsuzdum ki buyur bile demedim.
-teşekkür ederim.
eyvallah dercesine bir odunlukla başımı salladım.
sonra olaylar gelişti işte. sütyenle yatmayı sevdiğini falan öğrendim. dedim ''kızım bu elimi rahatsız ediyor. meme ellemeden uyuyamam ben''. o da ''yerim lan elini, senden kıymetli mi'' dedi çıkardı attı siyah sütyenini.
''ama bir şartım var'' dedi. ''buyur'' dedim. ''en az sütyenim kadar iyi sar memelerimi''. daha iyi sardım... uyuduk.
kalabalık bi pazar yerinde pala bıyıklı adamın biri ''ikizlere takke ikizlere takke'' diye bağırıyordu. çıkmıştı tezgahın tepesine delice sütyen sallıyordu. bir tane sütyen de göğsündeydi.
eroin komasına girmiş keş gibi titreye titreye tezgahın önünde duran karıların arasına girdim ve kendime mani olamayıp tezgaha zıpladım. zira mor renkli sütyeni inek de görsem bile hemen sıvazlardım. bu benim en büyük handikapımdan, en büyük takıntılarımdan biriydi. mor sütyen delisiydim.
tüm karılar ayyy ağğ diye bağırırken pala bıyıklının arkasına çokdan dolanmıştım. birden sarılıp sütyeni delice mıncıklamaya başladım. pala çaresizdi.
tezgahın önündeki karılarda tahrik olmuş ve hepsi sütyenlerini çıkarıp meme uçlarını sivrileştirmeye başlamıştı. karıların memelerini gören pazar esnafıda meme uçlarını dikleştiriyor, tahrik olanların sayısı an ve an artıyordu. patatezcisi, soğancısı, elmacısı, simitçisi.. tüm her kes boşaldı boşalacak gibiydi. gözlerimizin beyazı çıkmış vaziyet de sıvazlaşıp duruyorduk.
tam mutlu sona ulaşırken zabıta gelip megafon ile bağırdı.
- napıyonuz lan amını siktiklerim
bu aşırı ses üzerine vatandaş kendine gelmiş, utancından telaşla kaçarak pazar yerini terk etmişti.
zabıtalar ise bom boş pazar yerinde sik gibi birbirine bakıp durdu. hem de tam 4 saat bakıştılar, tam 4 saat.
yine bir nisan akşamıydı, sigara dumanının rüzgarsızlık sebebiyle yılışıklığı bir hayli üzerindeydi. hani sonbahar gibi değildi, bir anda çekip gitmezdi boşluğa... hani bir kadının çekip gidişi gibi...
hani beyhude bir gemi kalkan limanların sarhoşluğunda,
meçhule gidenleri bekleyerek ömür tüketmiş bir kadın misali bir akşamdı.
işte böyle bir günde cebimde kuruş yoktu allah sizi inandırsın. acaba kısa yoldan nasıl voleyi vurabilirim diye düşünürken aklıma tokmakçılık gelmişti. ekmek istemez su istemezdi, ne kadar zahmetli ya da masraflı olabilirdi ki, en fazla bal ve muz kombinasyonunu çoğaltıp benim mrc'mi yani minik renksiz cesarettini her daim hazır tutmam gerekti.
onu bir komando gibi hazırlayıp kondisyonunu yüksek tutmam gerekliydi sadece... ve bu da benim için hiç zor değildi.
o kadar parasızdım ki 216 beygirlik arabama binip gece vakti aşermiş karısına şubat ayında karpuz arayan abazan kocalar gibi sağa sola bakınarak yol almaya başladım. amacım belliydi, yakışıklılığımı kullanıp önüme çıkan ilk zengin hatunu sikecektim. parasızlık iflahımı sikmişti, ben yaşlı kokananın birini sikmişim çok muydu? değildi elbet. sanıyorum nişantaşına geldim, bir kafeteryanın köşesinde bekleyen yaşlı buruşuk, suratı eşşeğin amına dönmüş bir kadın vardı. yanaştım;
-merhaba ben cesarettin.
+merhaba (merhabasında bile ihtiras vardı belli ki harman kalmıştı, amı sulandığı kesindi.)
-birşeyler içmeye ne dersiniz, yalnız olduğunuzu hissediyorum, çünkü bende yalnızım.
+olabilir, memnun olurum.
nasıl memnun olmazdı ki kendine bir tokmakçı bulmuştu, eğer ki bu delikanlıyı kafaya alırsa artık yarrak kıtlığından kurtulacaktı. arabama bindi ve yol almaya başladık, bir mekanda oturup sohbet ettik, o gördüğü ülkeleri tanıdığı insanları anlatırken bende bu çirkin kadın üzerinde kafamdaki fantazileri kuruyordum, erekte olmamak için zorluyordum kendimi... çünkü kot pantolon dar olunca çok rahatsız ediyordu beni. ardından sadede geldik, evine davet etti beni, tabi bende kabul ettim.
bu geldiğimiz yer ev değil adeta saraydı, götüm düşmüştü evi görünce, ev değildi burası... tarifsiz birşeydi...
sonra klişeler... kadın içki getirir ve sana koltukta yanaşmaya çalışır öyle değil mi? değil işte amk. içeri girdikten sonra yumruğumun iki katı büyüklüğündeki vajinasını avuçladım, ilk baştan onun transeksüel olduğunu düşündüm, çünkü daha öncede birlikteliklerim olmuştu, bu amcık olamazdı, olsa olsa kamyoncu yarrağı olabilirdi. yani öyle düşünmüştüm ama gerçekten elimi attğım şey bir amdı.
kadın deliler gibi öpüyordu beni, parasızlıktan diş macunu alamadığım için günlerdir fırçalanmamış sarı bir tabaka tutmuş dişlerime dil atıyordu, dilimi koparırcasına içeri çekiyordu... onunla sevişirken ve zevk alırken bir yandan da ondan nefret ediyordum;
--spoiler--
eksik ihsanlı ahlaksız kadın... hayatını şehvetlerine göre biçimlendiren , özgür olduğunu sanan ama kendine tutsak kart orospu! insan olamazsın sen...
--spoiler--
diye aklımdan geçirirken onun zevkten dört köşe olmuş haline acıyarak bakıyordum. yaşlılığın verdiği ağırlıkla yer çekimine karşı koyamayan memelerini yalamak için sütyenine elimi attım önce... elit kadındı, kopçalı sütyen kullanmıyordu, vücuda atlet gibi giyilenlerden vardı üzerinde, belli ki geçen gittiği italya seyahatinde almıştı. yerinden kalkıp çıkarmasını istemedim, gözleri zevkten kaymış bu kadının bu aciz ve sefil halini görünce kendi ezikliğimi, parasızlığımı, garibanlığımı bir nebze olsun unutuyordum. onun o haliyle kendimi güçlü hissediyordum, cebimdeki bıçakla yırttım sütyenini, sonra taytını... sonra külodunu...
artık iyice esirdi ellerimde... o buruşmuş vücudunda gezdirdim dilimi, çocuklar gibi ağlıyordu kollarımda, zevkten çılgına dönmüştü, tek başına yaşadığı koca villayı çığlıkları inletiyordu. inlettiriyordum, hakkını veriyordum bu işin, işimi düzgün yapmanın haklı gururu ve bir eliti yatağımda kendime köpek etmenin verdiği hazzı iliklerime kadar yaşıyordum. bu yorgan kadar geniş ve buruşuk ama bir o kadar da sıcak kadının bacakları arasında gidip geliyordum.
hani terk edip giden bir kadın vardı ya... hani adını anmamak ona olan aşkımın tek şartı saydığım kadın... hani ışığımı çalan kadın... ondan intikam alırmışçasına gidip geldim bu yaşlı ve aciz zevk düşkünü ahlaksız kadına... sanki gırtlaklıyormuşçasına o aşık olduğum kadını... dokunuşlarım geziyordu bu ihtiyar kadının boynunda... ve dudaklarım ve öpücüklerim... nefesimin sıcaklığını dilimle tenine temas ettirdiğim buruşmuş göğüsleri... hepsi hayrandı bana biliyordum...
kalp hastası olduğunu söylemişti sohbet sırasında, bu adrenaline dayanamayıp ölebilirdi... ama bu zerre sikimde değildi. ben işimi yapıyordum, ben emekçiydim o da işverendi...
"o da ne sütyen giymemişti. hemen koştum ve atladım. memelerine asıldığım gibi sıvazlamaya başladım. foşur foşur süt akıyordu. allahım ne kadar mutluydum. daha güzel bir şey olamazdı. hemen oradan kalktım sütü ocağa koydum kaymağını yidim. bir inek daha işlevsel olamazdı."
kısa öykümle şeetmek istediğim dergi.
öyküyü uzatacağım alınmazsa kan çıkar!
ekinler baş göstermişti, sağımda solumda eşekler hunharca anırıyorlardı. mart ayı daha yeni geçmişti havalar ısınır gibiydi. eşekler ai ai derken vücudumda değişim oluyordu. çok pis tahrik oluyordum.
derken gözüme bir eşek kestirdim. ben bunu tarlanın ötesinde yirim yirim dedim. tuttum kafasından götürüyorum o sırada sıdıka çıktı önüme.
-napıyorsun esegin ziki.
+kankamla dolaşmaya çıktık ya. asosyal oldu ipne eşeklerle takıla takıla.
-şakacısın ihihihi.
+kız sıdıka, sen ihihihi diye gülmeyi nerden öğrendin?
-tvlerde gördüm çok şuh oluyormuş.
aman allahım körün istediği bir göz allahın verdiği bir çift meme. sıdıkanın o etine dolgun vücudu. o füzemsi roketatarımsı memeler. her an kafamı yaracak gibi bir hissiyat uyandırıyordu bende. derken açılım yapmalıydım, tarlalar boştu daha iyi bir şeyler yapmalıydım.
+kız gel sende aşur emminin tarlasına inek mi?
-ne yapacaz orada ihihihi.
+sevişecez.
-ay ne diyorsun be esegin ziki.
+gel hele gel işimiz var.
tarlaya inmiştik etrafı kolaçan ettim. kimseler yoktu etrafta sadece hayvanlar vardı. derken üzerindeki fistanı çektim çıkardım. aklıma mukayyet ol ey yaradan. sütyen bile giymemişti. bir sütyen bile yoktu altında. ha bir inek ha bir o. bütün büyüsü kaçmıştı işin. ama çok dik duruyordu. napmalıydım bilmiyorum. çok pis gaza gelmiştim artık duramazdım. bir anda öte yanda duran ineği gördüm. o da ne inek de sütyen giymemişti. hemen koştum ve atladım. memelerine asıldığım gibi sıvazlamaya başladım. foşur foşur süt akıyordu. allahım ne kadar mutluydum. daha güzel bir şey olamazdı. hemen oradan kalktım sütü ocağa koydum kaymağını yidim. bir inek daha işlevsel olamazdı. lakin benim işim insanla olmalıydı. artık hayvanların etini sütünü kullanmamalıydım. orada ağlayarak yatan sıdıka'ya döndüm.
+kız sıdıka. tamam sütyen giymemişsin.
-esegin ziki söz veriyorum bir dahakine giyeceğim. bu seferlik affet.
+edecem edecemmm. ama seni bu sefer cezalandıracağım.
-napacaksın?
+ben hep tecavüz etmek isterdim muhtar emminin kızına. sana nasipmiş.
-ihihihi. tecavüze ne gerek var ki? bende istiyorum. ihihihi.
+lan sıdıka şöyle konuşma. bak giderim.
-tamam tecavüz et bana. yala beni yut beni. em beni gömçür beni.
+sıdıka bak hiç zevkli olmuyor ama hee.
-ya öyle değil tecavüz kaçınılmaz zevk almaya bakıyom.
+bakma kız diren işte. memelerini ateşle. sağlı sollu atışlar yap. kaşıma gözüme vur.
-al sana, al.
+ya sıdıka memelerinin arasına kafamı göm demiyom ya. ya lanet gelsin istemiyorum. tecavüz bile etmeyecem. git sütyen giy gel.
-ben sana tecavüz edecem ihihihi.
+istemiyomm imdatttttt.
zor kurtarmıştım kendimi çılgın bakirenin elinden. ben giderken benim kankamı çekiyordu tarlanın arkasına. sütyensiz anca bizim kanka zikerdi zati onu. ırıspi sıdıka seni. hem sütyen giyme hem tecavüz etmeye kalk. neyse kankamda milli olacak sıdıka sayesinde. ben gideyim muhtarın sütyenine dolgun kızının memelerine bakıp kaldırayım en iyisi. şalvarda iyi oluyor he. gözükmüyor. ihihihi. bu nerden çıktı. amına koyim sıdıka.