yazılanları objektif olarak okudum, okudum, okudum.
açıklamalar saptırılıp konu dışına çıkılma
kaçamak cevaplar verilip karşı tarafı ikna etme
konu arasında geçişler soru işaretleriyle dolu olunup öylece bırakılma
tartışılması gereken başlıkları atlayıp istenilen başlığa cevap verme
...bu yolla tahin ile pekmezin subjektif olduğunu gördüm. baştan sona kadar okudum. kısacası kalp kırmak istemem ama:
(bkz: eline vermek) olayını görüyorum.
metalmilitan'ın birinci turu önde kapattığı görülen kapışmadır. hocam da belirtmiş; (bkz: #17285914)
şimdi yalnız ben ikinci tura geçmeden önce, dersime neden çalışmadığımı kısaca izah etmek istiyorum. farketmez, bu izah sonuca etki etmeyecek olsun, ama hukukta bir prensip var: (bkz: vur fakat önce dinle)
ben + olayım, o - olsun, mehdilik mevzuunda neden zayıf kaldığımı özetleyeyim:
+ ayetler?
- açık bir ayet yok...
+ hadisler?
- onlar hepsi uydurma...
+ alimler?
- hata yapmış olabilirler...
+ veliler?
- adam yerine koymuyorum...
geriye ne kaldı? metalmilitan'ın muhakeme ve muhayyilesi... iyi de hocam, böyle bir "güç" karşısında nasıl dersime çalışabilirim ki? ne söylesem boşa gidiyor... hadisçiler uydurdu, mezhepler yedi, alimler yalan söyledi, veliler yalana ortak oldu... eee? burada benim söyleyebileceğim hiçbir şey kaldı mı? ben bin tane delil getireceğim mehdilik konusunda, ama hepsi uçtu gitti, bir tek metalmilitan'ın "içtihadı" kaldı!
bu zeminde konuşulabilir mi? zaten selefilerin konuşulamaz tarafı da burasıdır. bunlar ne şiilere benzer, ne ateistlere... bir ateist, "kuran allah kelamı değildir" dedi mi, zaten konuşacak bir şey kalmamıştır. bir şii 1400 senedir hala ali-muaviye diye sayıklıyordur, hemen çırpıştırıp atarsın... ama bunlar tam yılan: işine gelen yerde hadisten delil gösterirler, işine gelmeyen yerde hadis madis iplemezler. sabah akşam dinde açık arar, kendi kafalarından din yapmaya uğraşırlar.
bir süre sonra ikinci konuya geçeceğiz. orada apaçık ayet üzerinde ne türlü taklalar atıldığını, hadislerin nasıl yok sayıldığını göreceğiz. kendi mantık kurguları dışında hiçbir şey umurlarında değildir. tek dertleri, ehl-i sünneti tahrip etmektir. 1400 senedir islamın yanlış olduğunu, kendilerinin bu yalnışı düzeltmeye geldiğini söylerler; ondan sonra da mehdi yok derler... olum siz varsınız ya işte...
daha önce gördük:
- tasavvuf hint'ten alındı!
şimdi görmeye başlıyoruz:
- mehdilik şia'dan alındı. biraz da yahudiliken...
- nüzul-u isa hristiyanlıktan alındı!
daha bu iş nereye varacak bilmiyorum. birisi de çıkıp namaz sasanilerden alındı, oruç eski yunan'dan geldi derse, vay başımıza gelenlere... islam böyle bir şey midir yahu? onu oradan al, bunu buradan topla... 1400 senedir insanlar hak din diye bir masala mı inanmışlar?
ben açıkça söyleyeyim: ben konuya böyle giren birine hadisten, alimden delil getirmem. galip sensin, yolun açık olsun derim. kendim ehl-i sünnet alimlerine inanmaya devam ederim... ben islamın selefilerin tadilatına muhtaç olmadığını, onun bütün temelleri ve binasıyla yıkılmayacak biçimde kurulmuş olduğunu düşünürüm. bundan başka da savunma yapmam....
tamamdır, ben bu konuda yenildiğimi kabul edeyim. ama bakın biraz sonraki konuda; nasıl yenlidiğim repleyde daha iyi görülecek...
selefi demogojisinin enteresan boyutlarını gördüğümüz kapışma... demogoglara "hakikati bayıltıp ırzına geçenler" diyen kimse, doğru söylemiş... çünkü başından beri gördüğümüz şey budur. amaç, her seferinde tekrar edeceğim bunu, birtakım ilahiyat konuları öğrenerek onlar üzerinde dini esaslar aleyhine spekülasyon yapmaktır. bu spekülasyonda başarılı mıdırlar? evet, başarılıdırlar. fakat konunun dinle, imanla, hakikatlerle hiçbir alakası yoktur.
yalnız ben burada bir dezavantajımı belirteyim: spekülasyonun karakteri rasyonel olmasıdır. oysa din, rasyonel bir şey değildir. din, iman ve şehadettir. iman gaybadır. allah ol der ve olur. oluşun rasyonel olması gerekmez. oysa selefi spekülasyonun bir bölümü, dini rasyonelleştirme çabası olduğu için, imanı zayıf kimselere daha yakın görünür, modernist karaktere daha yakın görünür. bu atmosfer içinde dini hakikatleri savunmak, konuya bir adım geriden başlamaktır.
olsun, ben ona da varım. bundan dolayı gocunacak değilim. çoğunluğun gözünde yenilmiş olmayı baştan kabul ediyorum. ben sadece ortaya konulan rasyonelik üzerinde spekülasyon yapabilirim. misal, sorabilirim:
- bunu nasıl bilebilirsin ki?
prensip olarak bilemezsin. yaptığın tek şey, "şurası akla uygun, burası değil" diye din üzerinde ahkam kesmektir. kendi aklına göre din uydurmaktır. yoksa 1400 ssenedir insanlardan gizli kalmış bir hakikati bulup ortaya çıkardığını mı düşünüyosun? bu nasıl olacak ki? rasyonalizmin bu zeminde zafer kazanabilmesi için, söylediklerinin gözlemlenebilir ve denenebilir olması lazım. oysa bu konuda ne gözlem yapabilirsin, ne deney? sadece mantık parendeleri atarsın, spekülasyon yaparsın...
aslında burada hazret-i isa konusuna ortasından başlanıyor. oysa bu hikayenin bir de başı var. daha dorusu, nüzul-ü isa bahsi üç bölümlüdür:
a) hazret-i isa'nın doğumu,
b) hazret-i isa'nın urucu,
c) hazret-i isa'nın nüzulü,
burada dikkat ederseniz, arkadaş, b şıkkından başlıyor. a şıkkına hiç esmiyor. bundan sonraki bölümlerde, ben o konudaki görüşünü de öğreneyim isterim onun: hazret-i isa'nın doğumu hakkında ne dersin? senin demogojinde bunun yeri var mıdır? mantıklı mıdır? yoksa mantıklı olan, hazret-i meryem'e çirkinlik isnadı mıdır?
ben bu ikincisini yapabileceğini sanmıyorum açıkçası: bugüne kadar hazret-i isa'nın doğumuna dil uzatmaya cüret eden bir selefi örneği görmedim ben... bu konuya inandıkları için değil; hazret-meryem'e günah isnad etmenin dehşetinden korktukları için edemezler. yoksa bu konu tek başına onların kurgularını bozmaya yeter. ben derim ki mesela:
- sen şimdi hazret-i isa'nın babasız olarak dünyaya gelmesi konusuna inandın da, göğe yükselmesine mi inanamıyorsun? yani bir insan babasız olarak dünyaya gelebilir, bu mantıklıdır veya hristiyanlardan alınmamıştır; ama göğe yükselemez, bu mantıksızdır, hristiyanlardan alınmıştır.
buna kargalar bile güler herhalde... aslında ben diğer yazılanlara da çok güldüm ama, buradaki çoğunluk bunun sebebini tam anlamayacak; nasıl olsa ben rasyonel görünmemenin dezavantajı içindeyim; kahkaham boşa gidecek diye korkuyorum... her neyse, uruc-u isa meselesine geçebiliriz sanıyorum:
--spoiler--
-"bir de inkarlarından ve meryeme büyük bir iftira atmalarından ve "biz allah'ın peygamberi meryem oğlu isa mesih'i öldürdük" demelerinden ötürü kalplerini mühürledik. oysa onu öldürmediler ve asmadılar. fakat onlara öyle gibi göründü. onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. o hususta hiçbir bilgileri yoktur. sadece zanna uyuyorlar. onu kesinlikle öldürmediler. hayır, allah onu kendine yükseltti. allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. ehl-i kitab'dan hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona iman edecek olmasın. kıyamet günü o, onların aleyhine şahitlik edecektir." [nisa: 156-157-158-159]
--spoiler--
şimdi bundan ötesi martavaldır. burada, ayette apaçık bir şekilde uruc-u isa belirtilmektedir. bunun inkar edilecek bir tarafı yoktur. bunu inkar etmek, ayeti inkar etmektir, yazar bunu gayet iyibildiği için - bu seferlik- inkar yoluna sapmıyor, tevil yoluna sapıyor. diyor ki: oradaki "yükseltti" kelimesini -bu seferlik- gerçek anlamında anlamayalım, mecaz anlamına alalım. olsa olsa ne olabilir? hah buldum: yükseltti demek, şereflendirdi, onurlandırdı demek dersek, konuyu sallayıp atarız.
yav arkadaş, yapmayın komik oluyorsunuz... demek ki demogoji, her zaman rasyonel sonuçlar üretemeyebiliyor. öyle ya, orada "yükseltti" mi deniyor, "kendine yükseltti" mi deniyor? senin arapçan iyidir, şunu de bağa: "kendine onurlandırdı" diye bir şey var mıdır arapça'da? kendine niye onurlandırsın allah? onurlandırması gerekse, toplum için onurlandırır!!
onu da geç, kafirler "meryem oğlu isa'yı öldürdük" dediği için allah onların kalbini mühürlüyor, selefiler de kalkıyor, "madem kafirler öldüremedi, gelin biz öldürelim, çaktırmadan yaparsak kalbimiz de mühürlenmez."... yahu arkadaş, bu nedir ya? böyle apaçık hüküm üzerinde spekülasyon yapılablir mi? insan utanır, sıkılır, korkar...
ama hayır, nüzul-ü isa'yı gargaraya getirmek için, öncelikle "uruc-u isa"yı sallayıp atmak lazım... göğe yükselmediyse, geri dönmesi de sözkonusu olmaz... ama bunun için de, bu apaçk ayetin üzerinden adımlamak gerekir. onun gerçek olmadığını, mecazi olduğunu, ama başka bir gerçek olduğunu öne sürmek gerekir. nedir:
--spoiler--
-"... ey isa! seni öldüreceğim ve seni kendime yükselteceğim ..." [ali imran: 55]
--spoiler--
iyi de burası niye mecazi değil? cevap yok... sadece şunun için: işimize gelen yerler mecaz olsun, işimize gelmeyen yerler gerçek olsun, maksat demogojimiz yürüsün; maksat ehl-i sünneti yalanlayalım...
ve bunun ardından "teveffüke" kelimesi üzerinde bir kavram spekülasyonu başlıyor. "seni öldüreceğim" anlamını vermek için, allah "teveffüke" demiş... şimdi benim arapçam yok; "teveffüke" yerne başka hangi kelimelerin kullanılabileceğini tam söyleyemem. ama eminim, yazar biraz dürüst olursa, bu noktaya benden daha yetkinlikle cevap verebilir: acaba, "seni öldüreceğim" anlamı, kaç türü söyleyişle verilebilir? kavram niye "vefat" alınır, ama başka bir şeyden alınmaz? (bu konuda pek çok kelime olduğunu tahmin edebiliyorum.)
şimdi burada yazar bütün hadisleri çöpe atıyor, tefsirleri çöpe atıyor, onca ehl-i sünnet külliyatını çöpe atıyor ve diyor ki: teveffüke, seni öldüreceğim demektir, çünkü benim demogojime ancak böyle olması elverişlidir...
peki, benim arapçam yok ama, lisan-ı osmani üstüne epey bir fennim var. okur yazarlığım var.daha kötüsü iştikak da bilirim. bu bilgilerim içinde şunu söyleyeyim ki, burada "teveffüke" kelimesinin seçilmesi içinde binbir hikmet vardır. bunlardan bir tanesi de "vefat" değil de "vefa" köküyle alakalıdır. ve bu anlamıyla kavramın manası "seni öldüreceğim" değil, şu demektir:
her neyse, uruc-u isa bahsinde fazla bile konuştuk. bu konu, yukarıda da gördüğümüz gibi, kuran ayetiyle sabittir ve bu noktada kıvırmaya yer yoktur. "nüzul-ü isa" konusunda ise böyle açık bir ayet olmamakla birlikte, senedi sahih, en muteber kitaplarda geçen hadisler vardır.
bu konuya daha sonra gireceğim. yalnız arkadaştan ricam, burada telaşa kapılıp yeni şeyler ortaya atmasın. biraz sabırlı olsun. şimdilik sadece onun söylediklerinin ilk kısmına cevap verdim. ben diğer kısmı da halledeyim, adım adım gidelim...
metalmilitan'ın dağıldığını gördüğümüz kapışma... bu sefer olmamış hacı... ben bunu saymıyorum... herhalde bir günde bu yoğunluk fazla geliyor... laf kalabalığını başkaları yer ama, ben yemem...
şimdi şu saçmalığıa bak;
--spoiler--
ayette açıkça nüzul-i isa'dan bahsediyor denilerek kestirip atmak kolaycılıktır, hakikatbilmezliktir. ilgili yazımızda delilleriyle birlikte serdettiğimiz üzere bu ayetin nüzul-i isa ile alakası olmadığını, tam aksine nüzul-i isa'nın olmadığının kuran'da belirtildiğini görmüştük. bunu da uzun uzun delilleriyle açıklamıştık. o kadar delil üzerine tahin ile pekmez'in "bu budur gerisi martavaldır" tadındaki cevabı elbette kâle alınır bir cevap değildir. ufak eklemeler ve itiraz edilen noktalara cevaplarla birlikte bir önceki yazımızı iktibas edelim. zira o entryde yazarın bu iddialarının cevabı zaten mevcuttur.
--spoiler--
peki ben ne demişim;
--spoiler--
şimdi bundan ötesi martavaldır. burada, ayette apaçık bir şekilde uruc-u isa belirtilmektedir. bunun inkar edilecek bir tarafı yoktur. bunu inkar etmek, ayeti inkar etmektir, yazar bunu gayet iyibildiği için - bu seferlik- inkar yoluna sapmıyor, tevil yoluna sapıyor. diyor ki: oradaki "yükseltti" kelimesini -bu seferlik- gerçek anlamında anlamayalım, mecaz anlamına alalım. olsa olsa ne olabilir? hah buldum: yükseltti demek, şereflendirdi, onurlandırdı demek dersek, konuyu sallayıp atarız.
--spoiler--
hatta ne demişim;
--spoiler--
her neyse, uruc-u isa bahsinde fazla bile konuştuk. bu konu, yukarıda da gördüğümüz gibi, kuran ayetiyle sabittir ve bu noktada kıvırmaya yer yoktur. "nüzul-ü isa" konusunda ise böyle açık bir ayet olmamakla birlikte, senedi sahih, en muteber kitaplarda geçen hadisler vardır.
bu konuya daha sonra gireceğim. yalnız arkadaştan ricam, burada telaşa kapılıp yeni şeyler ortaya atmasın. biraz sabırlı olsun. şimdilik sadece onun söylediklerinin ilk kısmına cevap verdim. ben diğer kısmı da halledeyim, adım adım gidelim...
--spoiler--
fark görülüyor değil mi? demogoji görülüyor değil mi? ben "uruc-u isa" diyorum, o "nüzul-ü isa" okuyor...
ben çok basit meseleler getirdim burada; yazar hiç oralara esmiyor... diyorum ki;
- hazret- isa'nın babasız olarak dünyaya gelmesi, hristiyanlıktan alınma değil de, göğe yükselmesi mi hristiyanlıktan alınma?
diyor ki;
- tssss...
nereden bilebilirsin diyorum; tıssss...
ondan sonra nisa suresindeki apaçık beyana -tekrar edeyim, uruc-u isa'ya dair beyana- hiç esmeden, al-i imran suresindeki anlamını bilmediği bir kelimeden martaval okumaya devam ediyor... sonra, bunu rasyonel olarak söylemiyormuş, kuran'ın mantığına göre söylüyormuş... bırak şimdi kuran'ın mantığını da, arapça biliyorsan, bana şunun cevabını ver:
- arapça'da "seni öldüreceğim" sözü nasıl söylenir? kaç türlü söylenir?
üstelik tuhaf olanı, nisa suresi'nde "kendime yükselttim" diyor, al-i imran suresinde ise "seni öldüreceğim ve kendime yükselteceğim?"
siyak sibak düz gidiyorsun, peki de bağa, bir kelimenin mazi sigasıyla kullanılmasıyla muzari sigasıyla kullanılması arasında anlamabilim bakımından hiç mi fark yoktur? daha burada neden söz edildiğinden haberin yok senin, kalkmış, "kuranın 1400 senedir kimselerinanlayamağı anlamını" anlatıyorsun bana...
geçelim bunu efendim... ha, unutmadan hazret-i idris meselesine de değineyim. eğer buradan yeni bir yangın çıkmayacaksa, sadece görüşüm merak ediliyorsa, sadece o kadarlık ve parantez içinde söyleyeyim:
- islam tasavvufuna göre, hazret-i idris iki defa dünyaya gelmiştir; biri idris olarak, diğeri ilyas olarak...
neyse, şimdi konu sapmasın: eğer uruc-u isa bahsinde muhatabın başka söyleyeceği yoksa, ben nüzul-ü isa bahsine geçeceğim...
önemli not: uruc, yükselmek, yukarı çıkmaktır. nüzul: aşağı inmek... birbirinin -aynı değil- zıddı olan kavramlardır.
Bir de teveffike cok konusulmus. "Aralarindan almak" anlamina da gelir ki; aralarindan alinmasi ölmüş oldugu anlamina gelmeyebilir.
Nitekim nisa suresinde bir ayette, carmiha gerip oldurduklerini sandiklari kisinin hz isa olmadigi acikca bildiriliyor..
en dogrusunu allah bilir..
Edit: imam azam ebu hanife ve pek cok imamin ortak gorusune katildigimi belirtmek isterim.
giderek zevkli bir hale gelmeye başlayan kapışma... metalmilitan, başka kapışmacılar gibi -mazur görsün- "inatçı keçi" rolü oynamıyor; görüşlerini düzgün biçimde ve gerektiğinde düzenleyerek savunuyor. son yazdıkları arasından ben en çok şu kısmını beğendim:
--spoiler--
daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi "teveffike" kelimesi "vefat" kelimesinin tefaül vezninden çekilmiş halidir. vefat kelimesi ise vefa kökünden gelir. vefa ise "bir şeyin tamamına varmak" demektir. işte ölüm de hayatın tamamına varmak olduğu için ölüme vefat denilmiştir. vefat ettirmek de işi tamamlatmak manasındadır.
--spoiler--
ancak bunun arkasından gelen cümlelere pek katılmıyorum tabii;
--spoiler--
öldükten sonra da iş zaten tamamlanmıştır
--spoiler--
ben hazret-i isa'nın doğumunu bu meseleye özellikle dahil ediyorum ki, hazret-i isa müstesna bir insandır. bilhassa ilk isevilerin gördüğü manasıyla, "beşeri vasfı eksik, melekut vasfı fazla" diye tanımlanmıştır. doğumunda da, ölümünde de bu tanım geçerlidir.
onun doğumu bahsinde, bu doğumun mucizevi olduğu bahsinde sayın yazarla anlaşıyoruz. ancak ölümü ve tekrar dünyaya gelmesi konusunda tartışma sürüyor.
her neyse, ben hazret-i isa'nın ölümü veya göğe yükselmesi konusunda söyleyeceklerimi burada tamamlamak istiyorum. iki taraf da görüşlerini ortaya koydular. ötesi üçüncü kişilere kalmış...
bir dahaki sefere, nüzul-ü isa bahsine girmiş olacağımı umuyorum.
olmamış. bir dost olarak söylüyorum ki olmamış dostlar. bu mesele "kapışma" olarak nitelendirilemez. "kapışma" hiç ama hiç uygun terim değil. "kapışma"nın içinde menfaat vardır, hırs vardır, nefs vardır. bu niyetle yapılmadığına eminim. ya da bu niyetle yola çıkılmadığına. lakin "kapışma"ya indirgenemeyecek konular mevzu bahis olan. endişe edilecek ve gözetilecek tek şeyin hakikat olması gerekir. hakikat, "kapışma"yla keşfedilebilecek bir mefhum değil. bilakis hakikat, "kapışma"yla çok rahat ıskalanabilecek bir şey.
selefi bozgunculuğunun tipik temsil sahalarından birini gördüğümüz kapışma... buyurun;
--spoiler--
ehli sünnet'teki yaygın kanaate göre nüzul-i isa inanılması zorunlu olan inkarı küfrü gerektiren bir meseledir. ancak ehl-i sünnet sık sık yaptığı gibi bir kaide koyup kendi koyduğu kaideyi ihlal etme konusunda birinciliği kaptırmamaktadır. yine kendi koydukları kuralı aşarak arz-ı endam etmektedirler. [kıyas-ı fukaha konusunda teorikte koydukları kuralları pratikte ihlal etme, kaza namazı konusunda ibadette kıyas olmaz diyip ibadette kıyas uygulayan, ahad haber akaide tealluk etmez diyip ahad haberlerle iman şartı bina eden ve daha birçok kural ihlali yapan avustralya yerlilerinin dini değil sünni ekolün bizzat kendisidir]
--spoiler--
bu, bu kadar basit bir meseledir aslında: ehli sünnet'teki yaygın kanaate göre, nüzul-i isa inanılması zorunlu olan, inkarı küfrü gerektiren bir meseledir... fakat buna rağmen, demogoji yoluyla ehl-i sünnet akaidine saldırı sürmekte, çeşitli mantık parendeleri atarak, ehl-i sünnet akaidi yerine selefi vehhabi artığı uydurma bir din kakalanmaya çalışılmaktadır.
selefilerin metodu, aslında şiilerden farklı değildir: onlar daima geçmişte yaşarlar. 1400 sene önceki meseleleri konuşurlar hala... sabah akşam hayızlı kadın meselesiyle uğraşırlar kendilerince zayıf gördükleri noktalardan girerek, islamı yıkma görevine iç hizmet sunmaya çalışırlar. görevleri budur. çoğu da bilmeden alet olur bu "görev"e... bu gibi konularla uğraşırlarsa, dini bir şey yapmış zannederler kendilerini.
islam 1400 sene öncesinde değildir. islam her dem yenidir. her devrin kendine mahsus meseleleri vardır. her devrin insanları, o meseleler içinde kendilerini gösterirler. bunlar, islam içinde yüzyıllar boyunca tartışılmış ve halledilmiş konulardır. islam alimlerinin hepsini aptal yerine koyup, hepsini sapıklıkla suçlayıp, 1400 sene sonra yeni bir din yapmak için insanda nasıl bir cüret gerekir? "imam-ı azam'ı avustralya yerlilerinden biri" ilan etmek için, insanda nasıl bir edep yoksunluğu olması gerekir?
inanın bana, ben burada bu türlü şeyler gördükçe, tartışmayı sürdürüp sürdürmeme noktasında çok tereddüt ediyorum. şöyle bağırmamak için kendimi zor tutuyorum:
- hadis kaynaklarına yakın, neyin itibar edilip neyin edilmeyeceğini senden benden iyi bilen islam alimleri böyle demiş ve meseleyi bitirmiştir. sen kim oluyorsun da, hangi hadis hakkında ne biliyorsun da, bitmiş meseleyi yeniden açmaya kalkıyorsun? hangi konuda onlardan daha iyisin?
neyse, devam edelim... şimdi mehdi konusunda ehl-i sünnete "bunlar buhari ve müslim'de geçmiyor" diye saldıran yazarımız, bu konuda -öyle diyemediği için- bakınız nasıl saldırmayı tercih ediyor:
--spoiler--
hz. isa'nın inişine ilişkin hadisler yaklaşık 40 raviden gelir ve yine -aşırı derecede yukarıya yuvarlanmış haliyle- yaklaşık 200 kadar hadis vardır. [tüm tekrarlarla birlikte] başta dediğimiz gibi mütevatir hadiste sened olmaz ilkesi ehli sünnet'in hadis ilkelerinden biridir. senedi tespit edilebilen hadis mütevatir değildir. hadis alanının inceleme konusuna giren hadisler mütevatir olamaz. ben değil mezhebinizin koca koca hadis imamları ittifakla böyle diyor.
--spoiler--
o değil, bizim mezhebimizin koca koca hadis alimleri diyormuş... ondan sonra da ben kendisine "selefi vehhabi" diye saldırınca bakın ne diyor, hiç yüzü kızarmadan: (bkz: #17258088)
şimdi burada, dikkat ederseniz şöyle bir şarlatanlık yapıyor:
- ehl-i sünnet buna (nüzul-ü isa meselesine) akaid hükmüdür, yani inanmayan küfre girer dedi ama, önce bunun bir tevatür haber olmadığını ispatlarsam, bu akaid hükmünü de ortadan kaldırmış olurum... ehl-i sünnneti, kendi mantığı içinde kaldırıp atar, yerine de kendi uydurduğum dini esasları rahatça koyabilirim...
mehdilik meselesinde hatırlarsanız, yazar, mehdilikle ilgili hadisleri rivayet edenlerin (ravilerin) tümünün güvenilmez ve sahtekar kimseler olduğunu söyleyip işin içinde çıkıvermişti. ben de tabii verilen isimleri ve kaynakları tek tek bilmediğim için, bir şey diyememiştim... bu sefer, işin rengi biraz değişik tabii: ortada buhari, mülim gibi en güvenilir kaynaklara girmiş "40 raviden gelen 200 kadar hadis" vardır. bunları tek tek yemek o kadar kolay değildir. öyleyse ne yapmak lazım? toptan götürmek;
--spoiler--
ravilere geçecek olursak bu ravilerin hepsi sahabeden değildir. içerisinde çok sayıda tabiin alimleri de vardır. yani mürsel hadisler de bulunmaktadır. mürsel hadislerin akaidi bağlamayacağı açıktır. bunlar elendiği takdirde ravi ve hadis sayısı oldukça azalacaktır. bu durumda hadisin tevatüren aktarıldığı iddiası iyiden iyiye zayıflayacaktır.
sahabeye nispet edilen hadislerin de gerçekten isnad edilen sahabelere ait olup olmadığı kesin değildir. bunu ise rivayetler arasındaki çelişkiler teyit etmektedir.
--spoiler--
tam bir şarlatanlık örneği... bu hadisleri rivayet eden 40 kişiden "tabiin alimleri"ni kaldırıp attı. neden? tabiinin hepsi yalancı çünkü; yazar kendisi doğru söyleyebilir, ama onlar -bir de koskoca alim olmuşlar- doğru söyleyemezler.
bilmeyenler için söyleyim: tabiin, allah resulü'nü görmemiş, ama onu görenleri (sahabiler) görmüş olanlardır ve dini kaynaklar arasında sahabilerden sonra en makbul mertebedir. diyelim ki, adamın babası, allah resulü'nün arkadaşıydı. allah resulü'den bir hadis duydu, sonra bunu oğluna aktardı. "bu sayılmıyor!" neden? "onları elememiz gerekiyor."
ama onları elemekle de iş bitmiyor. sonra sıra sahabilere geliyor. onların söylediklerini de lafzen değil, manen birbirleriyle uyumu var" diye savurup atmak icap ediyor... lan, iki kişinin lafzen aynı şeyi rivayet etmesinin imkanı var mıdır? ben şurada iki kişiye bir paragraflık bir şey anlataym: ikisi gidip 5 dakika sonra benden duyduklarını bir başkasına aktarsınlar; aynı kelimeleri kullanabilirler mi? tabii ki hayır; ama benim söylediğmi mana olarak aktarabilirler, öyle değil mi? "evet ama, onun da sayılmaması gerekiyor, hepsini yalanlamak istiyorum ben."
yahu bırak sen 40 kişiyi, hadi sahabiyi ve tabiini de bırak, iki tane alelade müslüman aynı hadisi rivayet etse, o hadis sahih olur. bırak her şeyi, iki müslüman şahit yeter. iki şahit, adamı ipe de götürür, ipten de alır... sen ne diyorsun yahu? burada 2 kişi yok, 20 kişi yok, hemen hemen 40 kişi var... üstelik sahabilerden bahsediyoruz burada, yalan söylemesi kabil olmayan insanlardan... dalga mı geçiyorsun yani?
sonra bu 40 kişinin söylediklerinde çelişkiler varmış. bakalım neymiş onlar;
bir kere o beyaz minare konusunda tam bir cehalet sergilemiş. hadisin lafzında öyle geçmediğini, şam'daki bir yer tarif edildiğini, sonradan şam'daki tarif edilen o yerin "beyaz minare"ye yorulduğunu ve eski kavram bugünün insanları tarafından bilinmediği için "beyaz minare" denildiğini, bilmeyen, duymayan yoktur herhalde... "beyaz minare" diye bir laf geçmez hadis kaynaklarında; günümüzde oraya yorulur... yazar, bu çelişkiyi (!) bulurken bu gerçeği bilmiyor mu yani? hayır, bal gibi biliyor da, maksat demogoji yürüsün...
--spoiler--
bunun yanında bazı hadislerde de hz. isa'nın haçı kıracağı, domuzu öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı geçer. haçı kırıp domuzu öldürmenin mantığını çözebilmiş değilsem de hadi türlü tevillerle bunu kabul edelim. peki ya zaten kendiliğinden kalkmış olan cizye vergisi hz isa ile nasıl kalkacak? cizye vergisini yeniden getirip yeniden mi kaldıracak? bunu da siz tevil ededurun bu da kabul.
--spoiler--
bunu söyledikten sonra, çok sıkıldım diyerek "hadislerdeki çelişkileri" göstermekten vazgeçiyor. ben peygambere ve sahabiye çalişki isnad etmem diye artislik yapıyor. ama onların peşinden gelenlere her türlü aşağılık fiili isnad etmeyi kendisine hak görüyor... demgojisi gereği sahabilere yalan isnad etmem diyor, ama sahabilerin çocukları her türlü yalanı söylemiş, din uydurmuş, mezhep imamları zaten adam değil, hadis kitaplarını kaldır çöpe at, tasavvufu hiç sayma...
hiç kusura bakmasın ama, ben böyle şarlatanlık görmedim hayatımda... samimi söylüyorum bak... ondan sonra da, ayet şey etmeler, bilmem neler: "siz hala atalarınızın dinine mi uyuyorsunuz"lar, bilmem neler... olum, ne atalarımız, ne dedelerimiz lan: burada törelerden değil, dinin kurucularından ve temellerinden bahsediyoruz. onların bizzat allah resulü'nden rivayet ettiklerinden bahsediyoruz. bunları kaldırıp attığın zaman geriye ne kalıyor?
"kuran"... olum, kuranı da aynı adamlar aktardı lan... hadisler konusunda bütün insanlığı kandırmış olan bu yalancı adamlar(!), kuran konusunda niye aynı şeyi yapmasınlar? allah resulü'nün zamanında yazılı bir kuran mı vardı? kuran'ı da, hadisleri rivayet eden aynı sahabiler topladı.
ya arkadaş, ya bunlar çok hain, çok sinsi hesaplar yapıyorlar veya tamamen salak ki, milleti salak yerine koyuyorlar. lafının nereye gittiğini bilmeden, bir takım oryantalist dövizlerini tekrar edip duruyorlar. o oradan alınmış, bu buradan alınmış... lafa bak şimdi;
--spoiler--
maalesef bu bozuk inanç da bize mesihiyattan intikal etmiştir. hz. isa hristiyan inancına göre iki kez dünya'ya gelecektir. birinci gelişi gerçekleşmiş ve eziyete uğrayarak gitmiştir, ahirzamanda tekrar inecek ama bu sefer muzaffer olacaktır. bu, hristiyanlığın temel akaid şartlarından birisidir.
--spoiler--
asıl bunun tam aksi doğrudur. hristiyanlığın böyle bir akaid şartı yoktur. hatta hristiyanlar arasında, islam'dan önce bu itikat sapıklık sayılırdı ve bunu söyleyenler öldürülürdü. hristiyanlıktan islama değil, islam'dan hritiyanlığa girmiş bir husustur bu.
alimleri hatasız kabul edenlerin falan olmadığı kapışmadır.
itiraz şuna;
- tüm alimler aynı konuda hatalı,
- tüm mezhepler hatalı,
- tüm raviler güvenilmez,
- tüm mutasavvıflar hikayeci,
- 1400 sene boyunca bu konuda kim görüş beyan etmişe hepsi yanlış,
tek ben doğruyum.
iki tarafından laf kalabalığı yaptığı kapışmalardır.
akıl dini islamı savunanlar, zerre mantık yürütmeden, olur öyle o mantığıyla savuruyor. ateist tayfa ise elinde doğru yada yanlış bir dünya veri, çoklu evren teorisi vs. varken, dini dine göre değil, dini yaşayanlara göre yalanlamaya çalışıyor. kısacası okuması zevk vermeyen, tamamen yavan kapışmalar.
ilk defa google'a başvurduğum kapışma;
şimdi geleneksel islam, modernist islam safsatasını bırakalım da, islamın nüzul-ü isa ile ilgili görüşü bellidir;
metalmilitan'ın bir zafer daha kazandığı kapışma...
sifil mifil, alayına gider...
karşısında bir tane bile islam alimi kalmadı.
ben nasıl durabilirim ki?
devam eden kapışma... ama açıkçası bende devam etmeye pek bir şevk kalmadı. çünkü hep aynı tarz demogoji devam ediyor ve ben burada bir laf kalabalığına karşı, hayır, yanılıyorsun demek gibi saçma bir durumda kalıyorum.
bu, selefi demgoji metodu, daha önce bir çok defa dediğim gibi, oryantalistlerin ve islam düşmanlarının metodudur. turan dursun da aynı metodu kullanırdı. ben aynı demogoji tarzını alayım, bütün kuran'ı yalanlarım size... ortada hiçbir islami hakikat bırakmam. veya direk selefiler gibi, "istediğimi alırım, istediğimi almam"... "benim ölçemediğim derinlik, ölçülemez derinliktir" derim. benim kafama yatmayan meselenin dinde yeri olmaz derim.
gerçi bu ay mucizesi konusunda arkadaş, mehdi ve hazret-i isa konusundaki gibi adres göstememiş. hani birini şiilerden almıştık, ötekini hristiylardan; tasavvuf zaten hind'dendi. her nedense, şakk-ı kamer'in nereden alındığını söylememiş. onu da söyleseymiş, tam olacakmış. olsun, bu seferlik mazur görelim: bu sefer bizimkiler kimseden almamış da şöyle etmişler:
- lan bütün islamı oradan buradan aldık. oturup bir de kendimiz bir şey uyduralım. çorbada bizim de tuzumuz olsun!
var mı böyle bir şey ya? din böyle bir şey mi? selefilere sorarsan tabii ki böyle değil... sadece onların kafasına yatmayan, kendi küçük akıllarınca rasyonalize edemedikleri şeyler oradan buradan veya uydurma... din düşmanlarının içeri sızmış olanları bunlar. tam olarak "hepsi alındı" demiyor, "yarısı alındı" diyor. ve bunu güya ispatlamak için bin deeden su getiriyor, mantık parendeleri atıyor.
şakk-ı kamer, yani ay'ın ikiye yarılması mucizesi kur'an'da sabittir, ey cemaat-i müslimin. öyle olmuştur, böyle olmuştur, ben bilmem, aklım ermez. adı üstünde mucize... dinde mucizelerin olması, akıldışı şeylerin olması neden batar bazılarına? cevabı çok basit: imanları yoktur da ondan... onlar mantıklarıyla bakarlar olaya; mantıklrına sığmayan şey yalandır, sığan şey doğru... böyle bir mantık dini değil ama islam!
şimdi tam da üzerinde bulunduğumuz konu itibariyle bakalım da malımızı tanıyalım:
-"saat yaklaştı ve ay yarıldı. onlar bir ayet görseler yüz çevirirler ve süregelen bir sihirdir derler. yalanladılar, hevalarına uydular, halbuki her iş kararlaştırılmıştır." (kamer: 1-2-3)
bak bence burada müşrikler kadar selefileri de anlatıyor: onlar bir ayet (mucize) görseler yüz çevirirler ve sürgelen (geleneksel!) bir sihirdir (uydurmadır) derler. hevalarına (kendi mantıklarına) uyarlar. halbuki her iş kararlaştırılmıştır.
tam da selefileri anlatmıyor mu? ama diyeceksiniz, bu işin "bence"si olmaz. sencesi oluyor da bencesi niye olmuyor? sen kendi kafana göre kesip biçiyorsun dini, istediğin ayeti saptırıyor, istediğin hadisi kaldırıp atıyor, istediğin alimi yalanlıyorsun da, ben yapınca neden olmuyor? bence tam da selefiler anlatılmış bu üç ayette. cuk oturmuş...
"saat yaklaştı ve ay ikiye yarıldı"... nedir? mantık parendeleri atarsan, şudur, budur, bir sürü zırva sıralayabilirsin... selefi arkadaş diyor ki, hayır efendim, bu asr-ı saadette olmamıştır, kıyamette olacaktır. asr-ı saadette olmuş olmasını aklı almıyor, ama kıyamette olabileceğini düşünüyor...saçmalığa bak... lan olum, o gün olamadıysa, gelecekte nasıl olacak?
ben sana, aynı senin demogoji usulünle, kıyamet diye bir şey olmadığını, onun lugat anlamının "son" olduğunu, sonunda herkese göre değişebileceğini ispatlarım(!) vaktim yok, uğraşamıyorum böyle şeylerle...
her neyse, şunu diyeyim:
burada "saat"ten kasıt -arkadaşın her nasılsa kabul edebildiği gibi- "kıyamet"tir. "saat yaklaştı" denmesi de, allah resulü'nden sonra devirlerin sonuna gelindiğini, 7 büyük zaman devresinin sonuncusunun başladığına, kıyamet saatinin gelmekte olduğuna işarettir.ve ayın ikiye bölünmesi, bununla ilgilidir.
bunun yanında başka yorumlar da olabilir. çünkü kuran bütün zaman ve mekana indirilmiştir. her devirde ayrı bir mana, herkese ayrı bir mana verir. zahir hükmünü ve bilinen hakikatini inkar etmedikten sonra, içinden binbir hikmet sızdırılabilir. misal; bir tevile göre, saat "kıyamet" anlamına gelmez de, başka bir anlama gelir.bir tevile göre, "ay ikiye ayrıldı" ifadesinin işaret ettiği, mesela bir yerde bir topluluğun ikiye ayrılması olabilir.
her şey olabilir. ama bir şey olamaz: apaçık ayeti inkar etmek. bir din hükmünü, aptalca demogojiyle yıkmak...
sıkıldım da bundan... isteyen inansın, istemeyen inanmasın kardeşim. islam, 1400 sene saçma sapan gelmiş de, iki tane baldırı çıplak selefinin düzeltmesine muhtaç bir din değildir. islam, hak dindir ve allah'ın himayesi altındadır.
kendilerini ilgilendirmeyen kimseleri ilgilendirmemesi gereken kapışma... sen din lafını duyduğunda rahatsız oluyorsan, kulaklarını tıkayabilirsin... veya nerede konuşulmuyorsa din konusu oraya gidebilirsin...
diğer taraftan, dikkat ederseniz, selefi arkadaş, o engin ilahiyat kültürüyle, kaynaklar üzerinde çalışıyor, rivayetler arasında çelişki ve açık arıyor, kendince buluyor, bulduğu yerden hücum ediyor.
bende ise prensip olarak böyle bir ilahiyat kültürü yok. elimde dini kitaplar var ama, bunlar üzerinde uzun uzadıya çalışma yapacak vaktim de yok. zaten iddia sahibi olarak karşı tarafın yapacağı işler bunlar. ben, ayağımı sabit bir noktaya basarım; nedir, ehl-i sünnet içinde ağırlık kazanan görüş... kendi fikrimle onu müdafaa etmeye, elimin altına kolayca gelirse buna ilişkin deliller serdetmeye bakarım.
kim okur, kim ilgilenir, kim hangi teze inanır, herkesin kendi bileceği iş...
şu noktayı tekrar edeyim: şakk-ı kamer mucizesi, ehl-i sünnete göre, allah resulü'nün mucizeleri arasında en özellerinden biridir. onun mantığını veya rivayetler arasndaki sızıntı noktalarını değil, sayısız hikmetlerinden manalarını aramak gerekir. bunlarda biri de;
kıyamet habercisi olmasıdır. zamanın devr-i kamer denilen 7. ve son büyük dönemine girildiğinin habercisi olmasıdır. bu dönemde, tıpkı şakk-ı kamer "misali"nde olduğu gibi, hak ile batıl ikiye ayrılacak ve sonunda da kıyamet kopacaktır.