öylece bakakalmıştı. klozetin içinde yaklaşık uzunluğu 37 cm olan bir bok vardı. kim sıçmıştı bu kadar uzun, dünya dışı bir varlık olduğu kesindi. işte o zaman taşlar yavaş yavaş yerine oturmuştu.
derken mecitözü semalarında görünen cisimde bir hareketlilik vardı. evet, evet kımıldadı. halk bir anda geriye doğru kaçıştı. devlet adamları füze sistemlerini aktif etti, uçak savarlar devreye girdi. başkanlarda nükleer kullanalım sözleri geliyordu. derken biranda mecitözü ovasının, doğan güneşe bakan taraftaki yükseltisinde, atı üstünde bir adam belirdi. silahını havaya doğru kaldırmış atını şahlatıyordu. güneş arkadan vuruyor. yüzü seçilmiyordu. ardından birden fazla kişi belirdi, git gide artıyor binlerce atlı görünüyordu. bu caferdi. yardım getirmişti. bir anda savaş borularını çaldılar. savaş borularını çalıp, ovanın yükseltisinden beri aşağıya inmeye başladılar.
bir den cisimden saldırı geldi. cafer'in adamlarına bir bir saldırıyorlardı. cafer baba yadigarı asasını kaldırdı. asadan çıkan beyaz ışık cismin saldırı mekanızmasını bozdu. bunu fırsat bilen tüm generaller saldırı emri verdi. bir anda bütün dünya eş zamanlı cisme doğru saldırıya geçti. havada inanılmaz bir görsel şölen vardı. kurşunlar havada çarpışıyor. füzeler patlıyor. çatal kaşık fırlatan bile vardı. peki neydi bu öfkenin sebebi ? bu uzaylılar acaba niye gelmişti. bir anda cafer bunu sormadıklarını hatırladı ve tüm dünya liderlerine durun çağrısı yaptı.
+ bi durun amına goyim.
bir anda saldırı kesildi. herkes sustu. cafer cisme doğru yönelip.
+ kimsiniz la siz ? neden geldiniz ? diye sordu.
kapısı açılan cisimin içinden 2 metre uzunluğunda heybetli bir yaratık çıktı. herkes direk fotoğrafını çekti yaratığın. facebook üzerinden paylaştı. cafer yaratığa doğru gidip.
aradan onca yil gecmesine ragmen hocanin sozundeki derin manayi benuz cozememisti.. Tipki gandalfin dedigi gibi "3. gunun sabahi doguya bak." gibi bir sozdu bu. oglen namazi nigde gazozu... gunes tam tepedeyken soguk gazoz.. ne demek istemisti hoca... Saka maka bunu dusunmesi 20 yil surdu. sonra neden daha fazla dusunemedigine veryansin etti... Tuvalete giderken bunlari dusunuyordu ve etrafina algisi kapaliydi. klozetin kapagini acti ve gordugu seye...
niğde gazozu geldi mi abi diyen çocuk o sırada gökyüzünde bir alev gördü. atmosferi geçip giden bu şey ne bir meteor ne de uçan bir domuzdu, ne de bir uzay gemisiydi. kavrulmuş nohut olabilirdi belki.
rüyasında dünyayı tava gibi gören bu küçük velet irkilerek uyandı. donunda ıslaklık vardı ama umursamadı çünkü bu bir kehanetti, koşar adım camiye gitti, sabah namazı için kalkan hocanın karşısında don paça olayı anlattı. hoca çok şaşırmış bir vaziyette oğlanı göbişine yaslattı. gözlerinden dökülen yaşlarla birlikte hoca şunları söyledi...
Kürenin içindeki canlıyı tespit etmek için hazırlanan çorumlu bilim adamları aşırı miktarda leblebi yiyip niğde gazozu içtikleri için mide fesatı geçirip hastaneye kaldırıldılar.
ama sonradan anlaşıldıki leblebi ve gazoz çorumlu bilim adamlarının doğal koruma kalkanı olmuştu. artık beddua bile etkilemiyordu bilim adamlarına.
bu olayın üzerine halkın leblebi ve niğde gazozuna olan ilgisinden dolayı bütün leblebi ve gazoz stoğu bitmişti. ama halkta hiçbir etkisi olmamıştı. sonradan bilim adamlarinın opteryanın getirdiği leblebiyi yanlışlıkla yediği ortaya çıktı. opteryanın artık çorumlu bilim adamlarını ortadan kaldırması gerekiyordu. ama bilim adamlarının korumasını nasıl aşacaktıki? geçmişte başından geçen bir olayı hatırlamaya çalışıyordu. tek çözüm bu olayda saklıydı. ilk kez çoruma gelmişti yıl 1809 tu....
hükümet ve yandaşlarının eylem ve söylemlerini, yüce mecliste ana avrat küfreden mebusları, kadın cinayetlerini, omuzuna çarptı veya yol vermedi diye adam öldürenleri, otel dolusu insanı yakarak öldürenleri, kız çocuklarına tecavüz edenleri, hırsızlıkları, yağmayı doğayı katletmelerini vs. vs. izleyerek insanoğlunun ilkel bir tür olduğuna karar veren yabancı uygarlıkların türkiye'yi uygarlaştırılacak deney alanı seçmeleri ve ardından gelişen olayları işleyen bir bilimkurgu romanı yazılabilir.
bu leblebiler ilahi kudrettedir her türlü saldırıya savunma tedbiridir bunlara mahalle hocası muhammed ağabey okudu bunları çiğneyip yutana bir daha zarar gelmez dedi.
devlet başkanlarının toplantısının ardından alınan kararla rusya ve abd füzeleri ile çorumda havada aslı duran küreyi vuracaktı. türkiyede olağan üstü hâl ilan edilmişti. orduda bütün izinler iptal edilmişti ordu savaş durumundaydı...
tüm gözlemlerin sonunda saat 08.31 de abd ve rusyadan füzeler ateşlendi. tek bir hedefe kitlenmişti füzeler. havada asılı duran küreye...
ama imkansız bir olay oldu atılan ilk 10 füze türkiye sınırları içerisine girince yön değiştirmiş ve çorumdaki nohut tarlalarına düşmüştü... operasyon iptal edildi... füzeler neden hedef değiştirmişti? çorumlu bilim adamları kürenin etrafındaki manyetik alandan şüpheleniyorlardı... ama anda yeniden toplanan devlet başkanlarının olduğu salona bir anda bir çuval leblebi ile opterya geldi... kapıdada cafer belirmişti... opterya çuvaldaki leblebileri yere dökerek konuşmak için boğazını temizledi. ama o bir insan değildi. salonda çıt çıkmıyordu... opterya leblebi çuvalını göstererek söze başladı.
bu sırada bütün dünya, çorum civarlarında, havada asılı duran küreyi konuşmaktaydı.
kimi insanlar kıyametin geldiğini söylüyor kimileri bunun hükümetin bir işi olduğunu dile getiriyordu.
dünya basınında konuşulan başka bir konu yoktu, bilim insanları ardı ardına açıklamalar yapıyordu.
devam etti opterya sakinliğini bozmayarak.
"siz neandertallerin yok olduğunu sanıyorsunuz hala sanırım"
"ne! neand... hayır hayır imkans... sen.. sen"
"kes kekelemeyi" sesi gür çıkmıştı opterya nın, devam etti "evet, ben bir neandertalim, türümüz yok olmadı. asırlardır gizlilik içinde yaşıyoruz, eh bi' kaç hatamızı yakaladınız tabi fakat büyütülecek bir şey değildi bu. kocayak diye bilirsiniz siz o hatalarımızı"
her ne kadar kafası karışsa da cafer kendini topladı ve konuştu:
-buralar hep çayırdı, siz kime bakmıştınız?
kadın fazla düşünmeden cevap verdi:
+kime bakacağım elbette size ancak fazla zamanım yok geri dönmeliyim! benimle gelmelisiniz!
cafer ne kadar salak bir insan olsa da bunun anlamını biliyordu, çok basitti, ya kadın bu gezegenden değil ya da bir seri katil ve onu evine götürmeye çalışıyordu, iki seçenekte gayet makul gelmişti. hemen yanıt verdi:
-biniyorum arabaya o zaman?
+elbette bininiz çabuk olun!
-bu kadar acelenin sebebini bir öğreneyim mi bağyan?
+senin kadar yakışıklı ama salak bir insan görmedim, ama anlatacağım.
kadın soluksuz bir şekilde olayları anlatmaya başladı:
o romanlar elbette güzeldir. fakat o romanları çalıp prim yapmaktan korkuyorum. aynı şekilde gelecek için fikirler ve icatlar. hiç birşeyin garantisini vermeyiz.
bu sırada cafer ve zeki yani namıdiğer opterya, tarlanın ortasında konuşmaya devam ediyorlardı.
"nasıl geldim buraya!.. biz..biz ışı..ama nasıl olur? nasıl!" dedi kekeleyerek cafer,
"hahaha en zekiniz bile bu kadar aptalmış demek ki!"
"en zekiniz mi? sanki başka bir türden bahsediyormuş gibi söyled.. bi' dakika sen insan mısın ki?"
opterya bir leblebi tanesini iki parmağının arasına alarak "işte" dedi.
-işte bu. hiç bir zaman kıymetini bilmediniz.ne leblebinin ne de niğde gazozunun.
cafer anlamsızca opterya'ya bakıyordu.
Cafer çin başkanına cevap verdikten sonra halkın güvenliği sağlamak kadar önemli bi konu olan leblebi stoklarını taşıma konusuna geçilmiştiki optelya salonun ortasında caferin arkasında belirdi. bütün devlet başkanları bağırmaya başlamıştı. içeri askerler girdi ve büyük bir gürültü ve parlak bir ışık saçıldı. optelya ve cafer gitmişti...
odadakiler birbirine baktı şaşkınlıkla, fransa temsilcisi cafer e döndü ve "eminim mantıklı bir açıklaması vardır" dedi.
cafer gülümseyerek "her şeyin mantıklı bir açıklaması vardır fakat bunun anlayabileceğimiz türden bir mantık içerdiğini sanmıyorum" dedi.
aniden kapı vuruldu.
-tak tak tak.
cabbar kapıyı açtı.
-efendim gitmemiz gerekiyor.
cabbar ceketini aldı ve çıktı. zırhlı bir özel araca bindiler ve ilerlediler.
yer: çorum gökbilimleri araştırma merkezi
tarih: mecbur tarihte durdu şimdilik
saat:günde iki defa doğru göstermeye devam ediyor.
sesler yükselmeye başlar.
cafer eliyle konuşmaları keser ve devam eder.
bu opterya yı başımıza salanın allah (c.c.)bin belasını versin.
"senin bok yemen demi la" der abd başkanına dönerek.
yerin altındaki toplantı tüm hararetiyle sürüyordu bu sırada.
masanın ortasında devasa bir hologram dönüyordu, opteryanın hologramıydı bu.
toplantı başkanı olan abd başkanı nın sözü kesildi ve kulağına gizli servis tarafından bir şeyler fısıldandı. "gelsin" dedi başkan ve kapılar açıldı.
içeri giren caferdi, iq su 400 olan cafer.
uluslararası gizli bir birimde çalışıyordu. ilerledi ve masanın başında durdu, başını kaldırdı ve holograma baktı.
"araştırmalarımız gösteriyorki bu kişi, sadece çorumdaki o malum olay olduğunda sinyallerin kilitlendiği, pusulaların bile ona döndüğü, radarda beyaz, büyük bir nokta oluşturan biri değil. aynı anda bir çok yerde, şu ana kadar 7 ayrı ilde, aynı zamanda bulunduğunu doğruladık.
bir dakika" elini kulağında götürür ve devam eder "8 oldu".
yer: konya-havzan etliekmek
tarih: 28.01.2031
saat: öbürgünden bir önce.
opterya etliekmeğin son lokmasını yedikten sonra sakince ayağa kalktı.
hesabı ödeyip mekandan dışarı çıktığında arkasında etliekmekçinin adı göründü. opterya konya'daydı. bir dakika önce çorumda görülen aynı adam, aynı anda iki ayrı yerde miydi, yoksa aynı anda iki adam mıydı ? ne ayaktı bu opterya? kaç tane opterya vardı? anlaşılan biri bunları çoğaltıp çoğaltıp salıyordu.
bütün devlet başkanları bulunuyorlardı, "u" şeklindeki bir masaya dizilmiş, insanlığın kaderi hakkında tartışma yapıyorlardı.
bir general, kazım ın elini sıktı ve "hoş geldiniz" dedi. kazım hala şaşkındı. "neredeyim ben" dedi.
"yerin 176 metre altındasınız kazım bey."
kazım ın dili tutulmuştu, "buyrun" dedi general ve boş bir sandalyeyi gösterdi.
kazım oturunca, ingiltere birleşik krallık başbakanı james fourgunson "herkes tamam olduğuna göre başlayalım artık ha, ne dersiniz dedi(ing tabi).
kazım neden orada bulunduğunu bilmiyordu.
bütün devlet başkanları oturmuş tartışıyorlardı, gözlerine inanamadı kazım. çünkü hepsi birden hangi ara gelmişlerdi. biraz sonra anlayacaktı ki o başkanların hiç biri gerçek değildi hepsi hologramik görüntüydü. söz istedi kazım..
gökyüzünde ki cismin yarattığı gerilim ortamı süre dursun. hiç bir şeyden haberi olmadan yaşantısına devam eden biri vardı. evinde sabah kahvaltısını hazırlıyor. bir yandan da televizyonda kanallara bakıyordu. show tv de sabah haberlerine denk geldi. programda her zaman ki gibi gene imge fındıkoğlu vardı ama garip bir şeylerden bahsediyordu.
(çorumda gökyüzünde duran cismin ne olduğunu halen daha çözülemedi. dünya dışı varlıkların olduğunu düşünenler sığınaklara saklanmaya başladılar bile, halkta bir panik havası söz konusu.)
kazım gözlerine ve kulaklarına inanmakta güçlük çekiyordu. hemen pencereye koştu ve gökyüzünde gözüken manzarayı gördü.
+ hahaha hasiktir.
yıllardır bu anı bekliyordu. çünkü kazım kendi hayatını, ufoların ve uzaylıların varlığını ispatlamaya adamıştı. herkes ona gülmüştü. dalga geçmişti ancak o yılmadı. gerçekliğini savunduğu düşüncenin arkasında durdu. ve işte haklı çıkmıştı. hemen montunu aldığı gibi apartmanın otoparkına gitti, arabasına atladığı gibi soluğu çorum gök bilimleri araştırma merkezinde aldı. kapıdan içeri girdiği an, içeride kimsenin olmadığını gördü. şehir, panik halinde terk ediliyordu. kazım, araştırma merkezinde hademe olarak çalışıyordu ama artık merkezde kimse olmadığına göre başına geçti ve o merkezde kendisini müdür ilan etti. ondan sonra müdürlerin göt olduğunu düşününce, kendisine bu sıfatı yakıştıramayıp, kendisini baş profesör ilan etti. bu sırada merkezin telefonu çaldı. telefona koşup açtı:
+ alo
- kimle görüşüyorum.
+ ben kazım, gök bilimleri araştırma merkezi baş profesörü.
- profesör, size helikopter yolluyorum acilen askeri üste gelmelisiniz.
+ bir dakika siz kimsiniz ?
- gelince görürsünüz.
+ tamam, ne zamana burada olur araç.
dit dit dit dit.
telefon kapanmıştı. aynı anda kapı çalındı. kapıyı açtığında şok olmuştu. hangi ara gelmişlerdi. kazım anladı ki bu durum çok ciddiydi. hemen helikoptere atladı ve askeri üste geldi. çok üst güvenlikli bir üstü. daha önce adını hiç duymamıştı. çorum'un yergen dağında, dağın içlerine doğru giden bir üstü. kazım, askerlerle birlikte yerin dip kısımlarına giden bir asansöre binde ve üstün yönetim merkezine doğru inmeye başladı. yaklaşık 10 dakika kadar indikten sonra sonunda oraya vardı. birden çelik otomatik kapılar açıldı. bembeyaz bir ışık kapı sızdı asansöre ve açılan kapının ardındaki odayı görünce kazım'ın gözleri yerinden fırladı. çünkü o oda da ...