kavurucu güneş tüm vücudunu yakmış kavurmuştu. bir tek genital bölge etkilenmemişti bu durumdan. nihayet bira göbeği bir işe yaramıştı. yıllardır işerken şeyini görmesine engel olduğu için kızdığı göbeğe bu kez sempatiyle baktı...
brendın bilgisayar ekra'nını gorunce rakamları gireceğini uyandı. yalnız rakamları hatırlamıyordu. lost manyaklığı onun için kate'in götünü izlemekten başka bir şey değildi. matematiği ve ezberi kötu olduğu için bir türlü rakamları hatırlayamıyordu brendın.
evin içinden bir kadın çıkma ihtimali, en kötüsü olsa bile, yine de çekici gelmişti brendın'a. bir kadın çıkması ihtimali brendın'ı korkutuyordu. hayatı boyunca çekindiği, yanına yaklaşmaya korktuğu, ellerini tutamadığı kadınlardan birinin, belki sementa'nın evden çıkma ihtimali, herhangi bir kaçış şansının da olmadığı bu adada, brendın'ı çıldırtacak kadar kötüydü. çıldırabilirdi evet ama "artık çıldırmanın ne önemi var ki" diye düşündü. beyni, aklı, hakikati kaybetmiş, kendini ıssız adalara vurduktan sonra sementa, ne kadar kötü bir şey yapabilirdi ki? elini mi tutardı, saçlarını mı okşardı, hayran hayran gözlerle kendine mi bakardı, ne olabilirdi ki en kötüsünden? bu düşünce brendın'ın nefesini daralttı. hayali bile olsa, adı bile geçse, sementa'nın kendini bu kadar etkilemesi çok kötüydü. bu kadar zayıf olmamalıyım, hayaliyle olsun karşılaşabilmeliyim diye düşündü. tüm bu düşünceler, onun en kötü sonla karşılaşmasına bırakın hazırlık olmayı...
sementa brendın'ın eski sevgilisiydi. aşık olduğu tek kadın. sementa'dan sonra bir çok kadını yatağa atsada sementa'nın hayaliyle sevişmişti her biriyle..
derken, tıkırtılar yaklaşmaya başladı. en derinden, belki evin bodrumundan, sesler yavaş yavaş yaklaşıyordu. ya da hemen duvarın diğer tarafından gelen tıkırtılar şiddetini artırıyor, brendın'ın nefesini daha da zorluyordu. tıkırtıların kapıya yaklaşmakta olduğunu düşündü brendın, heyecanı daha da artmıştır. "tanrım, lütfen sementa olmasın" diye geçirdi içinden. o an sementa'yı görme isteği dışında hiçbir şey hissetmiyordu. ama sementa'yı görmek de istemiyordu. hangisi daha kötü diye düşündü, "sementa'yla karşılaşmak" mı, yoksa "adını bile bilmediği bir kötülükle yüzyüze gelmek" mi...
evin kapısı, sanki ortamın gerilmesinden ve brendın'ın nefes alırken zorlanmasından zevk alır gibi, yavaş yavaş açıldı. dışarı hiç bir şey çıkmadı, hiçbir koku, hiçbir ses, hiçbir görüntü, hiçbir sıcaklık, hiçbir soğukluk. ama brendın, onu hissedebiliyordu. "aman tanrım" dedi.
karşısında duran sementaydı. gerçek olduğuna inanamıyordu. gerçek olup olmadığını anlamak için silikonlu gögüslerine parmak attı. evet gerçekti. karşısındaki sementaydı. hayatında aşık olduğu tek kadın. peki ama sementa'nın burada ne işi vardı? içinden "neyse laa dedi bokunu karıştırmaya gerek yok". içimde zaten hep bir ıssız ada fantezisi vardı diyerek sementaya bakmaya devam etti.
elini uzatır uzatmaz sementa'da bir gariplik olduğunu farketti. sementa, sanki en büyük matemini yaşıyor gibiydi. sementa'nın bu halde olmasına dayanamazdı, sementa'dan nefret etmiyordu. sementa'dan korkuyordu, sementa'yı yalnız rüylarında görebiliyordu ya da beyni kendine bir oyun ettiğinde, ıssız bir adada...
ama yine de sementa'nın başına kötü şeyler gelsin istemiyordu. ya da kötü bir şey gelmiş olmasını. tüm cesaretini toplayıp sementa'nın saçlarına uzandı. şırıl şırıl akan bir suya dokunur gibi dokundu sementa'nın saçlarına. elleri, sementa'nın saçlarının içine karıştı. bu sarhoşluk içinde, sementa'nın ağladığını ve aslında çok acı çektiği anlamamıştı bile. bıraksalar, hayat bıraksa, sementa'nın saçlarının içinde bir ömür boyu yaşayabilirdi.
kendi kendine bir çimdik attı. canı yanmıştı. evet; bu bir rüya değildi. hatta beyni ona bir oyun da oynamıyordu. ve sementa kanlı canlı bir şekilde karşısındaydı...
çocukluktan beri robinson crusoe okuyorum. haliyle ıssız bir ada'da napıcağımı çok iyi biliyorum dedi brendın kendine güvenerek. istersen seninle burada küçük bir hayat kurar birlikte ölene dek yaşarız dedi sementaya.
sementa'nın bu lost aşkı brendın'a az daha kendini kaybettiriyordu. az daha tüm bu melankolik ve yaratılışçılıkçı havasından kurtulup, "yeaa onları kim ezberliycek, elime yazar, bakar bakar yazarım demiştim ama ıssız adaya doğru yüzerken silinmiş ehe ehe" diyecekti. gene de kendini tutup, melankoliye yoğunlaştı, melali anlamayan sementa'ya aşina değilim diye düşündü.
tekrar sementa'nın saçlarını okşayıp, melal havasına geçecekti ki sementa bu sefer de " o diil de brendın mr. eko'da ne kas var haa" dedi. bredın da kapıp koyverdi, "bre dinsiz karı, bir kere verdin mi ki, sabahları kahvaltıdan önce biraz daha sabah sporu mu yaptık, bre deyyus karı" dedi. skerim böyle aşkın da melalin de ızdırabını diyerek dağa taşa haykırdı.
ama sementa brendın'ın söylediklerini pek de sıcak karşılamamıştı. seninle koskoca ömrümü bu boktan ada'da geçirecek değilim. bakışı atmıştı kendisine. brendın boynunu büktü. öküzün trene baktığı gibi sementa'ya baktı.
bu sözleri ve tavırları kuşkuyla karşıladı sementa. küçük bir hayat kurmaktan, ölene dek birlikte yaşamaktan söz ediyordu brendın. ama o bir erkekti nihayetinde. ve erkeklerin böyle davrandıklarında aslında ne yapmaya çalıştıklarını iyi bilirdi sementa tecrübelerinden. y.raklara gelmek üzere olduğunu hissetmişti. biraz geri çekildi usulca...
ada'da işler iyice çığrından çıkıp, taşşak gibi bir hal almıştı. gahı brendın sementa'ya pandik atıyor, gahı sementa brendın'ın genital ve dahi erojen ve dahi üreme organının olduğu bölgeye doğru "mucccuk" hareketi yapıyordu. bu enseye şaplak, köte parmak hadisesinden sıkılmış olacak ki brendın haykırdı; "sementa sementa, ben senin böyle tırt bir karı olduğunu bilsem hiç aşkından kendimi kaybeder de bilinçaltında bu dünyayı kurar mıydım". sementa ağlamaklı olmuştu ama geri dönüş olmadığını da biliyordu. dal rüzgarı affedebilirdi ama kırılmıştı bir kere...
brendın istediği cevabı alamadığından olsa gerek. sahile gitti. sahilde mal mal yürürken yerde bir şişe buldu. şişe'nin içinden bir not çıktı her zamanki gibi. not da aynen şunlar yazıyordu. "rakı sofrasını kur haftaya piiz yapmaya geliyoruz adacak!" oha dedi brendın birileri benimle fena daşşak geçiyor. peki haftaya adaya gelecek olan kimlerdi? brendın ın beyninde bir sürü soru işareti oluşmuştu. sahile geldiğine de pişman olmuştu.
yine de durumun gizemi, macerayı sonuna dek götürme isteği veriyordu ona. nereye kadar giderse gitsin, ucu kime dokunursa dokunsun mına koyayım dedi. kaçmayacaktı...
brendın sahilden eve döndüğünde şişe'deki mesajı düşünüyordu hala. 1 hafta nasıl geçicekti? adaya kim gelicekti? merak ediyordu. pc'nin başına oturdu sayıları girdi. sonra lan facebook'a da girilmiyor ne sikik bir pc bu dedi. kim bilir facebookta neler dönüyor kim kimin götünü parmaklıyor diye meraklandı.
msn ini açtı, ne dinliyorum özelliğini etkinleştirdi ve ardından winamp'a bir şarkı yükledi. msn listesindeki kişiler brendın'ın ruh halini ilk bakışta anlamışlardı. brendın'ın bulunduğu evde müslüm baba'nın benzersiz sesi yankılanıyordu...