Zall'ın baş karakter olduğu romandır.
Her biri var, zall'ı olanı da olsun.
Virabismillah;
Derin derin nefes alıyordu. Ayağını sıkıştığı kayalıktan çıkarması için son saniyelerini yaklaştığını farketmişti. ağaçların arkasındaki hışırtılar ve adım sesleri içini ürkütse de sakin olmalıydı. Kelepçeden kurtulmalıydı ilk olarak ve daha sonra ayağını kurtarmalıydı. Elleri arkadan kelepçeliydi. Kendini kurtarmak için kelepçeyi açacak anahtar ise düşmüştü. Başka yollara baş vurmalıydı, canının yanacağını bilse bile...
15 Yıl önce...
Hastanenin morg bölümünün girişinde oturup, hıçkırıklar içinde ağlıyordu küçük zall. Ailesini trafik kazasında kaybetmiş olmanın hüznüyle. Henüz 10 yaşındaydı. Gidebileceği hiç kimsesi yoktu. Zaten hastaneye de kimse gelmemişti. Kaza anından 2 gün geçmişti. Küçücük ellerini yüzüne götürmüş ağlamaktan gözleri kurumuştu. Birazdan doktor geldi. Zall'ın yanına oturup sormaya başladı;
+isim nedir delikanlı?
-zall doktor amca.
+şimdi kimin yanında kalacaksın zall?
-bilmiyorum doktor bey amca.
+Seni çocuk esirgeme kurumundan bazı görevliler almak için geldi. Başka yakının çıkmadı kayıtlarda.
-Ben onlarla gitmek istemiyorum. Vermeyin beni onlara.
+ne yapabilirim evladım? kanunlar bunu emrediyor.
Küçük zall bir anda olduğu yerden fırladı. Kapıdaki görevlilere yakakanmamak için yaklaştıkça sağa ve sola vucüt çalımları yaptı. Tam onlarla kafa kafaya geldiğinde yere yatarak aralarından kayarak geçti.
Küçük zall hiperaktif bir çocuktu. Kolay kolay yakalanacak biri değildi. Merdivenlere doğru yöneldi. Birinci kat, ikinci kat derken zemin kata çıkmıştı. Lakin güvenlikler ana kapıda onu gördüler ve kaçmaması için seslendiler. Zall'ın durmaya niyeti yoktu. Üst kata çıkış merdivenine yöneldi. Dört kat daha çıktıktan sonra yataklı servislerler birine geçti. Burası ortapedi servisiydi. Koridorun sonuna kadar gidip soldaki odaya geçti. Binanın duruşunu biliyordu. Sağ tarafta hastane bahçesi, sol tarafta ise diğer blok vardı. Ayrıntıları kafasında tutmayı babası öğretmişti.
Odadan geçip pencereye yöneldi. Pencereden çıktıktan sonra diğer binaya geçecekti. Fakat bir sorun vardı. Binanın çatısı bi alt katta son bulmuştu. Atlamalıydı. Ya düşersem diye düşündü. Atlamazsa yakalanacaktı. Mecbur atladı....
Ağzında sakladığı kelepçe anahtarını az önce dala takılınca düşüren zall'ın kelepçeden kurtulmal için tek çaresi kalmıştı; baş parmağını çıkarmak...
Sol baş parmağını çıkaracaktı. Başka çaresi kalmamıştı. Sağ eliyle sol baş parmağına kırarcasına baskı yapmaya başladı. Canı yanıyordu ama bunu hissetmiyordu. Hissedecek ne zamanı, ne de lüksü vardı. Olanca gücüyle bastırıp, parmağından gelen küt sesiyle çıktığını farketti. Kelepçeyi bileğinden eline doğru kaydırırken derisinin de kazındığını biliyordu. Bu numarayı eğitimlerinde öğrenmişti. Kelepçeyi açmadan kurtulmanın tek yolu, tabi bileği kesmemek kaydıyla.
Elleri serbest kalır kalmaz ayağının üstündeki taşı kaldırmaya çalıştı. Oldukça ağırdı ve birinci sefere kaldıramadı. Peşindeki silahlı kişiler ağaçların arasından çıkmıştı. Aralarında 30 metre vardı. En öndeki iri yarı olanı silahına davrandı. Bi kaç el ateş etti. Zall kafasını kayaların arkasına saklayıp, tekrar taşa olanca gücüyle yüklendi. Bu devasa kaya parçası bu sefer yerindrn oynadı. Ayağını çekip kendini kurtaran zall, ırmak boyunca suyun akarına doğru koşmaya başladı. Arkasından kurşun yağmuru geliyordu.
Az ilerde 20 metre yüksekliğinde bir çağlayan vardı. Kuşkusuz atlayacaktı. Atlayacağı noktaya gelip kendini boşluğa bırakırken baldırında bir acı hissetmişti. Vurulmuştu ve havada süzülerek düşüyordu...
15 Yıl öncesi
Kiremit örtüsüyle kaplı bu çatıya düşer düşmez ayağı geçmişti. Ağayı da bileğinden dize kadar kaval kemiği boyunca kesilmişti. Kırılan kiremit jilet keskinliğindeydi. Derin kesiği görebiliyordu fakat buna bakacak zamanı da yoktu. Ayağını takıldığı yerden çekip aldı. Doğruldu ve doğu yönünde koşmaya başladı. En uçta güvercinlik benzeri bir yapı vardı. Güvercinlik varsa kapı da vardır. Güvercinliğin önüne geldi, kilitliydi. Biraz açmak için uğraştı. Arkasında bıraktığı devlet görevlisinin de camdan sarktığını görünce orada oyalanmaktan vazgeçti. Karşıdaki binanın yangın merdivenş balkonu gözünün önünde, 5 metre ilerisindeydi. Kafasında kurguladı, Oraya atlamalı ve oradan kaçmalıydı. Biraz gerildi, kendini boşluğa bıraktı. Havada geçen saniyeler içinde hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmişti.
Parmaklığa tutynmayı başardı. Ani bir hareketle parmaklıklardan kendini içeri attı. Merdivenden üçer adımla inerek zemine ulaşmıştı. Burası binanın arka bahçesiydi ve açık otoparktı.
Doğruca çıkış kapısına yöneldi. Peşinden bir tane daha memurun koştuğunu farkeden zall, arkasına bakmadan çıkış kapısından kendini ana caddeye attı...
Gözleri kapalıydı, vücudunda yanmalar vardı, nefesini tutuyordu. Yaptığı apneler sayesinde suyun altında en az 4 dakika durabilirdi. Gözlerini açtı. Sağından ve solundan geçen mermi çekirdeklerini görebiliyordu. ileriye doğru akıntı yönünde yüzmeye başladı. Suyun yüzeyine çıkarsa ıskalanmayacağını biliyordu. Üç dört dakika kadar suyun altında akıntı boyunca yüzdükten sonra kendini bir kayalığın arkasında yüzeye çıkardı. Bu ırmak boyunca 5 km gidince adriyatik denizine ulaşacağını biliyordu.
Deşifre olmuştu. Bu bilgiye nasıl ulaşırlar diye düşünmeye başladı. Buradaki kimliğini bilen sadece iki kişi vardı. Bir eğitim subayı salca ve iki ateşelikteki bürokrat olan kukla. Hain hangisiydi? kafadındaki bu sorular karşısında çıldırmamak için kendini zor tutuyordu. Oysa ki görev neredeyse başarıya ulaşmıştı. 24 saat yeterli olacaktı. Büyük mafyayı neredeyse yakalamıştı. Bu kadar yaklaşmışken şimdi geri adım atmak içine sığmıyordu.
Baldırında yanma hissetti bunları düşünürken, az önce vurulmuştu. Kan kaybından ölmemek ya da şuurunu kaybetmemek için müdahale etmes gerektiğini düşündü. Boynundaki kravatı ve cebindeki mendili çıkartıp tampon uyguladı.
Irmaktan çıkıp yürümeye başladı. Nehir boyunca ilerleyip, güvenli eve ulaşmalıydı. Oraya varınca yeni bir plan yapıp, ona göre hareket edecekti. Orman boyunca izlerini kaybederek ilk olarak kuzey batı yönünde, sonrasında güney batı yönünde 2 saat kadar yürüdü. Güvenli eve ulaşmıştı hava kararırken. Peşindekileri atlattığından da emindi. Kapıyı çaldı, boynundaki üç yıldızlı osmanlı tuğrasını çıkardı ve ev sahibine verdi. Ev sahibi nereden geldiğini sorunca ise ergenekon'dan geldiğini ve otağa girmek istediğini söyledi. Bunlar şifreyfi ve eve kabul edildi. Ev sahibi kadın etrafı şöyle bi kolaçan ettikten sonra onu eve aldı.
165 Boylarında, gözlüklü, hafif tombul suratlı, beyaz yüzlü, mavi gözlü bir kadındı. Zall vurulduğunu gösterip ilk yardım istedi. Kadın kocasına çağırıp, kurşunu çıkarmaları için hazırlığa başlamalarını istedi. Bu kadında tanıdık bir şeyler vardı ama zall ne olduğunu çıkartamıyordu.
Az sonra temiz bez, neşter ve operasyon için tıbbi malzemelerle beraber adam gelmişti. Zall'a yatağa doğru yüzü koyun uzanmasını istedi kadın. Zall söyleneni yaptı. Kadın pantalonu kalça hizasının bir karış altından kesti ve o bacağı çıkartıp attı. Çocukluğunda çatıdan atlarken oluşmuş olan derin kesiğin izi hala duruyordu. Kadın önce bu kesiğe bakıp kaldı, sonra işine döndü. Kurşun yarasını neşterle biraz genişlettikten sonra işleme devam etti. Local ya da anestezi uygulamamıştı, prosedür böyleydi. Saha ajanlarından birine operasyon için bile narkoz ve benzeri ilaçlar vermek yasaktı.
Zall'ın canı yansa da bununla baş ağrıtacak zamanı yoktu. Birazdan operasyon bitmişti. Kurşun çıkartılmış ve kadın son dikişlerini atıyordu. Şanslıydı ki kurşun kemik, damar ve ya sinire rast gelmemişti. Kaslara saplanıp kalmıştı. Zall bir iki gün dinlenip, daha sonrasında ne yapacağına karar verecekti.
Ev sahibi kadın biraz uyumasını ve kendini toparlamasını önermişti, haklıydı da. 72 Saattir hiç uyumamıştı. Zall'da söyleneni yaptı. Kendisine gösterilen odaya geçip uykuya daldı...
15 Yıl önce...
Küçük zall ana caddeye geçtikten sonra halkın arasına karıştı. Annesi ve babası bu yaşta ona çok şey öğretmişti. Nasıl saklanacağını, nasıl kaçacağını ve nasıl görünmez olacağını. Cadde boyunca yarım saat kadar ilerledi, sonrasında bir metro istasyonu gördü. Yarına kadar burada saklanıp, yarın da ailesinin cenaze merasimine katılacaktı. Daha sonrasında ise oradan yakalanmadan kaçıp, serkan inci dayısının yanına sığınacaktı. Bu serkan inci uzun saçlı, tombul, kumral, top sakallı, kısa ve tıknaz biriydi. Annesinin lise arkadaşıymış kendisine söylediklerine göre. Aslında kan bağı olmamasına rağmen, ona dayı diyordu. Annesi öğretmişti.
Gece metro girişinde bir köşeye yerleşti, başını ayaklarının arasına alıp öylece sabahın olmasını bekledi. Bi kaç tinerci çocuk gelse de kendisine sataşmadılar. Soğuk olmasına rağmen sabaha kadar dayanmıştı. Sabah ilk iş ailesinin defnedileceği mezarlığa gitmek oldu. Mezarlığa arka kapıdan girdi yakalanma riskine karşın. Oldukça kalabalıktı. Daha önceden hiç görmediği insanlar defin işleminde oradaydı. Şöyle bi etrafı kolaçan etti, dünkü peşinde koşan insanlar da oradaydı. Siyah takım elbise, beyaz gömlek, siyah kravat ve siyah italyan ayakkabılar. Daha fazla yaklaşırsa yakalanacağını bildiği için uzaktan seyretmeye devam etti.
Artık dualar okunuyordu, defin işlemleri son bulmuştu. Kendinden geçmiş biçimde inilti şeklinde ağlıyordu ki bi sesle irkildi; "işte orada!"
Farkedilmişti, kafasını kaldırıp tanıdık var mı diye baktı. Serkan dayı'sı da oradaydı. Ona ulaşmalıydı ama imkansız. Dayısının arabasını mezarlık girişinde gördü lakin ulaşması bu kalabalığın içinde imkansızdı.
Planını yapmıştı. Arabaya tersi istikamette koşacak, ilerde peşindekileri ekecek ve geri arabanın oraya gelecekti. En son arayacakları yer de arabanın orası olacaktı. Gayet mantıklı geldi. Koşmaya başladı, peşindekiler de beraberinde...
15 Dakika kadar gittikten sonra bir daire çizercesine geri arabanın oraya geldi. Peşinde kimse kalmamıştı. Serkan dayısı son taziyeleri alıp arabanın kapısını açınca, kendisi de arka sağ kapıdan giriş yaptı. Kimse farketmemişti bile. Koltuğun arasına sıkışıp, üstüne koktukta bulunan gazetelerden çekti. Birazdan dayısa telefon geldi. Biriyle konuşuyordu ve henüz yakalanmadığını söylüyordu. Bir taraftan da tamam efendim deyip, en kısa zamanda bulacaklarını söylüyordu. Bunları anlamlaştıramayacak kadar bitkindi. Koltuğun arasında sızıp kaltı az sonra zaten.
Gözünün önünde bir parıltı vardı. Işık huzmesiyle beraber 15 yıl önce kaybettiği annesinin sülieti belirmişti. Kendisine "zal, pes edemezsin, hemen kalk" diyordu. Zall bir anda yatağından doğruldu. Karşısında ev sahibi kadını gördü. Elinde tepsi ile duruyordu. En çok sevdiği çorba olan yayla çorbası vardı. Bu kadında ayrı bir samimiyet vardı ama ne olduğunu çıkartamıyordu. Kadın aç olduğunu ve çorbayı içmesi gerektiğini söylüyordu. Zall sırtını duvara verip az önce kendisine seslenip, seslenmediğini sordu. Kadının cevabı ise çorbayı içmesi için çağırdı oldu. Zall kendisine "zal, pes edemezsin, hemen kalk" şeklinde çağırıldığını duyduğunu ve ne duyduğunu iyi biliyordu. Rüya ile karışık da olsa birinin kendisine zall dediğinden emindi. Oysa bu evdeki kimse ismini bilmiyordu. Acaba rüya mıydı diye tekrar düşündü, hayır değildi. Neyse bu konuyu daha fazla uzatmamak adına çorbasını yudumlamaya devam etti.
O gün zaten akşam güneşine ancak uyanmıştı. Uykuya dalalı 20 saati geçmişti ve yeni uyanmıştı. Bir gün daha burada kalıp, yarın akşam yola çıkacaktı. Çorbası bitince ayağa kalktı ve aklında durum değerlendirmesi yapmaya başladı. Sırp mafyasına haberi uçuran kimdi? salca mı kukla mı? biliyordu ki kimliği başka kimsede yoktu. Yarın ilk olarak kukla'yı yakalayıp konuşturacaktı. Eğer kukla'dan bir şey çıkmazsa yarbay salca'yı indirmek için türkiye'ye gidecekti. Sorun kukla'ysa hala operasyo kurtarılabilirdi. Kukla'nın bildikleri sadece kendisinin bir ajan olduğuyla sınırlıydı. Ve hala sırp mafyasının tepesindeki isim olan haseki here sultan'a yapacağı operasyondan haberleri yok demekti. Eğer sorun salca ise tüm operasyon iptaldi. Derhal mit'e gidip rapor verip, saha görevinden de azli kaçınılmazdı. Bu düşüncelerle sabah saat 6'ya kadar uyuyamadı. Sonrasında ev sahibi kadının sabah kahvaltısı olarak getirdiği şeyleri yiyip, uykuya daldı...
15 Yıl önce...
Küçük zall gözlerini açtığında beyaz çarşafların arasında yatakta uzanmış vaziyetteydi. Kafasını sola çevirince, peşindeki takım elbiseli adamla göz göze geldi. Kalkmayı ve kaçmayı düşünmüştü ki kapının dışından serkan inci'nin sesini duydu.
Biraz sonra kapı açıldı, serkan içeri girdi. Yatağın yanındaki memur odadan dışarı çıktı. Zall, serkan dayısıyla baş başaydı. Ağlamamak için zor tutuyordu kendisini. Serkan dayısı zall'ı kaldırıp, boynundan sarılmasını sağladı. Zall ağlıyordu, serkan ise başını okşuyordu. Ayrıldılar. Serkan söze girdi...
Burasının mit'e ait olduğunu ve kendisinin de mit'teki üst düzey bi görevli olduğunu söyledi. Yine anne ve babasının da kendileri için çalıştığını, bir iş üstünde çalışırken saldırıya uğradıklarını söyledi. Anne ve babasını kurtaramadıkları için çok üzgün olduğunu ve zall'a da annesiyle babasının izinde gitme şansı olduğunu söyledi.
Zall henüz 10 yaşındaydı, böyle konulardan pek anlamasa da anne ve babasının cinayete kurban gittiğini çözecek kadar vardı. Sadece çözmek değil, onları öldüren kişiden intikam da alması gerektiğini düşünüyordu. Serkan'a kendisini yetiştirtmesini söyledi. Serkan da zaten öyle olacağını söyledi.
Serkan zall'ı elinden tutup odadan dışarı çıkarttı. Burası bir hastaneye benziyordu. Koridorlardan ilerledikçe takım elbiseli kişilerle karşılaşıyorlardı. Serkan'la bir düzine labirent benzeri koridorlardan geçtikten sonra bodrum katta siyah bir kapının önünde durdular. Kapı birazdan açıldı. Kısa boylu, ne zayıf, ne de şişman, hafif baby face biriydi kapıyı açan.
ilk olarak serkan söze girdi.
+Bu delikanlı ajan 13 ve ajan 14'ün çocuğu zall.
-Demek dünden beridir yakalayamadığımız küçük dev adam bu.
+Salca, bu çocuğu sana emanet ediyorum. Kendisine bildiğin her şeyi öğretmelisin.
-O iş benim işim inci. Gerçi 24 saattir yakalayamadığımıza göre eğitilecek yanı da kalmamış demektir...
Bu diyalogdan sonra odayı gülüşmeler kapladı. Zall iki gündür ilk defa umutla bakmaya başlamıştı. Gözlerinin içi artık gülmeye başlamıştı...