huzur apartmanı, beşinci kat, otuz numaralı dairede, misafir salonunda yirmiye yakın insan kendi terlikli ayaklarını, bazen de ellerini izliyorlardı. herkes ayaklarıyla, elleriyle ilgili daha önce hiç kimse tarafından fark edilmemiş, insanlık tarihinde ilk defa keşfedilecek bir özelliği bulmaya çabalıyor gibiydi. benim ellerim inanılmaz kurumuş, bakıma muhtaç haldeler, ben bunu fark ettim. nemlendirici krem sevmiyorum, yediğim her şeye tadı geçiyormuş gibi hissediyorum, o yüzden ne zaman biri elinde nemlendirici kremle üzerime yürüse tatsızlık çıkartıyorum.
diye bağırdı.. bilmiyordu ki başına gelecekleri.. zaten hep bu aceleciliği dert açmıştı başına.. olsundu tahir seviyordu yine de necla yı.. neclasız bir hayat düşünemiyordu.. aynı hisleri duyguya da beslemişti ama neclanın yeri ayrıydı.. durdu. düşündü.. aynı hisleri mehmet amirim içinde hissetmiştim.. hay allah.. dedi gülümsedi..
salonda, içinde biriken öfkeyi kocasının suratına haykırma kararı alan kadın, mutfağa geri döndüğünde kocasının suratı yerine kaseyle karşılaşınca "yeter artık!" diye bağırdı. hazdan titreyen dudaklarıyla son damlalara ulaşmak üzere olan adam, kaseyi indirmeden sesin geldiği tarafa döndü. kase başlı, insan vücudu bir yaratığa bağırıyor olmak kadının sinirlerini iyice bozmuştur. kase yüzünden neler olduğunu göremeyen adam, kendisine hızla yaklaşan ayak seslerini duydu. kaseyi indirmeye fırsat bulamadan bir el ensesini kavradı ve sonra kasenin dibi büyük bir hızla yaklaşarak suratına yapıştı. kasenin dışından "al, iyice yala da rahatla!" diyen bir ses geliyordu. adam kaseyi indirmek istedi, ama karısı bir eliyle ensesinden iterken diğer eliyle kaseyi tutuyordu. karısı ellerini çektiğinde, kaseyi yüzünden çıkarıp sertçe masaya vurdu. mutfak kapısından çıkan karısının arkasından, "noluyo ya? manyak mısın sen!" diye bağırdı. kasenin dibine çarpan burnu çok acıyordu. burnuna dokunduğunda hissettiği kayganlığı kan sandı, ama eline bakınca kan sandığı şeyin bir marul parçası olduğunu gördü. can havliyle verdiği ilk tepkiyi devam ettiremeyecek kadar şaşkındı. zeytinyağına bulanmış parlak bir surat ve anlamsız gözlerle karısının çıkıp gittiği mutfak kapısına bakıyordu. anlamı bulmaya çalışan gözleri, salataları süsleyen birer zeytin tanesine bakıyordu.
kase nihayet indiğinde, kadın, adamın burnunun üzerinde bir marul parçası olduğunu gördü. burnundaki marulu ve karısının yüzündeki tiksintiyi fark etmden, "vallahi şu salata suyunu şişeleyip marketlerde satsalar, şişe şişe alırım" dedi adam. üzerinde, "katkısız salata dibi" yazan şişeleri market arabasına dolduran kocasını hayal etti kadın. "noldu aşkım, niye bana öyle bakıyorsun?" diye sordu adam. "yok bir şey" diyerek hızla mutfaktan çıktı kadın. hala biraz salata suyu kaldığını gören adam, elleyi kaseyi yeniden kavradı.
"salatanın dibini övme", "ağız şapırdatma", "çorba hörpletme", "çorba içerken kaşık sorunsa oh çekme", "elle girişilen yemek sonrası parmakları 'cup' sesi eşliğinde emme", "iki dişin arasındaki boşluğa kaçmış parçaları hava çekerek çıkarma", "yağlı kaşıkla kasedeki yoğurtta iz bırakma", "pilavı parmakla kaşığa itme" gibi konuları artık kocasıyla konuşmayı planlayan kadın, bu yeni hareketle birlikte iyice ümitsizliğe kapılmıştı. sandalyeye çökerek ellerini başının arasına aldı. adamın kafasını tamamen örten kasenin arkasından garip sesler geliyordu. kadın, bedeninin üzerinde kafa yerine kase taşıyan kocasına baktı. adam, yukarılardan süzülen salata sularını beklediği için kaseyi bir türlü indirmiyordu. kasenin arkasından gelen memnuniyet sesleri gittikçe artıyordu.
cenifır gözlerinin kapanmaya başladığını hissediyordu. göz kapakları artık taşıyamayacağı kadar ağırlaşmıştı.
ama uyumamalıydı, kendi hayatını bile umursamıyordu.ama ağır yaralı bir şekilde arkada uzanan jack'in hayatı ona bağlıydı. acilen bir şehir merkezine ulaşması gerekiyordu.
bir yandan da nasıl bu hale geldiklerini hatırlamaya çalıştı. ama düşüncelerinde sadece bir boşluk vardı, kaosun içinde uyanmış gibiydi..
o adam bütün meşakkatlere rağmen düşmedi. dirayetliydi. yağan kar, havanın fırtınası ona sanki güç kuvvet veriyor gibiydi. farklı bir havaya sokuyordu kendisini.
sonra uzakta bir yerde ışığı hafif yanan tek katlı bir ev gördü. Bedeninin rahatladığını hissetti. o ruhi rahatlamanın etkisiyle oraya doğru yürüdü. yürüdü yürüdü...
Evin kapısını tıklattı. ses veren yoktu. bekledi. sonra kapı kolunu çevirince kapının kilitli olmadığı anlaşıldı ve içeri girdi.
içeride bir kandil etrafı aydınlatıyordu. Sığınmak ve dinlenmek için fevkalade güzel bir ortam vardı. çantasından bir vodka çıkarttı. sonra kuruyemişlerle dolu bir torba. bunlarla geceyi idare edicekti.
vodkayı yudumlar yudumlamaz kanında inanılmaz bir sıcaklık olduğunu farketti. boşuna rusların milli içeceği değil. Bu tip havalarda içilebilecek içkilerden biriydi. Kuruyemişleride atıştırmaya koyuldu. Badem fındık fıstık vs.
Fakat bir süre sonra vodkayı soba başında içtiği için adam o hararetin etkisiyle sızıp kaldı...
'belki bilirsin; bi dönem şahin marka oto ile el frenini çekip arabanın götünü kaydırmak en önemli ulusal fanteziydi..' diyerek yakınlaştı canıtın coannah'ya.. coannah hafiften omzunu silkerek, 'tütün içiçem aq diyenler hem daha doğal diyenler: şanlı bi mücadeleymiş gibi sinirlenip hayatının en radikal kararı gibi yansıtıyolar lan.. onu n'apıcaz, hiç düşündün mü' dedi ve canıtın'ın yanıtı feci oldu;
'ona bakarsan Bu topraklarda Ebeveynler, Bakunin sevdalılarına Sigortalı iş bul diye diye yaşam enerjilerini emdiler..' diyerek usul usul uzaklaştı..
içeri giren lisa albırtın yatağında bir çocuk gördü kim di neydi o an şok olmuştu, sonra albırt açıklamaya başladı, yıllar önce kaybettiği kardeşiydi daha hayat albırtla liza nın karşısına neler çıkaracaktı. isabel kardeşinin adıydı.
o gece coannah canıtın'ın yanına yine usulca yaklaşıp, "Gayrimüslim ihtiyarlar 70 yaşında Maradona şortu giyip sahilde koşuyolar, sen ise Otobüs'te ters oturamıyorsun.." diyerek bi güzel yerdi. canıtın coannah'ın sümüğünden öpüp, 'Sıradışı işler yapınca kafanda göbekten Kokain çekip Viski'nin dibini çalkalayıp içen bi figür oluşmasın: dayım hala bakkala gönderiyo beni.." deyip usulca uzaklaştı..