ulanma yani eklenmeden türkçemize giren bu sözcük, aristo'nun kullanmaya bayıldığı kategori sözcüğüne karşılık gelir.
ekrana bakmaktan vazgeçip etrafınıza bir bakın. gördüğünüz her şey ulamın bir parçasıdır ama her şey. kendi içinde taksonomisi, sınıflandırılması yapılmıştır. bu sınıflandırma, nesneleri tek tek değil bütünsel algılamamızı sağlar. örneğin siz ne görüyorsunuz bilemem ama ben bir sırt çantası görüyorum, onu yeşil renkli sınıfına da sokabilirim, taşıma aracı sınıfına da. bu, benim yaşamımdaki ulamlarımdır(kategorilerim). Ulamlar bir insan açısından indirgenmiş ve önceliklenmiş sınıflamalardır.
günün ilk ışıklarında karşılaştığınız ilk insanı düşünün şimdi. onu ya ismen, ya da daha önce yapmış olduğu bir iyilik(ya da kötülük) ile hatırlarsınız ya da tamamen farklı bir nedenden. bütünü sizi ilgilendirmez, onunla, yaşamınızda ona biçtiğiniz paye kanalı ile konuşursunuz. sizin kategorinizde ne ise odur o kişi, daha sonra naif bir şey yapar, yeni bir ulam gelir, şekli şemali değişir o kişinin ya da öyle kalır eklenmeden.
ulam ya da kategorinin, eklenme dışında, bir diğer anlamı taşımadır. siz bütün bu ulamları aklınızda taşırsınız ve gerektiğinde boşaltırsınız. sevgi ya da aşk denilen şey bir insanın sizde, iyi anlamda, ulamdan ulama koşmasıdır. hep güzel hoş bir yanı ile yaşamınıza eklenir de eklenir ve sonuçta, onu aklınızda öyle bir sınıfa sokarsınız ki artık yektadır. o sınıfa başka kimse giremez.
canlı ve cansız şeylerin beyinde toplanması sonucu her gördüğümüz şeyi ekler ya da çıkarır bir liste oluştururuz. o şey'ler ile her karşılaştığımızda bu listeye bakar ve güncelleriz, yaşamın güzel yanı da bu zaten. kendi filmimizde başrol.