günlük hayatın içinde, insanlarla girilen girilmeyen diyalogların hemen hemen hepsinde, bize bu eylemi yapmamızı emreden anlardır.
ne kadar suya yazı yazmak gibi bir şey olsa da bu, aslında hep yapılıp farkında olunmayandır. mütemadiyen kafamızın içinde koyarız aslında bunu, birinin bizi terkedip gittiği ve onun kıçını seyre daldığımız an mesela, bildiğin üç noktalıktır. ne sonrası ne öncesi hissedilir. ne bir şey denilebilir ne de susmak istenilir.
acayip terledikten sonra kana kana su içip sonra da nefes atışımızın normale dönmesini beklediğimiz anlar gibi anlarda elzem olandır bazen.
dışardan ve kalabalıktan eve geldiğimiz zaman, koltuğa ilk oturduğumuz dakikalarda mazi olan günü ve onun elemanlarını düşünürkene içimizden akıp giden noktalar ordadır yahut.
bunun gibi yaşanan hayatlarda yapılabildiği gibi yaşanmayan ama hayvani boyutlarda arzulanan hayatlarımız için de yaparız bunu. bir bardan her tek çıkımışızda yalnızlığımızı bize daha fazla hissettiren, o harikulade olduğu düşünülen sevgilileri her gördüğümüz anda gibi mesela. işte basarız orda üç noktayı. ne bir şey denilebilir ne susup kafayı öne eğip sokaklar caddeler aşınabilir topuklarımızla.