bazıları için tarifinin mümkünü olmayan durumdur. bunun için yıllarca dershanede sabahlayan * gece gündüz demeden çalıştığı halde ulaşamayan ve istemediği bir işi yapmak zorunda kaldıkları için hep eksik yaşayanlar var bir yanda bir yanda da elinin tersiyle itenler...
arkadaşımın komşusunun gerçekleştirmiş bulunduğu olay aslında. tuhaf olan adamın bugün bir okulun hademeliği için açılmış sınava girmesi galiba. matematiği bu kadar iyi olan bir hademeye hiç rastlamadım sanırım çünkü matematiğin bütün sorularını eksiksiz cevapladığından bahsediyordu. hayat çok garip gerçekten. *
tıbbı kazanıpta okumayan kişi bir yıl sonra aldığı cezaya rağmen rahatlıkla orta halli bir fakulte kazanabilir. olmadı 2 yıl sonra adam gibi istediği yere yerleşir. bana şehir efsanesi gibi geldi. bizim dersanede de matematik profesörü bulaşıkçı vardı.
fakültenin ilk yıllarında yapılabilinecek; 3. sınıftan sonra yapılması göt isteyen eylemdir.
3. sınıfta tıp öğrencisi bunalmıştır çünkü derslerden. herkes sikini avuçlayarak dolaşırken o ders çalışıyordur; bu gece aleme çıkalım diyen arkadaşlarına ''çalışmam lazım'' demekten bıkmıştır, güzelim havalarda sevgilinin gözlerine bakmak varken bit yazılı kitaplara bakıyordur. o aralar eşiktir işte, ayrıldın ayrıldın fakülteden.
ayrılamazsan 4. sınıfa geçersin çünkü. 4. sınıf demek hastane demektir, staj demektir, hastalarla iletişim demektir. kısacası doktorluğa adım demektir. o eşik değerde bırakacaktın arkadaş; zira 4. sınıfta keyif almaya başlarsın fakülteden, heveslenirsin.
derken olursun 5. sınıf. yukarıdaki bütün heyecanların tadı kaçmıştır artık. gel gör ki bu sefer de ''ulan 4 sene it gibi çalıştık, 2 sene daha yırtınıp diplomayı alayım bari'' mantığına bürünürsün. ittire ittire yol alırsın klinikler arasında.
intern olunca 4. sınıfın başındaki hava hafiften sarmaya başlar yeniden. ''oh be sınav falan yok allahtan, artık doktor sayılırım'' dersin kendi kendine. hastanede nöbetler keyiflidir en başlarda, hocaların da aragazlarıyla devam edersin yola. lakin 1 ay sürmez bu heyecan da, bir gece nöbetteyken ''ne işim var lan benim burada evde yatmak dururken'' diye içinden geçiverir, sonra arkası çorap söküğü gibi gelir zaten.
o çorap söküğü sekansına kaptırmazsan kendini; uzmanlık sınavına çalışmaya başlarsın ufak ufak. sonra asistanlık, sonra mecburi hizmet derken 40 yaşından önce huzur bulmak zor zanaattır vesselam.
niye? çünkü sen sadece beş dakikalık zevk sonrasında oluşmuşsun. anan seni 9 ay karnında taşımış. sonra karnını doyurma altını bezleme dönemi. sen tıbbı kazandıktan sonra verecekleri tepki ise sağda solda böbürlenmek, senin üzerinden övünmek olmamalı. sevincini yaşa ama aile arasında yaşa. bütün paralı günlerde, kahvede falan anlatmayın ey ana babalar. yani işte durum bu.
70'li yılların sonuna doğru babamın yaptığıdır. maddi durumun yetersizliğinden gidememiş, daha sonradan hem çalışıp hem okuyabilmek için ikinci öğretim eğitim fakültesine gitmiştir.
eğer okumak isteyip de belli sebepler yüzünden okuyamıyorsa yıllarca içinde ukte olarak kalacaktır.
eski bir komşumuzun oğlunun yaptığı şeydir. öss'de dereceye girdi, japonya'ya gitti mühendislik okumaya, sevmediği ya da yapamadığı taktirde türkiye'ye geri dönüp 1. sınıftan başlama hakkı varmış.
Maddi veya manevi imkanları el vermemiştir. Ama yok bilerek gitmiyorsa o zaman o çocuğun nasıl tıpı kazandığını oturup konuşmak gerek.
(bkz: Şüphelidir)
tıpı kazanıp hatta bitirip kafe açan ve tutunca mesleği bırakan 2 tane tanıdığım var..toplum istediği kadar tıp'ı kazanınca okumak o mesleği edinmek zorunluluğunu dayatsın,bireysel mutluluğunu etraf ne der endişesinden daha çok önemseyen insanlardır,takdir edilesilerdir..doktor olup da mesleğinden memnun olan çok nadir insan gördüm..30 32de çöküyo lan adamlar aynı tsk çalışanları gibi..