gitmeyiniz, gitmek isteyene de mani olunuz denilen, gitgide saygınlığını yitiren doktorluğun fabrikasıdır. 25 yaşına gelinip de hala ana baba parası yenilir. Koca koca eşşekler olunmuştur, ama hala dersanedir, testtir, a'dır, b'dir, c'dir.
tusa girersin girersin kazanamazsın, adın kronik tusçuya çıkar. ders çalışmaktan insanlıktan çıkarsın, hiç kalkmadan saatlerce tosarsın, günün 16 saati masa başından kalkmamacasına hem de. sonra bi yere atarsın kapağı, hocadan fırça hastadan dayak yersin. deli gibi nöbet tutarsın, çoğu zaman hiç uyumazsın, yemek yemezsin, sabah akşam hastanede yatarsın, bazen 56, bazen 72 saat evine gidemezsin, çocuğunu göremezsin, 17 saatlik ameliyatlara girersin, çişini bile tutmak zorundasındır, her an evden çağırılabilirsin ama sonucunda ne saygı kazanabilirsin ne de para. kimseyi memnun edemezsin.
aslında bunlardan hiç gocunmazsın, şikayet etmezsin, severek yaparsın, ama karşılığında bir miktar saygı beklersin, emeğinin karşılığını istersin. ama seni ne hastaların sever, ne de devletin kollar. hatta yerine yabancı uyruklu doktorlar getirilir.
her meslekte olan birkaç kendini bilmez yüzünden seni potansiyel tacizci, para delisi gözüyle görürler.
sonra birileri çıkar hergün gazetesinde seni yazar, her programında senden bahseder, çamur atar, yazıklar olsun der.
bu tavrıyla bütün doktorları zan altında bırakır. bilmez ki bir doktor nasıl yetişir, çoğu ne zor koşullarda çalışır. kendisinin tuzu kurudur çünkü, çuvalla hem de hiç zahmetsiz para kazanmaktadır, sonra da akmerkez'de, nişantaşında bozdurup bozdurup harcamaktadır. ama doktor kişisi bu çalışmaya rağmen aldığı parayla aynı şehirde zar zor geçinmektedir. Eczacı kalfası bile ondan fazla maaş almaktadır. ama olsundur, birileri doktorlar üzerinden rating yapsındır, halka şirin gözüksündür.
gazi üniversitesindeki yangın sırasında kalp cerrahisinde ameliyat yapılmaktadır, hastanın kalbi dışardadır. acilen hastaneyi boşaltın uyarısına rağmen hoca ameliyata devam kararı alır, çünkü doktorların dışarı çıkması demek hastanın ölmesi demektir. kendisini ve ekibini belki de ölüme sürükleyecek çok cesur bir karardır bu. türk hekimine yakışır şekilde ölmek ister, gerekirse hastayla birlikte ölürüz diyerek ameliyata devam eder, ve başarıyla bitirir ameliyatı. hasta ve yakınları ise ekibe minnettardır. kaç kişi onun yaptığı şeyi hiç tanımadığı biri için yapabilir?
çünkü o hocadır, insandır, eli öpülesi, gurur duyulasıdır. çünkü o türk hekimidir. kimse umursamasa da, bizlerin umurundadır hocam yaptığın onurlu davranışın (ve tabii daha niceleri hikayesi bilinmeyen). saygıyla eğilirim önünüzde...
yine de sevenler, isteyenler yazsındır. varsın kimse saygı duymasın, kendinize olan saygınızı da elinizden alamayacaklardır nasıl olsa.
6 yıl boyunca bir sürü hastalığa tanı koymayı öğretti bu fakülte bana. Bir çoğunu da tedavi etmeyi.
En basit soğuk algınlığından milyonda bir görülen sendromlara kadar.
Ama eğitimimin sonuna yaklaştığım şu günlerde kafamı fena halde kurcalayan birşey var. Bize birkaç şeyin tedavisini öğretmedi bizim hocalar.
yazdığım reçeteyi almaya parası yetmeyen bir hastayla karşılaştığım zaman ne yapacağımı bilmiyorum hala.
ya da hastaneye yatması gereken oğlu için oda parası bulamayan bir babayla karşılaştığımda ne yapacağım öğretilmedi bana.
fakirliğin, garibanlığın,çaresizliğin tedavisini öğretmedi bizim hocalar.
günde 3 kez tok karnaumursamazlıktır belki tedavisi bunların. mutsuz olmamak için insanlığından ödün vereceksen fena bir yol da sayılmaz hani.
dünyanın heryerinde hasta olmak zordur heralde ama bu güzel ülkede doktor olmak da zormuş. ben bugün bunu anladım.
Eğer çok idealist değilseniz hayatınızın en güzel 15-20 yılını hastane köşelerinde nöbetlerde ve tıp kitaplarıyla geçirmek istemiyorsaniz kesinlikle yazmayın.
Devlet size garanti meslek sunuyor. Ama çalışma koşulları çok zor. Düzgün bir aile hayatınız olmayacak. Ve yaşamınızın en güzel yıllarını alacak. buna evet demek.için aptal olmak gerekir.
Yazmayın. Uyarıyorum.
Edit: bu hayata bir kere geliyorsunuz. Bunu unutmayın. Birisi derse ki 20-40 yaş aralığında ne yaptin diye.
6 yil tip 5 yıl uzmanlık 2 sene zorunlu doğu görevi 3 yıl yan dal 2 sene yan dal zorunlu doğu görevi deyip tam 18 yıl bunları yaptım dersiniz.
Edit: davulun sesi uzaktan hoş gelir arkadaşlar. Ama uzaktan. O davul bu tıp aynı bok.
Edit: hali hazırda asistan doktor olarak bunları yazıyorum.
Edit: bütün yılların yorgunluğunu bir hastanın iyileşmesine yardım etmek alır. Ben de bunun için katlaniyorum zaten. Demek istediğim şey şu: insanlara her zaman yardım edebilirsiniz, gencliginizi vererek yardım etmek istiyorsanız o da sizin bileceğiniz iş. Aynı şekilde birçok insana bilmeyerek zarar da verebilirsiniz bu meslekte. Bir insanın hayatına mal bile olabilirsiniz. Ben elimden geleni yaptım demekle olmuyor çünkü tıp biliminde sonsuz bilgi çeşitliliği var. Hepsini öğrenmek zorundasın. Yaptığın her hata bilmediğin, unuttuğun bir bilginin sonucudur. Bunu da göz önünde bulundurun.
mini mini birler , caliskan ikiler , hemsiranimlar (!) , doktor beyler ,
eheh ya tip fakultesini anlatmaya omur yetmez.. bazen dusunuyorum bi yasadigim kadar daha anlatabilirim.. her okulda sistem farklidir , benimkinde ilk sene fizik biyoloji genetik organik vardi..tipsal olan tek sey de kadavra kursuydu.. ikinci sene nöro , fizyo , biyokimya sonra preklinik sinavi.. ucuncu sene pato dahiliye cerrahi 1 sosyoloji klinik psikoloji.. 4teki dersler ders olmaktan cikipstaj olmaya basladi artik kim nerye cekerse haftalik oraya gidiyoduk.. simdi 5e basladim ve ilk defa bugunlerde bi baktim soyle universite sehrime.. universiteme cimlerin ustundeki genclere tipcilara..
birisi ustte yazmis buraya girenle cikan adam ayni olmuyo diye dogru.. kesinlikle dogru.. genelde tip fakulteleri hele turkiyede diger universitelerden izole bi yerde oluyo.. bunun ilerde size kattigi tek sey de su oluyo ki , herkes tipci etrafinizda..
ben mesela yurttayken filan bisuru milletten bi suru adamla takildim ettim ama gunun sonunda aradigim , maillestigim adam hep tipcilar oldu..
ilk senelerde boyle alttan alta verilen , sen tipcisin buyuk dusun havasi bi yerden sonra insanda oto kontrol mekanizmasi olusturuyo.. misal aglayasin mi geldi , hemen diyosun ki kendi kendine lan ya su enzim defektim olsaydi ya annemlere bisi olsaydi deger mi allasen ?! boyle dusune dusune insan bi sure sonra duygulari gostermeyi ve hatta birak gostermeyi hissetmeyi bile sacma buluyo.. sanki uzulmeye sadece hastalarin hakki varmis gibi bi moda giriyo..
kisisel iliskilere de yansiyo tabii bu.. hemen her tipci hayatinin uni doneminde : 1. gece yasayip gunduz uyumustur. 2. klasik muzige sarmistir. 3. hayatindaki kisileri "umursamazsin , beni sevmiyosun , bana deger vermiyosun" laflariyla kaybetmistir..
bi de ne var biliyo musunuz yalnizdir esasen butun tipcilar.. etraflarinda tipci arkadaslarinin olmasina dayanamazlar cok stresli ve cok rekabet halinde hissederler kendilerini o yuzden genelde sosyal bilimci arkadaslari olur.. ama sonra icten ice farkederler ki , onlarin yasadigi hayat da uymuyo onlara.. bi sure sonra ortamda istense de istenmese de , bilen adam haline gelirler.. misal onlar geceleri cat kapi birine zirlayarak gitmezler genelde onlara gelinir.. bu basta gurur vericiymis gibi dursa da , yalnizlik iste o boktan yuzunu gosterince insan der aha simdi napicam ?!
sevgilileri benim gordugum kadariyla , ilk 4 senede olursa olur.. her tipci zaten kafadan ortalama insandan farklidir.. hayatim boyunca tanidigim tek japon edebiyati sevdalisi adam tipciydi en cok kitap okuyani da tipciydi sanatla en ilgili olani da.. bu da herhalde tiptan bunalip baska alanlara dagilmalarindan oturu boyle bilemiyorum.. iste bunlar asik oldular mi sayet ve de ayrildilar mi , ne duzgunce acilarini anlatabilirler , ne kendilerini koyuverirler , ne bi donem uzatip depresif takilabilirler ve bi yerden sonra okul da ilerdedikce derler ki , sikerim lan benim isim gucum var bunlarla mi urasicam.. iste bu nokta irreversible enzim inhibisyonu gibi bi noktaya varir tipcinin hayatinda.. duygusuzlasmistir daha dogrusu duygularini tasarruf hesabina yatirmistir..
her onune gelene carpilmaz , carpilsa bile zaten karsisindaki kafadan kendine tav olacagi icin sirf bolumunden oturu kendini yeterince emek vermis hissetmez , e emek olmayinca sevgilinin degeri azalir boylece iste bu tipci kalpsiz diye anilan onla bunla flort eden fakat kimseyle de ciddilesmeyen insan olur.. erkekleri memeden amdan gotten cok tahrik olmaz.. yani olur da sadece bunlara kapilmaz..
kotu degil tabii.. dedigim gibi anlasilmasi gereken sey bu kadin ya da adam duygularini kaybetmemistir.. bilakis herksten cok eglenir.. en aci seylere bile guler ki hastanelerin gizli kapali odalarinda doktorlar zaten olumle bile kafa bulduklari icin bu sisteme ayak uydurmak adina , tiye alma becerileri otomatik olarak gelisir..
psikolojiden ekseriyetle anlar , yalani dolani cat cat ayirt ederler.. genelde densizlik boyutunda ukala ve aciksozludurler ki bu da gene , toplumun sucu.. cunku kendileri ne derse kabul gorecektir zaten ondan dolayi yalanla dolanla kasmazlar kendilerini..
kadin olarak tipcilar , nazi niyazi genelde olmayan , en gec 18inde ciplak bi suru insan gormus boyle kadin desen degil kiz desen o da degil bi arada derede olurlar.. en ucuk esprileri duyar bunlara hissizlesir ama gene de kadin dogum stajinda cocuk gorunce , hangi milletten olursa olsun "ayyyy caniiiiim" moduna gecerler.. kadin tipcilarin en iyi yani dogaya direnmemeyi ogrenmis olmalaridir.. kendisine mantikli bi aciklama getirirseniz derseniz ki , senin hormonlarin var ve biliyosun ki bunlar disinda seni yoneten bisi aslinda yok gerisi hep edebiyat homm der ve hatta size verebilirler.. genelde bakimsiz olmakla suclansalar da bence hepsi dogal ve temizdirler..komite onceleri hele de takintili bi hoca varsa hemen hepsi topuklu ayakkabilari cicekli elbiseleriyle hastane koridorlarinda salinir ve zamaninda "lan bunlar da kadinsa yabanci dildekiler ne amk" diyen sikkafali arkadaslarini soke ederler--
istisnalar kaideyi bozmaz.. yani tamam yer yer biyikli olabilirler ama sorsaniz biyigin katmanlarini hucresindeki glikoprotein miktarini filan da anlatabilirler.. ki bu da ilginc bisi degil mi ?
erkekler dogalari geregi hep cocuk olmalarina ragmen , tip fakultesi bunlari daha olgunlastirir diye dusunuyorum.. esprileri paso belaltidir.. kizlar kadar cok hirsli olmazlar hastalarla iletisimleri kadinlardan daha sakin ve daha stabildir.. bunlar etraflarinda bitanecik tipcilarsa hele , ki genelde bole olmak icin tipcilarla takilmazlar gotleri agri dagina ulasmistir.. ama ozunde bu da sadece onlarin bu haline kanan kadinlar icindir.. karsilarina ee doktorsun napalim diyen biri cikti mi . bu kuulugu birakirlar.. universitede dalgalanirlar sonra durulurlar.. ya da durulmazlar ama durulma kabiliyetleri vardir.. direkt yakisiklidirlar.. yani bi doktor ne kadar cirkin olabilir ? gercekten..
iste sevgi tubulleri tipcilar boyleler benim gordugum.. sunu da soylemeden gecemicem , tip fakultesi hakikaten seksi bi fakulte.. arkadaslar pratik uygulamalarda birbirlerini yatirir ekg cekerler , ekoyla kalplerine bakarlar , ultrasonla birbirlerinin oralarina buralarina bakarlar , bazen jinekolojik muayeneyi birbirleri ustunde denerler (urolojide genelde oyle olmaz ama uzgunum eheh ) , bazen birbirlerine idrar sokturucu verip tuvalete kosmalarini izlerler , bazen stetoskoplarini arkadaslarinin boynuna dolayip kendilerine cekerler , bazen birbirlerindeen kaan alirlar ki bence en seksisi de budur.. boyle boyle derken bi bakarsiniz ki , herkes bi cok kisiyle ciftlesmis ama sonunda gene tipciya kismet olmustur.. eheh darisi tum yalniz tipcilarin basina..
bana kucukken ne olmak istersin dediklerinde dansoz derdim , simdi ne olucaksin dediklerine doktor diyemesem de tipci diyorum ve aslinda yani guzel bisi tip okumak.. zorluklari bitmeyen komisyonlari uyuz hocalari bi yana , yeniden girer misin deseler ikinciye dusunmeden evet derim..
sürekli rekabet kaldıramayacaksanız yazmayın. düşünün hani o dershanedeki okuldaki soğuk savaşa girmiş birinci ve ikinciyi. işte onlarla dolu bir sınıfla en az altı seneniz geçecek.
sosyal fobiniz varsa yazmayın. tıpta sınavlar hem yazılı hem sözlü olur. bazen sözlüde hoca sizi afedersiniz itin götüne sokar. bi oda, iki hoca, üç öğrenci. dördüncü senenizdir "senden doktor olmaz." der mesela. dalga geçer. kulak asmayıp olmazsam şerefsizim diyemeyecekseniz yazmayın.
kim ne düşünürse düşünsün kazandığınız paraya değmeyecek kesinlikle. o yüzden gerçekten istiyorsanız yazın. idealistseniz yazın. bunu nasıl anlayacaksınız, okumaktan keyif almıyorsanız yazmayın mesela. yok el becerisi, yok tiksinme.. fıs onlar. ben ölümüne okurum ve bundan keyif alırım diyorsanız yazın.
uzmanlık yapacaksanız sizi bir sınav bekliyor. tus.. tıpta uzmanlık sınavı. son iki sene buna da çalışacaksınız. bu arada uzmanlık yapmazsanız altı sene sonunda pratisyen doktor oluyorsunuz. "sağlık ocağı doktoru" yani.
dersler ağır. şöyle söyleyeyim hani lys biyoloji konu anlatım kitapları var ya, onun daha ağır dille yazılanlarını bir ayda öğrenmeniz gerekecek. lys çalışır gibi. hoca anlatsa da tek seferde olmuyor. evde okumanız öğrenmeniz gerek.
böyle yani aklıma gelenler bunlar. sorusu olan yazabilir. cevaplamaya çalışırım.
insanların yazmayın, etmeyin, pişmanlıktır diye lanse etmelerini doğru bulmadığım fakülte. Evet afedersin eşşek gibi çalışacaksın, uykusuz kalacaksın kendinden taviz vereceksin ama yapmak istiyorsan da yapacaksın. Diğer gençler gibi bir partiye gittiğin için değil de çalıştığın için uykusuz kalacaksın ama olsun sonunda bir hastanın ya da hasta yakının size teşekkür ettiğini duyduğunuzda size bakarken gözlerinin içinin güldüğünü gördüğünüzde tüm yorgunluğunuzun bir zafere dönüştüğünü göreceksiniz.
Fakülteye girmeden önce buralarda yazanları okuduğumda o kadar üzülmüştüm ki. Çünkü düşünün bir hayaliniz var ve insanların çoğu sizin hayalinizi kötülüyor, yerden yere vuruyor. Ama iyi ki hiç kimseye kulak asmadan hayalimin peşinden koşmuşum diyorum şimdi.
Kısacası arkadaşlar yazmak istiyorsanız yazın, hedefinizse hayalinizse okuyun, hiç korkmayın.
Bu fakültede okuyan birçok dingil(kiz erkek ayni amk) arkadasimiz ya steteskopunu göstermeye calisir ya da bir şekilde tıp okuyorum ben diye uluorta her boka söyler bunu.
küçük yaştan itibaren içinde bulunmak için hayal üstüne hayal kurduğum fakülte...
öğrenim süresi 6 sene diye geçer resmiyette, inanmayın ! bir sene okul uzatınca, bir de hazırlık okuyunca, tam tamına 8 sene boyunca üniversiteli olarak kalırsınız, bu 8 sene sonunda da "oh bee, nihayet bitirdim, hayalime kavuşuyorum" diyemezsiniz, bu sefer de tus sınavı vardır karşınızda, hayallerinizin önüne hergün yeni bir engel daha çıkmaktadır, hep mesleğinizin iyi yönlerini düşünürsünüz, mezun olduğunuz anı hayal edersiniz, sürekli direnmeye çabalarsınız bu illete, ta ki; liseden bir arkadaşınızı takım elbiseler içinde büyükdere caddesinde görünceye kadar, boğaziçi işletmeden iki sene önce mezun olduğunu duymuşsunuzdur, mesleğini anlatır size, finans minans der ama anlamazsınız, maaşının türkiye şartlarında çok iyi olduğunu duyarsınız, dudak uçuklatırsınız, işte şu plazanın bilmemkaçıncı katında çalışıyorum der, işte o an "ah keşke" dersiniz içinizden, anlatır da anlatır, "ah kafam" dersiniz, "ne yapmışım ben" dersiniz, arkadaşlarınızın hayata atıldığını ve kendi ayakları üstünde durduğunu görünce kahredersiniz, "değer miydi bunca çile" dersiniz, ama geri dönüşü olmayan bir yola girdiğinizin de farkındasınızdır...
sonuçta olan olmuş biten bitmiştir sözlük, şimdi ilk hayalim iki sene sonra mezun olmak, dünya bir gündür o da bugündür diyorum, ben uzun vadeli düşünmüyorum artık !
öğrencilerinin 1.sınıfta kendilerini prof, 2.sınıfta doç, 3.sınıfta yard.doç, 4. sınıfta asistan zannettikleri, 5. sınıfa geldiklerinde öğrenci olduklarını hatırladıkları 6.sınıfta ve mezun olduktan sonra da aslında bir bok bilmediklerini anladıkları yer...