Diyarbakır Cezaevi'nde, tutukluların aileleriyle görüşme yaptıkları kabinden bir görüntü.
1980’li yıllar, Türkiye’nin karakteristiğini anlamak ve bu ülkeyi tanımak için yeterli bir zaman dilimine işaret eder. O yıllardan bir cezaevi duvarı. Kürtçe konuşmak işkence edilmek için bir sebep ve zaten mesaj çok açık: Türkçe konuş, çok konuş. Yani Kürtçe konuşursan bir daha konuşamayabilirsin.
burası türkiye ise biraz zahmet olacak ama, bırakın bu cıvık cıvık hümanistliği.
edit: köyünde kürtçe konuşursa konuşsun bu durumdaki birine zulmetmek zalimliktir ama büyükşehirlerde konuşmasın bence. yok türk şovenizmi, faşizmi ne demek la.
pkk marşını ıslakla çalan vardı bir ara aslında bakarsan adam ıslık çalıyor bu gayet normal durum ama adamın niyeti farklı. artık günümüzde her şeye dikkat etmek zorundasınız.
anormal olan Kürtlerin çocuğu ile bile Kürtçe konuşmasına izin vermeyen, Kürtçe türkü söyleyen vatandaşı işkence ile tanınmaz hale getiren zihniyettir.
sonra Kürtler neden silaha sarıldı diye ağlayıp dururlar, Türk Kürt kardeş ayıran kalleş derler..
ayıran kalleş değil yalnız, ırkçı ve şovenisttir de.
Türkçe konuşacaksınız ki, artık anne baba arkadaşınız geldiğinde konuştuklarınızı asker anlayabilsin. Yoksa o maymun dilinizle bombalama mı planlıyorsunuz, yoksa gelirken bana 2 magnum al mı diyorsunuz nereden bilecek Türk askeri.
Türk toprağı aslanım bura, beğenmiyorsan işte Irak işte Barzani. Git yerleş.
"yasaklanmış diller konusu, bana diyarbakır cezaevindeki ilk görüş günümü hatırlatır hep. görüş süresi çok kısaydı, beş dakikadan bile az. kürtçe konuşmak yasaktı. tutuklandıktan dört ay sonra görüşe çıkardılar. çok beklemeden, babam ve annem yaşlarından beklenen bir yavaşlıkla kabine girdiler. kabini aydınlatan loş ışıkta, sıfıra vurulmuş saçlarım, iyice çökmüş avurtlarım ve incelmiş bedenimle, bir hayaletten farksızdım. annemin bu görüntüden korktuğunu hissettim. ayakta duramadı, kabinin içine yığıldı kaldı. beni tanımıştı kuşkusuz, ama oğlunun bu gördüğü insandan farklı biri olduğunu hatırlamıştı sanki ve bu insanın oğlu olduğundan emin olmak için belki, dışarıda ona kürtçe konuşmanın yasak olduğu söylendiği için, heyecandan titreyen bir sesle, babama dönüp, arapça, “hey orhan vê” (bu orhan mıdır) diye sordu.
babam, her zamanki soğukkanlılığı içinde, “e behiye huvêvê” (evet behiye odur) dedi. gardiyanlar hemen müdahale ettiler. belki de ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyorlardı. yasak kürtçeye idi. ama ‘mevzuatı’ o anda inceleme imkânı yoktu ve işte yaşlı bir kadın oğluyla arapça konuşuyordu. kısa bir duraklama oldu. ve sonra da gardiyanlar aslında yasağın türkçenin dışındaki bütün dilleri kapsadığına, ‘mevzuata’ bakmadan o anda karar verdiler. annemin kollarına girip onu görüş kabininden çıkardılar. babam duruma itiraz etti:
- haydi kürtçeyi anladık, ama ya arapça, arapçayı da mı yasakladınız?
- arapça da yasak! ‘türkçe konuş, çok konuş’ yazmıyor mu burada?
evet, görüş kabinlerinin hemen üstünde gerçekten böyle yazıyordu: ‘türkçe konuş çok konuş!’"....