En büyük sorun ingilizcenin grammer iLe ögretilmeye çalısılmasıdır. Evet neredeyse hepimiz 4.siniftan beri ingilizce görüyoruz ama tam anlamıyla kimse konusamiyor. Cunku dil grammer ile ogrenilemez asla.
Gerci 12 yil turkce dersi goruyoruz ama uni de sinifin yarisi turk dilinden kaliyor. Ingilizceden kalmislar cok mu.
ingilizce'yi gramer ile öğrendim. Bununla alakası yoktur çünkü tprs denen saçma sistem de yabancı dili kalıp halinde öğretmeye çalışıyor ama bu sefer de farklı cümle kurmakta sıkıntı yaşanıyor.
Asıl sorun; ingilizce'yi dersi geçmek için öğrenmek ki o da ezberlemekten öteye geçmiyor.
bir örnekle açıklanabilir.
finlandiyalılar anadilleri kadar iyi ingilice konuşur. peki neden ?
çünkü televizyonu açınca bir çok kanal ingilizce ve alt yazı fince , buda televizyonu açan ufak çocukların en kötü kulak dolgunluğu olmasına neden oluyor. finlandiyalı bir arkadaşımın 5-6 yaşında ingilizce anlayıp konuşabildiğini annesi anlattı.
ama asıl neden eğitim sistemindeki yetersizlik ! gramerde gramer praktik yok. ders saati çok az , ben kolejde okudum onun sayesinde ingilizce öğrendim , ben biraz mal olduğumdan ailem bundan bir bok olmaz boşa masraf etmeyelim diye beni lisede devlet okuluna yazdırdı.
haftada 2 saat ingilizce dersi vardı. kimsede öğrenemedi.
turkce grammerin germen grammerine olan uyumsuzlugu. araplar farslar ve hatta kurtler bile bizden cok daha kolay kavrayabilirler. onlarin grammerleri daha yakindir.
Şaka bi yana şu perfect li tense ler kafa karıştırıyor. Türkçe anlamı yok amk. Past perfect, future perfect, present perfect falan olmasa nüfusun yüzde elli si öğrenir ingilizceyi.
Kesinlikle eğitimin de içerisinde suçlu olarak bulunmasına rağmen, kişinin kendisinde biten durumdur. O kadar sene dil bölümünde okudum lisede, az çokta olsa bir sürü ders kitabı gördüm, haşır neşir oldum, yabancı dile karşı ilgim vardı sürekli, bir şeyker öğrenebilme kapabilme çabasındaydım. Ne anadolu lisesi'nde okudum, ne de süper lise olarak bilinen yabancı dil ağırlıklı lisede; hazırlık görmedim. Hatta bu kadar biçilen ingilizcenin üzerinde bir de almanca okudum. Ha ne farkı vardı, meraklıydım, kimşe bulsam konuşmaya çalışıyordum, gittim sahil beldesinde de çalıştım, müzikte dinledim yabancı, altyazılı dizisini de izledim, sinemasını da. Sen gittiğin film dublajlı olsun diye kasıyorsan, altyazı ile izlediğin filmde bir kelimeyi bile duymaktan kendini mahrum bırakıyorsan, mevcut eğitim sistemi kesinlikle ikinci plana atar kendini. Konuşmaya çalışmıyorsan, kalkıp günün birinde turistin biri sana kısa bir soru sorsa, "eheh ee şey i no ingiliş" deyip yarım yamalakta olsa bir şeyler için çabalamıyorsan, kendine sor bakalım, niye yapamıyorsun. Sonuçta bu senin ana dilin değil, ki tabii ki hata yapacaksın.
Kimse senden, oxford düzeyinde mükemmel bir ingilizce beklemiyor, senden bir "hans" çıkarmayı düşünmüyor. Kendini ifade et, telaffuzuna dikkat etmeye çalış; çabala, sonra otomatikman alışıyorsun zaten öğrenmeye, konuşmaya; gramere ya da, "ya yanlış bir şey dersem" demeye takılmadan konuşmaya.
Yabancı dil öğrenme metodları var, tarihsel olarak gelişimleri. Gramer çeviri metoduyla başlayan ve ilk zamanlarda sadece asillere ya da kısacası paralılara yönelik olan bu metod, bir öncekisi kendisini çürütmesiyle günümüzde, "kültürlerarası yaklaşım"a kadar gelişmiş. Arada bir sürü görsel-işitsel metodlar da denemişler, bakmışlar böyle bir yaklaşımda bulunalım diye, oturup buna göre kitap çıkarmışlar. Nedir bu yaklaşım, öğrenmeye çalıştığın dili kendi hayatına kurguluyorsun, mukayese yapabiliyorsun, dil öğrenirken kendini öğrendiğin konuma direkt olarak koyarak, sadece ezbere dili öğrenmeyip kendi hayatında da kullanabiliyorsun. Biim olsa olsa en büyük eksikliklerimizden birisi bu kullanım alanı darlığı olabilir. Gündelik hayyata kullanıp, kendimizi yerine koyabileceğimiz bir ingilizce durumu yok. Avrupalı insanların ingilizceyi oldukça iyi konuşabilmesinin en büyük sebeplerinden birisi de budur. Adamlar hem iyi bir eğitim alıyorlar, hem de her şekilde maruz kalıyorlar ingilizceyi konuşmaya. Kozmopolit yapıdan dolayı almandan bol çinlinin, afrikalının bulunduğu büyük şehirlerde ya da, norveç in büyük bir kentinde insanlar rahatlıkla ingiliZce konuşup anlaşıyorlar çünkü kullanıyorlar. Kullanamadığın, pratiğini yapamadığın bir şeyi de öğrenemezsin doğal olarak. işte burada iş, dili öğrenmeye çalışan bireye kalıyor. Teknolojinin gelmiş olduğu noktaya baktığımızda, internet üzerinden bile ulaşabileceğimiz o kadar çok kaynak var ki. Sadece ders ya da dil materyali olarak demiyorum, ingiliZce konuşabileceğiniz kişiler bile bulabilirsiniz. Önemli olan istemek.
biz avrupalı değiliz ki, ana dilimizle akraba olmayan bir dili pat diye öğrenebilelim. *
bir avrupalının bildiği yabancı dil sayısıyla övünmesinde pek bir olay yoktur.
fransızlar aşırı dil milliyetçisi olmaları sebebiyle ingilizce öğrenmeye de yanaşmıyorlar, ona ne demeli.
farklı dil ailesindeyiz, öğretmenlerimiz kendilerini geliştirmede problemli (lisede almanca hocam diyarbakırlıydı, türkçesi bozuktu zaten adamın ben nasıl almanca öğrenecektim acaba), eğitim sistemi vasatın çok altında, kalıp müfredatın dışına çıkmak asla yok, pratik yapmanın da bizim müfredatta yeri yok, varsa yoksa ezber grammer.
benim tesbitim cümle kurma yapısı yüzünden. ingilizce de ben gidiyorum okula bu sabah diyorsan türkçe de ben bu sabah okula gidiyorum diyorsun. yani cümle kurarken zorlanıyorsun sağ elini kullanana sol elini kullan demek gibi.
bir diğer nedeni gramere göre öğrenme mesela hepimiz bir şekil türkçe konuşuyoruz ama bir türk dili ve edebiyatı uzmanı incelese hepten yanlıştır. yani sokak dili konuşuluyor amerika lı da dahil.
birde bizde takıntı var süper konuşma anadil gibi. abi neymiş yok how diye yazılır havvv diye okunur. yav kasma hav de geç. mesela amerika da ki afrika kökenli insanların telaffuzu çok garipmis ne dediğini anlamak zormuş.
işin özü kaç kişi istanbul türkçesiyle diksiyona göre konuşuyor onun hesap.