-üstüne vazife olmayan şeylere burnunu sokmak,
-kurallar, çiğnenmek içindir gibi saçma bir mantıkla hareket etmek,
-yüz verince astar istemek,
-sorulan sorulara kısa ve net cevaplar vermeyip, gereksiz ayrıntılarla süslemek,
-her şeyi ve herkesi acımasızca eleştirmek,
-anlayışsızlık,
-en kısa yoldan zengin olmak için ciddi anlamda kafa patlatmak,
-metro, metrobüs gibi toplu taşıma araçlarının yanına konan açıklayıcı uyarıları okumak yerine, mutlaka birini durdurup sormak.
dinlememek. bütün tartışma programlarına bakın kimse kimseyi dinlemiyor, sadece konuşuyorlar. arkadaş ortamında da böyledir 2 kişiden fazla oldunmu bir süre sonra herkes konuşmaya başlar, iletişim kurmak imkansızlaşır. biz türkler maalesef dinlemeyi bilmiyoruz.
ırkçılık. ermenilerden nefret ederiz, yahudilerden nefret ederiz, kürtlerden nefret ederiz, yunanları sevmeyiz, arapları sevmeyiz. bir türk'ün dünyaya bedel olduğunu söyleriz. halbuki biraz dünyayı, varoluşu anlama kapasitemiz olsa ırkların, kavga etmek için ne kadar aptalca bir sebep olduğunu anlayabiliriz.
Bilmediğimiz bir şey yoktur. Herşeyi biliriz ve gerçekten iyi biliriz. Daha doğmadan bir çip takılır bize bilgi çipi ve bu çip sayesinde herşeyi bilerek doğmuşuzdur. Bir kahveye girip Etiyopya'dan bahsedin emin olun çok derin bir sohbet ortamı oluşacaktır.
Yurtdışında kaldığım kısacık süre anlamama yetti bitti. Diyelim karınızla veya partnerinizle kavga ediyorsunuz. Partneriniz kafanıza bir ütü indirdi, sonra da kaçtı. Kafanızdan şakır şakır kan boşanıyor. Senaryo gereği telefon da bozuk olsun. Naparsınız? Hemen karşı daireye koşarsınız de mi?
Karşı daire kapıyı açtı, durumu anlattınız, o da hastaneyi aradı. Bu arada halısına yanlışlıkla kanlar aktı kafanızdan, duvarları kan oldu. Hiç sesini çıkarmaz komşunuz. Siz hastanede canınızla uğraşırken, o duvarı badana ettirir, halıyı yıkatır, faturayı da adresinize gönderir. Hiç bir yere şikayet edemeden kuzu kuzu ödersiniz o parayı.
genellikle yabancı filmlerdeki yada kliplerdeki güzel bayanları görünce ağızlardan "çıkarmadan iki" iddiası atılır.dolayısıyla bu konuda böbürlenmesi çoktur biz türklerin.halbuki bu lafı söyleyen öküz daha ilk dokunuşta kablumbağa misali ters gelip birisinin kendisini tekrar kaldırmasını bekeyecektir.
işi kitabına uydurmak. bu konuda bizim üstümüZe yoktur zannımca. bir iş olsun istiyorsak, allem edip kallem edip yaparız. istemiyorsak da her türlü zorluğu çıkarırız. ve ne hikmetse, iki durum için de aynı 'yasal' argümanı kullanırız.
bir karşılaştırmalı örnekle; 2006 senesinde tek öğretmen olarak çalıştığım köyde, yakacağımız olmadığı için, eski sıralardan birinin tahta bölümünü kırıp sobada yakmıştım. hava çok soğuktu ve çocuklar üşüyordu. birkaç hafta sonra teftiş için gelen müfettişin gözüne takılmış demiri olan ama tahtası olmayan eski sıra. 'bu ne' dedi, ben de durumu anlattım. görevden alınmam için yeterli olduğunu, böyle bir hatayı nasıl yaptığımı, bunun devlet malına zarar ve zimmet kapsamında değerlendirecek bir suç olduğunu filan söyleyip tutanak tuttu. velhasıl daha sonra mahkeme yoluyla sorunu aştık. ama uyarı cezasından da kurtulamadık.
2008 yılında ise kız arkadaşımın(o zamanki) fakülte sekreteri olduğu mkü tıp fakültesinde, 3 muhasebeci 220 bin lira para geçirdi zimmetine. işlemler başladı. 657 de iki başlık vardır. biri zimmete para geçirmedir ve cezası meslekten mendir. diğeri ise görevi maddi menfaat sağlama amacıyla kötüye kullanmadır ve cezası belirli bir süre kadro durdurmadır. buz arkadaşların suçu ikinci başlıkta değerlendirildi ve sadece kadro durdurma cezası aldılar. ben sırayı yaktım diye, üstelik devlet odun kömür göndermediği için okuldaki çocuklar üşüdüğünden, meslekten men edilme ile karşı karşıya kalıyorum(zimmet suçu), adamlar 220 bin lirayı iç ediyorlar ve sadece kadro durdurma. yönetmelik aynı, yasa aynı, hukuk aynı... ama kişiler farklı. neyse. bu da böyle bir anı işte.