Haklı sebeplere dayanan gerçeklik. Otobüste fordçular, sokaklarda genç kızları takip etmeleri, laf atmalar, sosyal devlet anlayışını istismar edip yattığı yerden para kazanma yollarını bulmalar. islam, çevreye uymak değil çevreyi kendine uydurmaya çalışmak. Vs. Ne bokluk varsa midıl East milletinde. Türk Kürt Arap farketmez. Farslar biraz daha kültürlüdür. Mesela Avrupa iranlıları dışlamaz.
artık Avrupa birliği hikayemiz resmi olarak olmasa da bitmiş gibi bir noktaya varmışken 3-5 karalamak icap eder...
Yabancıların hakkımızda ne düşündüklerini öteden beri çok merak ederiz. Bir yerlerde bu konuda bir şeyler yayınlanınca kulak kabartırız. Bunda elbette "dil bilmediğimiz" için bunu yabancıya kendimiz soramaz olmamızın da payı büyüktür!
David Hotham diye sıradan bir adam "Türkler" diye bir kitap yazmıştı da satış rekorları kırmıştı bilmem hatırlar mısınız? Ben yazsam kimse okumazdı çünkü bavaria doğumlu değilim, izmirliyim...
Aydınlarımız da halkımızla "yurdum insanı" diye dalgalarını geçerler hep.
Türkiye'de uzun süredir görev yapan bir yabancı gazeteci, Hugh Pope da, yurdumuz insanı üzerine bir kitap yazmıştı. (tamam lan sormuyorum okudunuz mu diye)
Pope'e göre Türkler, hiçbir şeyden korkmuyor ve acıya iyi dayanıyorlardı. Plan yapmaktan nefret edip, risk almaktan coşku duyuyorlardı. Yaşlılara saygı gösteriyorlar fakat özür dilemeyi ve hatayı kabullenmeyi hiç sevmiyorlardı.
efendim "Çekici bir kabalık varmış" bizde... Bir diğer yabancı yazar, Juan Goytisolo da gelip istanbul'u gezmişti ve bu şehirde "hayvansı bir canlılık" bulduğunu söylemişti (evet aynen şöyle demiş; une vitalite animale)...
Pope, bizim "bir şeylerin denetim altına alınmasına gıcık kaptığımızı" da belirtiyor. Görsel ve işitsel olanı yazılı olana tercih ediyormuşuz. "Konukseverliğin bunu hemen istismara dönüşmesi" de birbiriyle iç içe geçmiş iki özelliğimiz!
(Yahu ben de yıllar önce "turist severiz ama erkeğini kazıklamak karısını da düdüklemek için" dediğimde dostlarım bana kızardı. yabancı söyleyince belki kabul etmiştir millet.)
Çoğumuzun yüreğinde "otoriter bir yönetime hasret" varmış ama bu, "hayatın zevklerine ancak yasakları çiğnemekle ulaşılabileceği" inancıyla içimizde çekişir dururmuş...
Aşağılık duygusu içinde olduğumuzu da saptamış.
Ben de derim ki, nasıl ruhumuzun karanlık köşelerinde "sadizm ve mazoşizm" el ele, at başı gidiyorlarsa, aşağılık duygusuyla büyüklük kompleksi de öyle gidiyorlar... Pope'un pek şaştığı gibi "bir Türk cihana bedeldir" özdeyişiyle "Türk'ün aklı sonradan gelir" özdeyişinin birlikte var olmaları bundan. Bunun nedeni de elbette büyük bir imparatorluk kurup da sonra da adım adım gerileyip batmış olmaktan kaynaklanıyor.
Pope'a bir dipnotu daha düşmek isterim. O da, Avrupa Birliği konusunda gösterdiğimiz akıl almaz fütursuzluk.
biz hep oraya girmenin en doğal hakkımız olduğunu sandık ve "niçin gecikiyor" diye sinirlendik durduk. Mızıkçılık ettiklerini düşündük hep.
Onların hiçbir kuralına uymadan onlarla eşit sayılmayı doğal hakkımız sanıyoruz ayrıca. Alınmayınca da ya "Türkiye'siz bir Avrupa düşünülemez" diye saçmalıyoruz, ya da "sonra islam'a yöneliriz haa" diye saçmalıyoruz.
Tavrımız, on dördüncü yüzyıldan beri değişmeyen "fütuhat" tavrı. Surların dibine gideceksin, gayrimüslim'e "at anahtarı" diye sesleneceksin, o da atacak! Direnirse, savaşırsa çok kızacaksın. Kendiliğinden teslim olursa ilişmeyeceksin ama en azından onurunu korumaya çalışıp da yenik düşerse üç gün üç gece yağmalayacaksın!
Biz batınca herifler izmir'i, istanbul'u istediler diye çok kızmıştık. Şimdi de Diyarbakır'ı istiyorlar diye öfkelendik, kan döktük. Bu doğal.
Ama kendi kendimize "Viyana kapılarına dayanmaya ne hakkımız vardı?" diye hiç sormadık. Bu da çok doğaldı.
Çünkü merhum Attila ilhan'a sorsaydınız "Türk girdiği yerden çıkmaz" derdi.
Adamlar da bunu bildikleri için Avrupa Birliği'ne girmemizi istemediler, istemiyorlar, istemeyecekler de... çünkü sonra çıkarması çok zor olacak. Bundan önceki "Türkler'i geri püskürtme" operasyonu tam üç yüz yıl sürdü! Aynı sıkıntıyı ileride bir daha yaşamaktan korkuyorlar.
Üstelik daha birincisi sona ermiş bile değil. Türk, Doğu Trakya'da, Anadolu yaylasında, Mezopotamya'nın kuzeyinde ve Akdeniz adalarının en doğusunda direniyor. Kolay kolay da bırakmaz.
Bırakmayacağı gibi, fırsatını bulduğunda bu kez Viyana'yla yetinmez, Berlin, Paris, Roma, Londra, Brüksel, Allah ne verdiyse götürür.
o yüzdendir ki sevgili Avrupalı kardeşlerim, hepinize sesleniyorum... özellikle de sen koca memeli, şeftali kukulu Angela;
soyle anlatayim, belki biliyorsunuzdur, gunumuzde yapilan iq testlerine gore turk halkinin ortalama zeka duzeyi bati avrupa halklarindan ortalama olarak 10 puan daha dusuk ve bu dusuklugun egitimle, saglikla vs. pek alakasi yok. cunku almanya'da en iyi sartlarda dogup buyuyen turklerin de zeka duzeyi turkiye'deki turklerle ayni kaliyor - yani almanlardan 10 puan daha dusuk. bu zeka farki da bize daha muhafazakar, siddete duskun, bilimsellikten uzak bir toplum olarak geri donuyor. buna neyin sebep oldugunu anlayabilmek icin the 10000 year explosion :how civilization accelerated human evolution kitabini okudum. kitaptan bir bolumu alintilamadan once osmanli hanedaninin zengin aile / aristokrasi / burjuva dusmanliginin nasil oldugu konusunda ahmet turan alkan yazisindan bir ornek vereyim:
"babadan oğula geçebilecek bir aristokrasimiz hiç olmadı. xv. asra kadar süregelen beylikler aristokrasisinin doğurduğu siyasi meseleler, fatih döneminde bir daha vücud bulmamak üzere tasfiye edildi. karamanlılar’dan başlamak üzere danişmendler, akkoyunlular ve karakoyunlular’a kadar osmanlı hükümranlığına alternatif veya tehdit oluşturabilecek türkmen beylikleri, sert çatışmalar neticesinde tarihten silindiler. xviii. yüzyılda merkezî idarenin zayıflamasıyla belirdikten sonra ii. mahmud zamanında ortadan kaldırılan âyânlıklara kadar osmanlı hânedanı, osmanlı mülkü üzerinde tek tasarruf mercii olarak kaldı. bu hadisenin en dikkat çekici tarafı, babadan oğula, nesilden nesile aktarılabilecek cinsten servetlere müsamaha edilmeyişidir. osmanlı merkezî idaresi, devlet haricinde herhangi bir yerde servetin yoğunlaşmasına kesinlikle izin vermiyordu (bu konuda prof. dr. mehmet genç hocamızın ‘osmanlı imparatorluğunda devlet ve ekonomi’ adlı eseri çok dikkat çekicidir). servetin aktarılamayışı, aristokratik tecrübenin birikmesini engellemiştir. bu durumda “babadan oğula geçebilecek” türden tek aristokratik zümre olarak osmanlı hânedanı kalıyor"
simdi de the 10000 year explosion :how civilization accelerated human evolution'dan cevirdigim alintiyi yapayim:
ingiltere'de ve bati avrupa'da zengin aile dusmanligi falan yok, dolayisiyla aileler zenginlesiyor servetlerini kusaktan kusaga aktariyor ve soyle ilginc bir sey oluyor, ingiltere'de ve bati avrupa'nin cogunda bu zengin aileler (daha zeki olduklari icin zengin oluyorlar) fakir ailelere gore cok cok daha fazla cocuk yapiyor ve bu cocuklarin hayatta kalmalarini sagliyorlar, dolayisiyla toplumun daha fakir ve daha dusuk zekali kesimi 1000 yillik surec icinde tekrar ureyemeyip yok olurken butun toplum zengin dolayisiyla daha zeki ailelerin cocuklarindan olusmaya basliyor.
osmanli'da hanedan'a tehdit olusturmasin diye kimsenin zengin olmasina izin verilmedigi icin toplumda zengin bir kisim olusamiyor hatta zenginler ortadan kaldiriliyor ve toplumun tamamini orta - dusuk zekali ciftcilerin cocuklari olusturuyor. iste bu da avrupa ile turk halki arasindaki gunumuzdeki zeka farkinin sebebi oluyor.