goygoyu yapılacak bir konu olmamakla birlikte kesinlikle üzerine düşünülmesi gereken bir durumdur.
hem türk bürokrasisi hem de ülkenin çıkarları ve geleceği hiç bu kadar tehlike altına girmemişti belki de. çünkü ne tarafa kafanızı çevirseniz "arap saçı".
batıyla kanlı bıçaklıyız. belki de önümüzdeki yıllarda natodan bile ayrılacağız.
herkes doğu ittifakı adında "rusya" ve "çin" ile yakınlaşıp müttefik olmamamızın hayalini kuruyor.
rusya dan s400 alımı aslında öylesine ciddi bir mesele ki türk basını bile farkında değil bazılarını ne kadar kızdırdığımızın.
suriye politikasında ölümcül bir hata yapmadık belki ama tüm coğrafya (birileri tarafından) bataklığa çevrildi. bu da yetmezmiş gibi "idlib" bölgesine askeri müdahale yapmamızın gerekliliği konuşuluyor. iki ucu boklu değnek. girsek de girmesek de bir şeyler kaybedeceğiz. maliyeti ise apayrı bir sorun. bu bataklığın oluşumunu finanse edenler, türkiyeyi ağa düşürmek için pusuda bekliyorlar.
devlet içinde devlet düzeni kurulmasına göz yumanlar yada bunu önemsemeyenler, şuan cumhuriyet tarihinin "en zayıf türkiyesi"nin oluşmasına sebep olmaktan suçlular.
tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de rus hükümetine yakın bir haber sitesinde çıkan habere bakın ;
aslında giderek çamura saplanmamızın başlangıcını 2002 yılı olarak gören dangalakların olması. konu artık akpyi falan aştı farkında değil misiniz? gemi batarsa herkes boğulacak.
ben size söyleyeyim aslında bize güdülen düşmanlığın altında yatan önemli unsurlardan birini : kıbrıs
o tarihten itibaren bizim hep içimizi oydular...
hatırlarsınız rte için de "bu adam Kıbrıs'ı verecek" şeklinde derin bir endişe vardı insanlarda.
Fakat vermek için, önce "almış olmak" gerekir.
Biz Kıbrıs'a "adaya barış ve demokrasi falan filan götürmek" için mi çıktık, yoksa orayı düpedüz "aldık" mı?
Görünürde birincisi, gerçekte ikincisi geçerli.
itlik yapmanın lüzumu yok, gerçekleri konuşalım; Kıbrıs, merhum Ecevit'in inanılmaz tarihi ve siyasi yanlışı sonucu, sırtımıza otuz beş senedir yapışmış kalmış bir kamburdur... Duracağı yeri de bilememişti, yürüyeceği yeri de, çekileceği yeri de. Kıbrıs harekatı bizim açımızdan doğru gibi görünse de eğer bürokratik anlamda zemini iyi hazırlamazsanız hakkınız dahi olsa yanlış yapmış olursunuz söyleminin tam karşılığıdır.
Fakat biz Kıbrıs'a hep "bizim" gözüyle baktık. Kan dökmüştük, ölmüştük, öldürmüştük ve artık bizim olmuştu. Daha doğrusu, "geri gelmişti".
imparatorluk döneminden kalan, genlerimize kadar işlemiş bir Osmanlı refleksiydi bu.
Kabul etmek istemesek ve dillendirmeye asla yanaşmasak da, "bilinçaltlarımızda sürmekte olan Osmanlı bozgunu" ilk kez, sona ermese de, duraklamıştı.
1699'dan beri sürekli toprak kaybedip durduk, bu süreden sonra ilk kez 1974'te bu topraklardan birini almayı başarmıştık. bizim için müthiş bir zafer niteliğinde görünüyordu. (1939 da hatayı kazanmamızı saymıyorum o bürokratik bir zaferdir. musul ve Kerkük ise başımıza bela olma ihtimali olduğundan hiç o konulara girmemiştik)
Meseleyi kendi kendimize bile itiraf edemedik, "soydaşlarımızı kurtarıyoruz" kılıfı uydurduk. işi de iyice "çözümsüzlüğe" vurduk.
Çünkü çözüm istemiyorduk, orası artık bizim olmuştu ve asla kaptırmaya niyetli değildik. Yeterdi artık toprak vermek...
ne ilginçtir ki ilber ortaylı ne diyor; "Misak-ı Milli sınırları içinde Kıbrıs yoktu". işte dananın kuyruğunun koptuğu nokta burası.
Yani, kendi koyduğumuz ilkelere, işimize geldiği zaman kendimiz mızıkçılık ediyorduk! Buna da "nalıncı keseri" demezler miydi?
Güçsüz olduğumuz sürece "yurtta sulh, cihanda sulh", uygun gördüğümüz zaman "yurtta kargaşa, cihana çıkartma"...
1920'de saptadığımız, 1923'te "konsolide" ettiğimiz çizgileri 1939 ve 1974'te gene kendimiz çiğniyorduk açıkçası... Dünya ilkine sessiz kalınca seviniyor, ikincisine karşı çıkınca da bozuluyorduk, kızıyorduk...
Bir de sorun bakalım kendilerine, Kıbrıslı soydaşlarımız kurtarılmış olmayı değil de "alınmış" olmayı nasıl değerlendiriyorlar ve bize karşı ne tür hisler besliyorlar?
Mesele bu kadar basittir. Strateji falan işin salçasıdır: Avrupa Birliği'ne girsek, Yunanistan niçin gelsin de bizi karnımızdan vursun? Bir üyenin, başka bir üyeyi yalnız batıdan değil güneyden de kuşatmasının ne anlamı, ne yararı ya da ne zararı var? Bir Türk vs Yunan savaşı artık hiçbir şekilde mümkün değil. Otuz beş yıl öncesinin hesapları bunlar. (Yanılıyorsam, sormak isterim, Ege Ordusu niçin lağvedilmiştir zamanında?)
işte bu nedenlerle de, Türkiye Kıbrıs'tan asla çekilmez, Avrupa Birliği'ne de zaten asla giremez. iki kere iki dört. (zaten girmek istediğimiz de yok)
Meselenin çözülmesi için ya bir savaş ve bozgun gerekir (düşünmek bile istemiyorum), ya da olağanüstü yetkilerle donatılmış, otoritesi hiçbir şekilde tartışılamaz bir devlet yöneticisi.
Tercüme edeyim: Bir yeri ya padişah alır verir ya da Atatürk!
Günümüzde ne herhangi bir politikacı bu mutlak güce ulaşabilir ne de herhangi bir yetenkli darbeci...
isterseniz birinci seçeneğe dönelim: Bir savaşa girer de yenilirsek, ya da yıpranırsak, ne Kıbrıs kalır ne Güneydoğu...
Hadi siz de isterseniz Amerika'ya şirin görünmek için onunla birlikte iran'a saldırın, sonra da olacakları görün.
şimdi içinizde "amma götü karartı ibne" diye eleştirenler olacaktır. Bürokrasi bir kez daha Türkiye'yi bilmem kaç yıl geri götürüyor farkında değil misiniz? işin en acı tarafı da bunun "ilericilik" ve "modern türkiye" kılıfıyla yapılması.
birilerinin saçmalamasıdır. "bazılarını ne kadar kızdırdığımızın" kısmına makalemsi yazıda göz gezdirirken baktım ve peşnen verdiğim hükmün ne kadar geçerli olduğuna kanaat getirdim. saçmalığın dik alasıdır!
unutmayın, bizler güçlü, kuvvetli olmassak bizlere reva görecekleri şeyler mutlak surette amelelik, hakiriyyet, asimilasyondur! bin yıldır savaştığımız kahpeler mi bizi asimile edecek? Hadi oradan! bizler son 200 küsür senede ülkede cereyana gelen her batılı adet ve fikri toprağa gömecek ve böylece hakiki surette kurtulacağız! başka çare yok.
Bu ve emsali batı muhibi karaktersizler ise bizi yavaşlatmakta, kanı asil türk milletinin aklını bulandırmaktadırlar. Okunmaması icab eden bir yazıdır. zira fikri bellidir. "avrupa bizi ....." fikriyyatıdır. aşşağılık kompleksinin had safasındaki zavallıların kelamıdır.
Kahrolsun avrupa, kahrolsun türk ve islam düşmanları, yaşasın islam!
Uçurumdan sonra ülkemiz ilk yerli ve milli uçak atılımımız olucağından dolayı çok faydalı bir uçuştur.
(bkz: yerli ve milli uçağımız göklerde)
Edit:Şaka maka böyle bir gerilim var batı dünyasının gerekirse fiili savaşa bile hazır olduğu söyleniyor.
olaya tek pencereden bakmanın sonucunda varılan yargı.
türkiyenin;
dünyadaki en fazla bor rezervine sahip olduğunu,
yıllarca batının ve kuzeyin sahip olmaya çalıştığı, uğruna savaşlar verdiği, anlaşmalar yaptığı boğazlara hala sahip olduğunu,
rusyayla yaptığı doğalgaz anlaşmasını,
kurduğu nükleer santral doğrultusunda gün yüzüne çıkmayan uranyum ve titanyumu kullanmaya başlayacağını,
yapılan gizli anlaşmalar sonucunda kullanamadığı yeraltı kaynaklarını kullanmaya başlayacağını,
gün geçtikçe geliştirdiği askeri teknolojiyi,
komşu ülkelerle kurduğu siyasi yakınlıkları... (bu liste daha uzar)
bir kenara bırakıp sadece kıbrıs üzerine onca yorum yapıp böyle bir yargıya varmak ne kadar doğrudur?
bütün bu konular hakkında makale yazacak kadar bilgi sahibi miyiz? uçurum konusunu bir daha düşünmek lazım.