Bu teklifi, bir ayağı çukurda hayatının son yıllarına girmiş, beyin damarları iyice kireçlenen ve yazdıklarıyla hepimizi şaşkınlığa düşüren, benim gibi katıksız nefretini de katlayan Mehmet barlas ortaya atmıştı tekrar : Amerika ve Avrupa ekseninden çıkıp, Rusya’yla, Hindistan’la ve Çin’le ittifak kurmak... zaten ne zaman Amerika ve Avrupa ile arası bozulsa bu ülkenin, adeta refleks haline dönüşen "bak gider rusya çin ile yakınlaşırız ha" söylemi yine ayyuka çıktı. yandaş medya da tabi pompalıyor habire bu haberi.
Kendi kendini çiğnemiş, amiyane tabiriyle “o güne kadar olan lafını şeyetmiş”, yıllarca liboş ayaklarında takılıp, her kim hükümetin başındaysa onu yalamaktan da geri durmayan Mehmet abimiz, elbette yaşını başını almış olsa da dil darbelerini esirgemiyor...
ama 15 temmuz sonrası artık gırtlağına kadar almaya başladı.
Aydınlar arasında hiçkimse ciddiye almadı ama bazı bürokratlar bu “formülün” üzerine balıklama atladılar.
Çünkü Avrupa Birliği’ne asla girmek istemiyorlardı (Kıbrıs’tan hiçbir şekilde çekilmek istemiyorlardı ve Avrupa’ya kabul edilmenin olmazsa olmaz koşullarından biri de buydu.)
bu noktada eşşek yüküyle vergi veren her türk vatandaşı gibi bizim de bir soru sormaya hakkımız vardı.
sorduk;
Karşı taraftan, yani Rusya’dan, Çin’den, Hindistan’tan bu yönde bir talep, bir eğilim, bir girişim var mı? Yani, Amerika’ya ve Avrupa’ya karşı Türkiye’yle ittifak yapalım diyen politikacıları, gazetecileri, kamuoyu önderleri var mı oraların?
ne ilginçtir ki Kimse bilmiyordu...
Laf aramızda, öyle bir “eksen” de yoktu... Bunlar, herbiri ayrı telden çalan ülkelerdi.
Ama “kendi kendine gelin güvey olmak” bizim bürokrasinin hoşuna gitmişti.
Bugün Rusya, kapitalizme geri dönmüş ama gerek çarlık döneminin gerekse komünizm ayracının hastalıklarından kurtulamamış, diktatör değilse bile “otoriter” bir adam tarafından yönetilen bir ülke...
“Totaliter değil ama otoriter” büyük önderimize bürokrasinin duyduğu özlem, Putin’in şahsında bizimkilere çekici geliyor galiba!
Çin de, komünist tek parti yönetimi altında ve fakat vahşi kapitalist ekonomisiyle, ki bunun siyaset bilimindeki tek adı faşizm olur, bizim bazı faşistlerimiz için ilgi ve çekim odağı!
Gerçi Hindistan demokrat ama, eh, o kadarcık kusur kadı kızında bile bulunur.
Turan imparatorluğu ne kadar gerçekçi bir özlemse, bu ittifak meselesinin de ancak o kadar “fizibilitesi” vardır.
Denemeye kalkmak çılgınlığını yaparsan... Batı’dan kopar, Doğu’ya da eklemlenemez, ortada kabak gibi dımdızlak kalırsın.
Tabii önce Batı’nın seni “bırakacağını”, örneğin kafana göre Kuzey Irak’a da saldırıp Barzani’nin falan da canına okuyabileceğini varsayıyorsun...
Çok yakında girişeceğimizi düşündüğüm göstermelik operasyonlardan sözetmiyorum, o, bürokrasinin onurunu kurtarmak, "Kuzey Irak’a yine girdik amk" diyebilmek, ulusalcıların da yüreğini soğutmak amacıyla yapılacak... Hatta bu sabah başlamış bile olabilir... Daha önce kaç kere yaptığımız gibi...
Ben gerçek bir Türk-Kürt savaşından sözediyorum.
istanbul Borsası’nın yirmi dört saat içinde dış güçler tarafından çökertilmesinin, yabancı sermayenin bir çırpıda kaçmasının, doların beş, avronun on lira olmasının getireceği korkunç yıkımın altından kalkacağını varsaydığın gibi...
Çok mu karamsarım? ismet Paşa’nın dediği gibi yeni bir dünya kurulmaz, Türkiye orada yerini hiç mi alamaz? (Bu lafı ettikten birkaç hafta sonra paşanın başına neler geldiğini de hatırlayanlarınız umarım vardır.)
Kurulur kurulmasına... Ama yeni ve büyük bir savaştan sonra... Sağ kalan olursa...
Konjonktür radikal bir şekilde değişmeden... Kan dökülmeden, acı çekilmeden, Türkiye altüst olmadan, belki de sınırlar yeniden çizilmeden, yani toprak kaybetmeden, bu “eksen değiştirme” işinin ciddiye alınır hiçbir yanı yoktur. O zaman da özgür iradeyle değil, “mecburiyetten” olabilir zaten. Ve de demokrasi altında asla olamaz. Ancak bir diktatör, halkı da arkasına alacak bir diktatör Türkiye’yi başka yöne çevirebilir.
Oysa biz bu filmi 1918 yılından başlayarak seyretmiştik.
Peki bu kez yenilirsen ne yapacaksın? Diyarbakır’ı verip Girne’yi mi elinde tutacaksın? Nasıl olacak o iş?
Bazılarımızın gizli ve gerçek özlemi belki de tam da bu dikta düzenidir ama, kusura bakmayınız, “fakir ama onurlu” bir devletin imparatorluk kurduğu da tarihte pek görülmemiştir hani!...
bir laf var bilirsiniz "dimyata giderken bulgurdan olmak" diye...
Onun için, Dimyat pazarının pirinçlerine sulanmayı bırakın da, eldeki bulguru küflenmeden pişirmeye bakalım.