kağıt üstünde iyidir. Onu bir de çiftçimize, işçimize, memurumuza, öğretmenimize soralım. ithalat her sene tavan yaparken ihracatımız onun 150'de biri kadar büyüyor. anca tüketiyoruz hükümetin politikaları sağolsun.
bir kaç tane veri haricinde türkiye'nin ekonomik verileri gayet iyi durumda hakkaten, bunu yalanlamak için ya mal ya da saplantılı bi kemalist olmak lazım.
ama esas mesele yeni başlıyor, geliri tabana yayabilecek misin, büyümeyi sürdürülebilir hale getirebilecek misin? Vergi problemi var mesela, şu halimle türkiye'deki esnafların çoğundan fazla vergi ödüyorum, ayıp değil mi yani. Veriler iyi mi değil mi diye tartışacağınıza bunlara biraz kafa yorsanız fena da olmaz aslında.
az buçuk ekonomi okumuş biri olarak hem doğruladığım hem yalanladığım önermedir.
öncelikle, ekonomik veri dediğiniz şey nedir? onun adını bir koyalım. o istatistikleri anlamlı kılan büyük sermayeler, istatiki açıdan anlamlı rakamlar, değişiklikler vs dir. bu rakamları değiştirecek hareketleri yapmaya, ülke nüfusunun % 3'ü falan muktedirdir. geri kalan % 97 si, bu rakamlar üzerinde etkin değildir.
dememiz şu ki, memurun mali durumunun iyileşmesi o rakamları iyileştirmiyor. tüsiad büyürse o rakamlar büyüyor. ancak bu büyüme ile doğru orantılı olarak, çalışanların geliri büyümüyor, sermaye sahiplerinin geliri artıyor.
daha çok detaya girebiliriz. anlamsız.
ekonomik verilerin iyi durumda olması, milletin ekonomik durumunun iyi olduğunu anlamına gelmez.
bir memleket zırt pırt anlamsız vergiler koyuyorsa, kıçı bir taraftan açılmış, onu da memmet ağaya örttürüyor demektir.
isterseniz oxford'ta okuyun ekonomiyi. ekonomi basit bir şeydir.
türkiye'de mali sektörün yaklaşık % 88 ini bankacılık sektörü oluşturur. gsmh'nın yaklaşık % 86'sına takbül eder. o sektör ne kadar yerli, kim büyüyor, kimin durumu iyi, şunu açıkça söyleyin.
gözleri görmeyen, kör, beyni çalışmayan beyinsiz, aklı yetmeyen salak söylemleridir ve zırvalarıdır. ulan ekonomi bu kadar iyide, esnaf neden kan ağlıyor. her gün kepenkler kapatılıyor, borçlardan hacizler çoğalıyor, neden biz 4 aydır siftahsız çalışyoruz. hepimiz salağız, siz akıllısınız değilmi. Allah'ın malları. ulan sizlerin, günahlarınızı arındıracağınız bir cehennem yoktur heralde. size özel bir yer kurulacak diye düşünüyoruz.
ülke halkının yarısı tarafından şiddetle savunulan, geri kalan yarısı tarafından da şiddetle eleştirilen tespit. üniversitedeki ilk yılımda tarih hocam bir ödev vermişti. tabi tarih dersi bizim bölümde* ilkokuldaki beden eğitimi-resim dersi muamelesi gördüğünden, başta pek asılmadım ödeve ama zamanla ilgimi çekmişti.
ödev osmanlının 19. yydaki ekonomik durumu ile ilgiliydi. özetle, osmanlı devleti bu dönemde ciddi dış yatırımlar alıyor. ülke kısa zamanda yabancı yatırımcıların varlığıyla "şenleniyor" "muasırlaşıyor". bunda yabancı devletlerle yapılan serbest ticaret anlaşmalarının etkisi çok büyük tabi. bu yabancı sermaye girişleri, yalnızca işsizliği azaltmakla, halkı zenginleştirmekle kalmıyor. aynı zamanda devletin demiryolu, telgraf gibi hizmetleri götürmesini kolaylaştırıyor. osmanlının modernleşmesine katkıda bulunuyor. tabi bu sırada devlet bu dış ticaret açığını kapatmak mümkün olmuyor ve osmanlı devleti dış borçlanmaya gidiyor. kırım savaşına kadar dış borç almayan osmanlı devleti ilk borçlanmadan sonra ardı arkası kesilmeyen borçlanmalara gidiyor. teminat olarak da vergiler gösteriliyor. mesela ingilizlere mısır eyaletinden alınan vergiler teminat gösterilerek 3.3 milyon altın lira borç alınıyor.
bakın enteresandır, bu hikayenin sonunu hepimiz biliyoruz. ancak asıl ilginç olan bunun hemen ardından gerçekleşen olaylardır. çünkü osmanlı devleti tarihinde hiç görülmemiş şekilde ekonomi büyüyor ve kalkınma sağlanıyor. yine ilginçtir, ihracat rakamları eskiden hayal bile edilemeyecek düzeylere geliyor. ihracatta çok ciddi sıçramalar oluyor, ciddi artışlar oluyor. fakat ithalat rakamları daha da feci artıyor. ithal mallar ülke içerisinde çok rağbet görüyor. rağbet gördükçe alafrangalık baş gösteriyor. alafrangalık yüzünden ithal mallar daha da fazla rağbet görmeye başlıyor. anlayacağınız ekonomi kısır döngüye, girdaba giriyor adeta. borç aldıkça daha fazla borçlanıyor, ihracat yaptıkça daha fazla ithalat yapıyor. bu sefer daha da fazla borçlanıyor.
halk cephesinden bakılınca bu dönem ekonomik açıdan oldukça olumlu geçmiş. o zamana kadar hiç ortada olmayan; gazete, dergi, elektrikli tramvaylar, demiryolları, vapurlar ve daha nice hizmetler halkın ayağına seriliyor. o zamana kadar pek çok kıdemli devlet memurunun bile avrupadaki yaşam tarzından haberi olmazken, o dönemlerde istanbuldaki sıradan bir vatandaş dahi avrupai bir yaşam tarzıyla rahat bir yaşama alışıyor. o güne kadar varlığından haberdar olunmayan bazı mal ve hizmetler günlük hayatın vazgeçilmezi oluyor bir anda.
peki nereye kadar sürüyor bu "iyi durum"? aslında devlet açısından bakıldığında daha ilk borçlanmalarda tehlike çanları çalmaya başlıyor fakat kimsenin elinden bir şey gelmiyor. çünkü devlet bu dönemde dağılma sürecine girmiş, pek çok isyanlar ve savaşlar neticesinde osmanlı toprakları hızla küçülmüştü. bu savaşlar ekonominin de düzelmesine engel olmuştu.
halk içinse (özellikle istanbul halkı için) ilk dönemler ciddi bir rahatlama ve zenginleşme hissi, sonradan ucu görülmeyen bir bunalım ve kriz olarak kendini göstermişti bu durum. o zamana kadar hep açık olan yabancı sermaye muslukları kapanınca, bir de üstüne düyunu umumiye kurulunca halk için işler tersine dönmüştü bir anda.
yazdığım şeylerin türkiyenin bu günkü haline benzeyen yönlerini hepiniz farketmişsinizdir. özellikle dış borçların yarattığı kısa süreli zenginleşme ve kalkınmanın, iyi finanse edilemediği vakit ne kadar zararlı sonuçları olduğunu görmemiz açısından bir simülasyon oyunu niteliğinde osmanlının bu dönemi. ayrıca görülüyor ki, sürdürülebilir olmadıkça büyüme, kalkınma, zenginleşme gibi kavramlar hiç bir anlam ifade etmiyor.
şimdi gelelim nelerin benzeşmediğine. her şey bir tarafa osmanlının bu dönemi ile türkiyenin şu anki hali arasında dağlar kadar fark var. elbette biz de şu an dış ticaret açığını dengeleyemezsek, azami sınırlar içinde tutamazsak büyük çaplı krizlerle boğuşuruz. orası kesin. fakat mesela hiç bir şekilde osmanlının o dönem yaşadığı türden krize girmeyiz, giremeyiz. çünkü her şey bir tarafa her krizden daha da güçlenerek çıkan bir yerli sanayi ve bankacılık sistemi var. bunun partilerle ve siyasetçilerle çok bir alakası olduğunu zannetmeyin. özal döneminde de, inönü döneminde de, ecevit ve erdoğan dönemlerinde de bu böyle olmuştur. o yüzden bizim durumumuz bu verdiğim örnek kadar iç bunaltıcı değil.
ama " büyümemiz yüzde 10, enflasyon düşük, kişi başı gelir yükseliyo daha ne istiyonuz. her şey güllük gülistanlık işte" diyecek kadar da her şey toz pembe değil. 2008de kriz bizi çok kötü vurmadı diye dünyanın en güçlü ekonomisi olduğumuzu sananlar var. o yüzden de ne zaman uluslararası bir örgüt türkiye ile ilgili olumsuz bir rapor verse "elin adamı bizi niye övsün" diye bakıyor bazıları. ulan bu hükümet aynı yabancı kuruluşların olumlu raporlarını açıklayıp "bakın neler yaptık" dediği zaman niye söylemedin bunları? olumlu rapor verince göklere çıkart, olumsuz rapor verince "kendimiz ölçelim" de. yok öyle! biz sıradan vatandaşlara düşen ise her ciddi iddiayı, her ciddi raporu inceleyip mümkün olduğunca analiz yapmak. ya da en azından yapılan analizleri dinlemek. ama daha önce de söylediğim gibi, sabahtan akşama kadar aynı kafanın gazetelerini, tv kanallarını izlerseniz, kriz sizi çok pis vuruncaya kadar kendinizi buğday ambarında sanmaya devam edersiniz tabi.
açlık sınırı 900 lira iken asgari ücret 740 liradır.
ülke ekonomisinin yarıdan fazlası kayıt dışıdır.
ülkenin iç-dış borç toplamı 600 milyar doları aşmış durumda.milli gelire oranı durumun ne kadar vahim olduğunun kanıtı.
dönen çekler senetler,ödenemeyen krediler her yıl katlanarak artıyor.
aileler dağılıyor.
hapishanelerde yer kalmadı.
ve son olarak, gelelim şu merkez bankasındaki 100 milyar dolar döviz rezervimiz var palavrasına.
malum, erdoğanın zırt pırt dile getirdiği bir palavradır bu.
akp; göreve geldiklerinde Merkez Bankasında 27 milyar dolar olduğunu, oysa şimdi kasamızda 92 milyar dolar bulunduğunu söylüyor.
Bunu kitleler nasıl algılar? Türkiye 8 yılda çok çalışmış, çabalamış, tasarruf etmiş ve kasasına 92 milyar koymuş zanneder.
nitekim başlığı açan arkadaşımızda böyle sanıyor.
Oysa gerçek bu değil ki.
Merkez Bankası döviz rezervi ülkenin kârı veya tasarrufu anlamına gelmez. Merkez Bankası kasasında duran para Türkiyenin dış borçlara karşı güvencesidir ve bu para yine borç alınarak o hesaplara yatırılmaktadır.
Yine sıradan vatandaşlar döviz rezervi denilen paranın Ankaradaki Merkez Bankası kasalarında durduğunu sanır. Bu da gerçek değildir. Döviz rezervi başta ABD olmak üzere dünyanın değişik ülkelerindeki banka hesaplarında korunur. Türkiye bu paralardan faiz geliri de sağlar.
Kısacası sıcak para denilen sistemle yüzde 20 faizle alınan borcun bir kısmı yüzde 1 gibi düşük bir faizle bu bankalara yatırılır. Yabancı bankalardaki bu rezerv para hiçbir harcama ya da yatırım için kullanılmaz, kullanılamaz. Bu para dış borçlar için garanti olarak tutulur. Dış borcunuz ne kadar yüksekse garanti olarak tuttuğunuz döviz rezervi de o kadar yüksek olmak durumundadır.
Dış borç 200 milyar dolarken garantiniz 27 milyar dolar olur ama dış borç 400 milyar dolarken, döviz rezervinizi 27 milyarda tutamazsınız. Bu durumda rezervi de yükseltmek zorundasınız. Dış borç 1 trilyon dolara çıkarsa, rezervi bu kez 90 milyarlarda tutamaz, 150 milyar doları bulmak zorunda kalırsınız.
o kadar iyi durumda ki böyle gidersek, abd ve çin den sonra üçüncü büyük ekonomi olacağız dünyada. az kaldı. durmak yok yolmaya devam. pardon yola diyecektim, özür dilerim.
türkiye'nin ekonomik durumunun iyi olduğu hayalidir. diyelim ki iyi; ama kredi kartı ekstreleri, elektrik-su faturaları ve cüzdandaki para miktarı verileri gayet kötü durumda. bunları ne yapacağız?