2000 ve öncesindeki politikacıları "monşerler" olarak tanımlayanların yürütmekte olduğu politika. o zamanlar neydi dış politikamızın özeti? klasik barışçı ve orta yolcu politikalar izleniyordu. türkiye ortadoğuda mümkün olduğunca etliye sütlüye karışmıyor, taraflarla mümkün olduğunca barışçıl ve belki de bu yüzden biraz da soğuk ilişkiler yürütüyordu. belliydi ki türkiye orta doğuya sırtını dönmüştü. zaten o dönemlerde türkiyenin en önemli gündem malzemeleri avrupa ve kıbrısla ilgili meselelerdi. abye giriş süreci en önemli gündem malzemesiydi. kıbrıs da ha keza öyle.
işte bu politik süreç, kısa müddet sonra bugünkü hükümeti de iktidara taşıyan bir kesim tarafından eleştirildi ve politikayı uygulayanlar monşerler olarak adlandırıldı. bu yeni güruh, tıpkı erbakan tabanının yaptığı gibi, ortadoğu konusunda daha cesur, daha astığım astık sözler işitmek istiyordu. monşerlerin, "bilmediğiniz şeyler var" "barış bizim en önemli önceliğimizdir" "bizim politikamız temellerini atatürkün atmış olduğu yurtta sulh cihanda sulh politikasıdır" şeklindeki bilmiş tavırlarından bıkmıştı artık bu kitle. onlara göre türkiye osmanlının mirasçısıydı ve ortadoğuda daha aktif rol oynamalıydı.
peki sonraki süreçte neler oldu? akp döneminde kıbrıs konusunda belki de tarihimizin en büyük geri adımını atıp en büyük tavizimizi verdik. annan planına, türk askerlerin kanıyla sulanan toprakların bir kısmının rumlara iadesine, onay verdi türk kesimi. neyse ki rum kesimi bu plana hayır oyu kullandı. bu bizim için büyük bir kumar zaferiydi. çünkü açık bir şekilde aleyhimize olan bir plan, yürürlüğe girememişti. hem de rumların oylarıyla! fakat sonraki süreçte gördük ki sandık başında kazandığımız bu zafer de, tıpkı meydanda kazandıklarımızda olduğu gibi, masa başında hiç bir işimize yaramadı. bir tek devlet bile kktcyi tanımadı. ve üstelik kıbrıs sorununun çözümü de, elde ettiğimiz zafere rağmen, rafa kaldırıldı.
ab konusunda da en hızlı ve yerine göre en tavizkar, en cesur adımlar yine akp döneminde atıldı. türkiye tam üyelik için adeta bastırıyordu. ama bu sefer de önümüzü "imtiyazlı ortaklık" gibi çocuğa şeker minvalindeki şeylerle tıkadılar. bu da elimizde kalmıştı. ki zaten türkiye ab konusunda her daim en istekli ve en samimi olan taraf olagelmişti. bu durum da değişemedi.
akpnin ikinci dönemi ve "one minute" olayından sonra dış politikada kırılmalar başladı. artık türkiye belli ki ortadoğuda daha fazla söz sahibi olmak istiyordu. aynı dönemde başbakan, şimdiye kadar pek duymadığımız bir büyük orta doğu projesinden söz ediyordu. abdden ve eşbaşkanlıktan söz esiyordu. one minute olayında elinde bayraklarla sokağa dökülen vatandaş, bu olayda da sevincini gizleyemedi. kocası terfi alan sosyete karıları gibi mutlu ve gururluydu türk halkı.
sonrasında nice hocalarstratejik derinlikler nice komşularla sıfır sorun politikası gördü türkiye. ırak konusunda ezber yapmış gibi "ırakın toprak bütünlüğünden yanayız" diyen bakanlar, politikacılar kısa süre zarfında barzaniyle, talabaniyle ölümüne kankayız pozları verir oldu. iki güne gitmesini beklediğimiz esad iki yıldır hala bile ayakta. kaldı ki o da bir zamanlar sayın başbakanın "kardeşim" dediklerinden birisiydi. ölümüne desteklediğimiz mursi ise çok dayanmadı maalesef. birkaç sene önce tüm dünyayı karşımıza alarak hakkındaki yaptırımlara brezilya ile beraber ret oyu verdiğimiz iranla ilişkilerimiz ise hiç de iyi sayılmaz. zaten sünnilik üzerine kurulu bir türk dış politikasının da buna muktedir olamayacağı gayet açık.yanı başımızdaki gürcistan işgal edildi, sesimiz papua yeni gine halkından sadece biraz daha fazla duyuldu. o da okyanus nedeniyle herhalde. arap baharında yaptığımız atarlanmalar 13 yaşındaki bir ergenin babasına olan atarlanmalarından daha fazla itibar görmedi. yine herkes bildiğini okudu. suriyede bizim beslediğimiz ve medyanın kamuoyuna şirin gözüksün diye "muhalifler" diye gagaladığı gruplar, esadı gönderemeyince birbirlerinin boğazına sarıldı. dış politikadaki hatalarımız reyhanlıda onlarca cana mal oldu. 5-6 yıl önce çizgileri yosun tutan, belki de en barış dolu sınırımız olan suriye sınırı; şimdi karşı tarafdan gelen kurşunlarla taciz ediliyor. kısacası öyle bir türkiye ki, düşmanları dostlarından uzun yaşıyor.
hala bile 81 düzce, 82 kahire (ya da musul, ya da şam, ya da başka bir yer) diye sayanlar, sayıklayanlar var. onlara yapılabilecek bir şey yok. maalesef cehalet bu adamların bütün hücrelerine nüfuz etmiş. kurtarılma şansları kalmamış. ama görenler ve takip edenler için pek çok ibretlerle dolu son on yıldaki dış politikamız. umulur ki ileride daha akılcı, daha gerçekçi ve en önemlisi de daha barışçıl politikacılar yetişir ve devralırlar dış siyaseti. varsın kahvedeki mehmet dayı bu adamlara "monşerler" desin. varsın onları "korkak" olmakla suçlasın. bu memlekette mürekkep yalayanlar ya "efendi" olur halkını ezer; ya da doktor olur dayak yer, mühendis olur azar işitir, politikacı olur "biz biliriz" diyenlerin uşağı olur. varsın bu adamların da adı monşerler olsun.
yapılan hatalı hamleler nedeniyle köşeye sıkıştırılmıştır. neden hatalı hamleler dersek ve fikir jimnastiği yapacak olursak; ortadoğu ve kuzey afrika temelinde oluşturulmaya çalışılan bir takım politikaları pratikte büyük oyuncuların rolünün eksik hesaplanmasıyla başlayabiliriz. bunun en bariz örneği herkesin açıktan gördüğü kaddafi'ye uygulanan komplodur. bu kompolunun uygulanması sırasında nato'nun müdahalesi söz konusu olduğu zaman devletin en yetkili ağzı başbakan bu müdahalenin kabul edilemez olduğunu ve buna karşı gelen cümleleri sıraladı. ve sonradan amerika ile yapılan görüşmeler neticesinde bu müdahaleye karşı düşünce ortadan kaldırıldı ve amerika, fransa projesinin ön ayakcısı durumuna geçti. bunu nerden çıkartıyoruz? bunun da en önemli kanıtı türk subaylarının libya topraklarında başkaldıran gruplara silahlı eğitim vermeleri olmuştur. bu birinci en önemli dış politikada kırılmadır. saddam'ın gönderilmesi sırasında yapılanlara ise hiç girmiyorum bile. çok gizli tezkere görüşmeleri oldu o nedenle!.
gelelim son dönemde türkiye devletine diş gösterilen mogadişu elçiliğine yapılan saldırıyı herkes biliyor ki el-kaide örgütünün direktifleri sonucu yapıldı. el-kaide ve el-nusra örgütü arasında büyük bir kardeşliğin olduğu ve birbiriyle ilişkide olduğunu bilmeyen yok!. türkiye devlet olarakta el-nusra denilen örgüte her türlü desteği vermekte ve yetkilileri ile görüşmektedir. sen hem bu örgüte her türlü desteği ver adam yerine koy sonrada bu örgütün ikiz kardeşi elçiliğe bombalı saldırı düzenlesin. elçiliğe düzenlenen saldırı ufak çaplı olmayıp elçiliğin içine girip binayı havaya uçurmak ve diş göstermektir. işte türkiye'nin dış politikasının kısa özeti bu olsa gerek. daha henüz kime nasıl yardım edeceğimizi bilmiyoruz, oyunu nasıl değiştireceğimizi bilmiyoruz ve insanlarımız bir hiç uğruna ölüyor. bir hiçten kastım birilerinin hayalini, rüyasını gerçekleştirme sevdası. ortadoğu daha öncede cehennemdir bugünde aynı şekilde fakat bu cehennem ateşinin sıcaklığı artıyor ve bu ateşe girmemek gerek.
iflasa sürüklenmektedir ki hatta iflas etmiştir. davutoğlu'nun suriye'de baascı bir hükümet de kurulabilir demesi bunun en büyük kanıtıdır. linkteki yazı ise mükemmel bir yazıdır; http://www.yurtgazetesi.c...-sefalet-makale,4482.html
abd ne istiyorsa odur. bop var başkanı var olmadı seçmeni var. bak daire çizdim yine abd var...
zamanında abd ve nato'ya karşı çıkan dinsiz komunistlerin yerine şimdi abd hizmetkarı dinciler var. suriye rusya ne kadar gereksiz sayılan varsa köpek olup saldıralım. ama kerkük musul hakkımız iken abd emri ile kürtlere tapulayalım, süper.
hem irana hem israile düşman, hem rusyaya hem amerikaya yakın, ne skm olduğu çözümlenemeyen, ya fazla aptalca yada anlayamadığımız kadar harikulade dış politikadır.
üniversite kantin raconu gibi dış politikaya sahibiz amk.
abd nin dış politikasıdır.
abd çıkarlarını, ülkem çıkarları olarak lanse eden uydu hükümetler oldukça da böyle kalacaktır.
kimse, ülkenin çıkarları gözetiliyor diye fereyan etmesin.
zira ağzından çıkacak söze kendisi bile inanmazken, kimseyi ikna edebileceğini sanmamalı.
(bkz: görünen köy kılavuz istemez)
bir çok konuda bağımlı olduğumuz yabancı devletlerin liderlerine önce bağırıp sonra ben moderatöre kızdım demek. sen gazze gibi haklı olduğun bir konuda derdini anlatmak yerine adamlara senin yaşın benden büyük ama bir kafa korum gibi konuşursan ancak seni kendi ülkende saflar dinler. simon peres haksız da olsa dünyaya kendi derdini anlattı bizse şimon peres e bağırıp çaığrıp ortamı terk ederek hatırlanacağız. diplomaside soğukkanlı olmak lazım. kahvehane dövüşü gibi itişip kakışmak bize bir şey kazandırmaz ancak o lider kendi ülkesinde vay be ne ayar verdi artık israil kudüsten bile çekilir diye avunanların hoşuna gider. israil le askeri ve ekonomik anlaşmalar imzalayıp ardından adamlara numaradan bağırıp çağırmak komik olmaktır. yahudilerin finanse ettiği imf de para dilendiğimizide unutmamak gerek.
türkiye'nin verdiği tavizlerin, küreselleşme ve dış plitikada tutarlılık adı altında ülkemize giydirilenlerin politika olarak adlandırılması sonucu içi doldu sanılan kavram. halbuki öylesine yanlış ve içi boştur ki çoğu zaman ver kurtul dan öteye gidememektedir.
bir devlet politikasi olmasi gerekliligine ragmen, iktidar olan her partinin kendi kadrosuyla kendi bildigini yapmaya calismasiyla iktidar partisi politikasi seklinde donemsel degisken bir politika haline gelmistir.
mustafa kemal atatürk'ten sonra uygulanmamış bir politikadır. akabinde, yurdumuz zamanının itilaf devletlerinin eline kayıtsız şartsız teslim edilmiştir. gittikleri gibi gelmişlerdir.
1938 yılından sonra artık olmayan politika..dış politika da esas olan dik durabilmektir. oysa bir kaç örnek hariç (KIbrıs barış harekatı vb..)dış politikasızlık ülke yönetiminde süreklilik arz etmiştir.
türkiye'nin dış politikası herkese mavi boncuk dağıtmaktan ibarettir. gerçi bu herkes genelde batıdır ama az da olsa doğuya boncuk verilir. türkiye'nin dış poltikası abd ve israil ekseninden uzaklaşamaz. bunun birincil sebebi dünyada bir türk lobisi yoktur. türkiye bütün işlerini yahudi lobisi üzerinden çözmeye çalışmaktadır bu sebeple bütün ihaleler israil'e verilir, abd olur vermeden kapı dışarı çıkamaz. türkiye 1980'de veto hakkını saklı tutmadığı ve kullanmadığı için yunanistan nato'nun askeri kanadına tekrar girmiştir. ama yunanistan hala ve hala ab için veto hakkını korumaktadır. yani biz abd istediği için veto hakkımızı kullanmadık ulusal çıkarımız için değil. çünkü bizde önce abd çıkarı önemlidir. kıbrıs'ın ab üyesi olması da tamamen bir hukuksuzluk örneğidir çünkü anlaşmalarla sabittir ki; garantör devletlerin üye olmadığı bir kuruluşa hem kktc hem de gkry katılamazlar. Türkiye ab üyesi değildir yani güney kıbrıs ab üyesi olamaz ama bize susun size de tarih vericez dendi ve biz sustuk. kktc'ye ambargolar kalkacaktı hala kalkmadı öten siyasetçilerimiz dut yemiş bülbül gibi hani kıbrıs'ta zafer kazanmıştık, hani ab bizi destekliyordu? fransa'daki şu yasa olayı geçen hafta salı günü herkes bağırıyordu "ey fransa" diye 1 hafta geçti, yasa da geçti ne oldu? hani nerede o "ey fransa" diyenler, fransa çok şey kaybedecek diyen dışişleri bakanomız nerede? fransa ne kaybedecek? lobiniz olmazsa, biz türküz bize bi şey olmaz derseniz, biz "osmanlı torunuyuz heyttt" demeye devam ederseniz bir arpa boyu yol kat edemezsiniz. bm yani o zamanki adıyla milletler meclisi tüzüğünü değiştirerek türkiye'yi üyeliğe davewt etmiştir ve tarihte davet edilen ilk ülke de türkiye'dir tabi o dönemde atatürk vardı. şimdi bi tarafımızı yırtıyoruz kendimizi oraya buraya yamamak için.