ülke denen yapı belli bir coğrafyada bulunan insanların tarihi, kültürel, siyasi birarada duruş ifadesidir. modern bir kavramdır, yani iki-üç yüz yıllık bir icattır; bu dönemden önceki imparatorluklar, krallıklar veya diğer hakimiyet biçimleri bugünkü anlamıyla ülke olarak adlandırılamazdı; fantastik sınır(sızlık)ları, aidiyet kaynakları, gelenek temelli kuralları başka dinamiklerden beslenirdi. eğer onlara "ülke" denecekse o zaman günümüzün toprak bütünlüklerine başka isimler verilmek zorunda, mecburen, çünkü tartışmaya pek seçenek bırakmayan "yapısal" farklılar sözkonusu, bunları idrak etmeden tahlile kalkışmak daha en baştan kaybetmeye, yani hadiseyi anlamamaya mahkumdur.
"türkiye" ülkesi işte bu manada osmanlı'nın devamıdır; çünkü osmanlı'nın en az son yüz senesi de dünya haritasının "ülkeleşme" süreci diye biraz önce tanımladığımız o zaman diliminin içerisine tekabül eder. bu anlamda bugünkü rusya sovyetler'in, o sovyetler de çarlık rusya'sının devamıdır; ama bizde "deli petro" diye bilinen çarın devamı; ondan öncekilerinin değil. tıpkı osmanlı tarihinin bir bölümünün bu ülkeleşme tarihinin dışında tutulması gerekliliği gibi. nedir bu süreci başlatan tarihsel fark? sanayi düzeninin tarım toplumu sosyal mekanizmasının yerini alması, kapitalizmin ekonomi-politik saltanatının başlaması, bürokrasinin icadı, aydınlanma çağı ve birbirini tetikleyen bir seri rasyonel model. nihayetinde hepsi aynı dönemlere tekabül eder.
yine özel konumuza, yani "türkiye"'ye odaklanırsak, bu tarihsel dönüşüm adına yöneltmek zorunda olduğumuz soru barizdir: bu yeni idari model hakimi olduğu coğrafyadaki insanlara ne vermiştir? bunun bir cevabı diğer ülkelerle yapılacak mukayeselerle verilebilir, nihayetinde başka bir kaynak yok. falanca coğrafyada insanlar ülke olduklarından beri nereden nereye gelmiştir, bunlarla karşılaştırıldığında bizim örneğimiz nerededir? bu kadar basit. kimisi bunu ekonomik kalkınma, eğitim, sağlık hizmetleri, eşitlik, hayat standardı, belki moda tabiriyle "yol sayısı" olarak hesaplar, kimisi ise kişisel özgürlükler, kurumsal özerklikler, eşitlik, adalet, demokrasi, bilim, sanat, spor tarzı ürünlere bakarak değerlendirir. hepsi makul, hepsi geçerli, hepsi de birer gösterge. hani "insanlar homojen değil ki, hangi insanlar?" diye itiraz edilirse de farketmez: hangi tür, yaş, sınıf, cins, meslek, çeşit, zümre vs. insan tasvir edilmek, gruplanmak isteniyorsa o insanlar mukayese edilir. çıkıp "falan ülkenin işçisi, kadını, bilim adamı, vs. benim ülkemin işçisi, kadını, bilim adamı ile aynı değil ki, nasıl mukayese edelim?" diye itiraz etmenin de bir faydası yok, o zaman yine sorarlar, "neden aynı değil, farkları ne?" diye. mukayese kaçınılmaz yani...
ama sadece bu kadar değil; belki daha ikincil ya da "perde arkası" diye ifade edilebilecek ölçme biçimleri de var. bunlardan bir tanesi "sarsıntı sonrası tecrübe edinme becerisi" diye tanımlanabilir. ilk etapta daha derin bir siyasi/kültürel/sosyolojik devinim gücü gibi görülse de, anlaşılması veya takip edilmesi o kadar da zor değildir. misal, birey olarak düşünelim, bir insan büyük bir hastalık atlattı ve sağ kaldı. bundan sonra bu kişi ne yapıyor, hayat tarzını nasıl değiştiriyor, yediğine içtiğine dikkat eder hale mi geliyor, yoksa o büyük hastalığı sanki hiç yaşamamış gibi önceden her ne yapıyordu ise aynı şeylere devam mı ediyor. başka bir misal, sağlam bir bütçe, para problemi yaşayan ve iflas eden kişi daha sonra harcamalarına, ticari/iş ilişkilerine bir çeki düzen mi veriyor, başka beceriler edinmeye gayret ediyor mu, yoksa biraz kendine gelir gelmez aynı hataları tekrarlamaya mı başlıyor? özetle, ciddi sarsıntılar sonrası edinilen tecrübenin faydası var mı yok mu meselesi.
ülkeler de hem sarsıntılara hem de sarsıntılar sonrası almak durumunda oldukları tedbirlere göre değerlendirilir. ülke olarak ekonomik/siyasi bir kriz sonrası, savaşlar, toplumsal bir huzursuzluk ve hatta doğal afetler sonrası ne yapıyorlarsa -ya da yapmıyorlarsa- gelecekleri de ona göre şekil alır. mesela nazi tecrübesi sonrası almanya bir daha böyle bir felakete sürüklenmemek adına siyasi ve kültürel yapısını yeni baştan ele almak durumunda kaldı, daha derin uluslararası ilişkiler kurdu, avrupa birliği tarzı yapılar vasıtasıyla yalnızlaşma ve kopma sürecini engelleyecek stratejiler geliştirdi. bunun yanında felaketlerini okuyamayan başka ülkeler benzer sıkıntıları katlanarak tekrar tekrar yaşamaya devam etti ve bazıları bölünme, yıkılma ve insanlarını toplu katliam ve felaketlere kurban verme gibi en uç bedelleri ödedi.
peki "türkiye" ülkesi "sarsıntı sonrası tecrübe edinme becerisi" açısından hangi noktadadır? bu anlamda "ölçü" birimi mühim. mesela, türkiye 1960-1980 arası askeri darbelerden dersini, ve tedbirini aldı, otuz küsür senedir askeri darbe olmuyor" diye bir çıkarım yaparsak memleket "başarılı" kabul edilmek zorundadır. "asker 2002'ye kadar hala idareye karışıyordu" dersek bu kez "başarılı" kabul etmek için aceleci davranmış oluruz. yani bu ölçme yöntemi muğlak. halbuki "askerin darbe yapması neden kötüydü, ülkeye ne gibi zararlar veriyordu?" diyerek meselenin özünün "asker mi sivil mi" tat farkı değil, bir zümrenin kendisi dışındaki kesimlere yaşam ve ifade şansı tanımaması, keyfe göre insanların önünü açıp kapayabilme rejimi olabileceğini tahayyül edebilirsek, tablo o kadar da iç açıcı olmaz. Türkiye ülkesi olan biten sarsıntılardan ders almak yerine bu sarsıntıları bir norm haline getirmiş demektir. "güçlü olan her kimse ise onun borusu öter, gerisi de sıra kendilerine gelene kadar sürünür" düzeni zaten insanların kendilerini aynı ülkenin parçası olarak kabul etmelerini olanaksız kılar. ışıklı tabelasında "modern bir ülke" yazsa da hala tarım toplumlarının köhne klan, kabile ve ağalık sosyo politiği hakimdir, aslında "ülke" olunamamıştır demektir. burada "ülke olmak en ideal, en doğru toplumsal varoluş yöntemidir iddiasında bulunulmuyor; "sen eskiden ne tür dersler aldın ve yerine ne koydun" denmek isteniyor.
bu manada türkiye genel olarak "umutsuzluklar" diyarıdır. yeni türkiye eski türkiye değil, ne kadar osmanlı ne kadar milli tartışması da değil; eğer bir nesil hala kendisinden öncekilerin yaşadığı sorunların aynıları ile uğraşıyor ise tünelinin sonunda ışık yok, vaziyet bu. hani sen otomatik çamaşır makinası kullanıyorsun, ninen yarı otomatik görmüştü, onun ninesi elde çamaşır yıkıyordu "gelişim" doğrultusuna bakarsak bir nesil diğerini aşmış gibi bir tablo çıkar. ama her nesilde aynı kadın türü çamaşırdan tek başına sorumluysa değişiklik yüzeyseldir, yapısal değil. işte buna benzer bir umutsuzluk malesef.