din olgusunun herhangi bir reform sürecinden geçmemesinden kaynaklanır. batıda kilise, siyasal güç için mücadele verirken ve sarayla bir çatışma halindeyken; doğuda islamiyet, bu çeşit bir siyasal çatışma içinde değildi. hatta islamiyetin en yüksek mertebesi olan halifelik dahi padişaha aitti.
batıda kilisenin kurumsal bir yapıya sahip olması ve tekelleşmesi de, siyasi aktör olmasında etkendir. elbette ki islamiyet de siyasal güç peşindedir. ancak güç odakları kurumsallaşamamıştır. tarikatlar ve mezhep ayrılıkları yüzünden, siyasi aktör olamayacak kadar dağınık bir yapılanmaya sahiptir. ve bu yüzden islam dini sadece, siyasi iktidara giden yolda etken güç rolünü almıştır. batıdaki gibi, siyasi iktidar karşısındaki etken güç olmamıştır.
bu yüzden bu coğrafyada din olgusu, bir siyasal aktör olarak iktidar savaşına girmemiştir. bunun yerine siyasetle homojen bir yapılanmayı seçmiş ve yeri geldiğinde halk üzerindeki etken rolünü siyasi iktidarın hizmetine sunmuştur. hizmetine sunmuştur dediğimde, "siyasi iktidarın emrinde" anlamına gelmemelidir. iktidarın nimetlerinden sonuna kadar nemalanmaktadır ancak batıdan farklı olarak arka planı seçmiştir.
işte bu yüzden islamiyet siyasal bir güç kaybı yaşamamış, aksine güçlenerek yoluna devam etmiştir. hıristiyanlıktaki gibi bir kırılma noktası mevcut olmamıştır. hıristiyanlığa göre siyasal alanda oldukça soyut bir zemindedir.
batının emperyalizminden öte aynaya bakmamıza neden olması gereken konu. aynaya baktığımızda pekte iyi şeyler göremiyoruz. ilerleme , gelişim denilen olguların neresinde şu an türkiye? pekte kayda değer bir tarafında değil galiba. özeleştiri böyle diyor mevzuya dair. elbet, konunun emperyalist tarafı vardır vurgulanması da gerekir. lakin türkiye'nin şu anki vaziyetidir aslolan. teknolojinin insanlığa olumluğu ve olumsuzluğu ayrı bir meseledir. üretilen atom bombası kullanım icabı olumsuz olmuşken avrupa'dan aldığımız sağlık ilaçları hayat kurtarmaktadır. gelişmemiş ülkelerde gelişmiş ülkelere bağlıdır sonuna kadar. işin bu boyutunda emperyalizm ve ekonomik güçlülük söz sahibidir. ve bu da işi kötü kılmaktadır. lakin mevzu hayranlık falan değildir. konu bilim, sanat ve kültürde batının türkiye'den ileri olmasıdır. bunu da sebep sonuç ilişkisi içerisinde batının aydınlanma çağını layıkıyla yaşamasında görmek mümkündür. türkiye 21. yüzyılda laikliği ve türbanı tartışmaktadır batı ise buluşlarına yenilerini eklemektedir. uzay, evrim gibi konular neredir türban neredir? şahsi fikrim yıllardır ortaya çıkmış bilimdeki büyük farkın kapanmasının pekte mümkün olmadığıdır.
yıllarca bu topraklardan gitmeyecek sancıların sebebidir. elbet, sorunsuz toplum sancısız yaşam yoktur lakin türkiye'de zaman zaman hortlayan çoğu olguda aydınlanma çağının tam olarak yaşanmamasının etkileri görülür. konu, sadece din de değildir. aziz nesin üstadın dediği üzere sağlığımız için kullanmamız gereken en basit ilaçları dahi yurtdışından almaktayız. felsefe ve bilimdeki her tip buluş batıdan çıkıyor biz ve bizim gibi gelişmemiş ülkelerde köküne kadar bu ilaçlara/ buluşlara bağlı. ee medeniyiz diyoruz nerde kaldı medenilik? sağlığımız için yurtdışındaki okullara gidelim, öğrencilerimizi gönderelim avrupaya. medenilikten bahsedelim. düşünsellik adına hiç bir sağlıklı ortam yaratılmasın sonra ülkemizdeki sanatçılar, bilim adamları niye avrupa'ya gitti diye düşünüp duralım. kendimize bakmamız icap ediyor.
(bkz:
tarih derslerinde, ortaçağ avrupa'sının ne denlikaranlık bir süreçte olduğunu; buna karşın osmanlınınsa gelişme sürecinde olduğunu okuruz (okuturlar). dini etkinin yüksek olduğu avrupa için kilisenin saçma sapan uygulamaları alaycı bir uslupla sunulur herbirimize. o dönem avrupa' da rönesans-reform süreçleriyle kapanır. bu lafta kolay kapanış tabiki bir anda ve kolayla olmamıştır. o günlere değin iyi durumda olan, osmanlı karanlık döneme geçmiştir. hala o karanlık dönemden çıkamamıştır. avrupayı taklit ederekde oradan çıkılamayacaktır.özgün olana ihtiyaç giderek büyümektedir.
batının kabuğunu kırma hikayesi avrupa'daki şu malum dogmatik düşünce sistemi skolastik düşünce nin bertaraf edilip kilise hegemonyasından/ baskısından kurtulup değişik düşüncelere açılımın da hikayesidir kuşkusuz. 15.16 yüzyıllarda avrupa resmen bir kabuk değişimine gitmiştir. özellikle bilimi öncül kabul edip sanata ve kültüre yapılan yatırımlar avrupa'nın yeniden doğuşu manasına gelmektedir. elbet bu kabuk değişimi kolay olmamıştır. birçok insan hayatına mal olan bu devrim hümanizm ve sanatla aydınlanma çağı olarak ifadelenmiştir. antik çağdaki kültürel öncüllüğün yeniden yapılanmasıdır belki de bu dönem. geçmişteki yakılan kitapların yıllar sonra tekrardan değerlendiği, okunmaya başladığı hayata değişik perspektiflerden bakabilmenin zihin açıcı düşünselliği içinde ilerlemelerin kaydedildiği at gözlüklerinin çıkarıldığı zaman dilimlerini yansıtır aydınlanma çağı. bu yıllarda genişledikçe genişleyen osmanlı devletinin pozisyonu ilgiye namzettir. çünkü osmanlı devleti'nin asıl çöküş nedeni bu aydınlanma çağına tam manasıyla fransız kalabilmesinde yatar. 1570'li yıllar osmanlı'da sınırların alabildiğine genişlediği yıllar. akıla ders kitaplarında yer verilmeyen bir takiyüddin olayı geliyor. bu değerli bilim adamı bir rasathane kurup gözlem neticesinde bilim üretiyor. lakin, başına gelmeyen kalmıyor. meleklerin bacaklarını dikizlediği için rasathanesi yakılıp yıkılıyor, kendsi de öldürülüyor. tabi buna dönemin şeyhülislamı neden oluyor. bir nevi padişahı galeyana getirmesiyle. ee işin enteresan kısmı bu dönem avrupasının durumu. tam tersi bir modernleşmeyle kilisenin gündelik yaşamdan tasfiyesi ve de böylece bilime atfedilen önem hareketi belki de o döneme kadar yaşanmamış bir ufku genişletici platform sunuyor. farklılık açık. takiyüddin'in öldürülmesi kesinlikle basit bir olgudan öte mana içeriyor. ikili bir kuşbakışı analiz çerçevesinde. sonuç, hasta adamlığa dahi gidebiliyor. genel bir konjonktur ıskalandığı için.
türkiye cumhuriyeti elbet mühim bir kurtuluş savaşı sonucunda kurulmuştur. lakin türkiye'nin kuruluş aşaması kısa bir zaman dilimini barındırır. az önce bahsettiğimiz tarz bir aydınlanma çağı türkiye yaşamamıştır. bu da çeşitli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. hala daha kapanmayan bir bilim/ kültür geriliği veya zaman gelimi ifadelenip duran kimi kesimlerin şeriat le ilgili kaygıları gibi. ki cumhuriyet dönemi isyanlarından şeyh sait isyanı bastırılmamış duyguların yansımasıdır. yıllar sonraki madımak taki katliamı da görmüştür bu ülke. ve diğerlerini de.
türkiye cumhuriyeti kadınlara hakkını en önce veren devletlerdendir. küreselleşmenin hızlılığına binaen kadınlar çalışma hayatına daha çok girmeye başlasa da bir çok yönden hala ikincil rol üstlenmektedirler. burda sosyal yapı analizleri feodalite, töre cinayetleri gibi dikkate değer olgulara girmeyeceğim. kadının yönetme yönetilme olgusunda yöneten de olması gerektiği açık. siyasal partilerden sivil toplum kuruluşlarına aktif kadın görememekteyiz. yıllar önce kopardığım bir kamil masaracı karikatürü vardı. kadınlar ve hakları masaya yatırılmış tartışılıyor. o toplantıda bir tane kadın yok. enteller, ressamlar, yazarlar * türkiye'deki kadının halini tartışıyorlar. bu geçmiş zaman çizimi dahi çok şeye kadir ülkemin halini ifadelemekte.