inanç ve zihin dünyasında hak ve batıl kavramları müşahhas olarak karşılık bulamayınca yörüngemizi ilkeler değil çıkarlar ve şartlar belirlemeye başlıyor. Gereken bedeli ödemeye razı olarak ilkesel biçimde “emperyalizm ve siyonizm”e karşı duramayınca onunla bir ve beraber olarak en azından ona sırt dayayarak bir konum elde etmeye mecbur kalıyorsunuz. Zira yol iki tane. Tabiat boşluk kabul etmiyor. Birini terk edince direkt veya dolaylı olarak diğer yolun yolcusu oluyorsunuz.
Emperyalizm ve siyonizm karşısında durmaya ne zihinsel dünyaları ne de pratik hayatları müsaade etmeyenler, batıl ile iş tutmalarına “ehl-i kitap” ya da komünizm karşısında “ehven-i şer” kılıflarını hazırladılar. Zamanla içselleştirdikleri bu batıl yorumda onları süreç içerisinde güce tapmaya ve gerek şahsi hayatlarında ve gerekse toplumsal bakışlarında “Amerikasız” iş yapmanın mümkün ve caiz olmadığı noktasına evrimleştirdi. Müşahhas karşılığı olmayan hak-batıl kavramları ve ilkesizliğin ilke haline gelmiş olması maalesef toplumun geneli açısından ulaşılabilecek en ileri hedef olarak belli dini ritüelleri icra eden bir yönetim hayalini doğurmuştur. Bu da farkında olarak ya da olmayarak islamcı kesimleri Makyavelizm’e yani ne pahasına olursa olsun iktidara ulaşma hedefine yöneltmiştir. Ne yapıp ne edip iktidara ulaşmayı hedef edinmiş şahsiyet ve yapılar ise zamanla her türden sosyal, siyasal ve hatta dinsel meseleye pragmatik yani çıkarcı bakmaya başladılar. Dünyayı okuma biçimlerini Makyavelizm ve pragmatizm belirlemekte olanlar, kendi içlerinde bunu en iyi icra edene hayranlık duymaya ve onun üzerinden oradan oraya savrulmaya mahkum hale geldiler. Mezhepçilik ve milliyetçilik islam ile taban tabana zıt olan bu iki fikri yaklaşımın esas olarak ta kökleri ta cahiliyeye uzanmaktadır. Ancak Türkiye islamcılığı henüz daha yolun başında yani islam’ı öğrenirken korkunç mezhepçi bir duruş serdederek kendisini Ehl-i Beyt kanalından gelen her türden kaynak ve bilgiye kapatmakta. Kendisini Ehl-i Beyt’ten gelen her türden bilgi ve kaynağa kapatanlar doğal olarak bu kanalın dışındakilerle beslenmek durumunda kalıyor.kanalın dışında kalanlar için toptancılık yapmasak bile şu tespiti yapmak zorundayız ki, Muaviye gibi bir makyavelist, Yezid gibi bir zalim ve Mervan gibi bir lanetlenmişler bir şekilde bu kanalın bir noktasında yer almışlar. Oysa en azından karşılaştırmalı okuma ve araştırmaya açık olunsa idi. Her iki ekolün kaynaklarına islam’ın kaynakları gözüyle bakılsa idi pek çok bilgi zehirlenmesinden beri olunacaktı. Türkiye toplumunun en büyük musibetlerin biri de hiç kuşkusuz kavmiyetçilik. Vatan ve millet sevgisi kavramlarını aşacak şekilde kendi ulus ve ülkesini her türden siyaset ve dinin merkezinde görme doğal olarak bu alanda ilerlemiş olanlara hayranlık beslemeyi beraberinde getiriyor. Türkiye toplumunun kahir ekseriyeti tarafından din ve dindarlık, öncelikle gidilecek yol, taraf ya da karşıt olmak olarak değil de belirli ritüelleri icra etmek ve belirli fiziki özellikleri taşımak olarak algılanmakta. Belirli kıyafetleri giyinme, saç sakal kombinasyonunda belirli bir stil yapma ve gündelik hayat da artık geleneksel ve örfi hale gelmiş bir kısım ritüelleri yerine getirme takva ve dindarlığın zirvesi olarak görülmekte. Kimden yana olmuş, kime yandaş ya da uşak olmuş, kiminle iş tutmuş, emperyalizm ve siyonizm karşısındaki duruşu nedir, evrensel mustazaf-müstekbir mücadelesinde kendisini nereye konumlandırmakta vs… bunlar dindarlık ve takvanın ölçüsünü belirlemekte maalesef bir kıstas olamamakta. Fethullah Gülen ve hareketi; “iktidarı ele geçirme peşinde olduklarını, iktidarı ele geçirmek için açıktan ve gizliden insan yetiştirdiklerini ve bunları sistematik olarak devlete yerleştirdiklerini, Amerika ile gerek aleni ve gerekse el altından iş tuttuklarını, her türden siyonist örgüt ile hayati bağlarının bulunduğunu, mezhepçi ve milliyetçi olduklarını, israil’e karşı olmadıklarını, emperyalizm ve siyonizm’i düşman bellemediklerini, düşman olarak Şiileri ve islam inkılabı’nı gördüklerini, Amerika ile bir ve beraber olmayı dini bir vecibe telakki ettiklerini ve hedefe giden yolda her şeyin mubah olarak gördüklerini” hiçbir zaman saklamadılar. Hiçbir zaman inkar etmediler. Bilakis her zaman gururla bu iddiaları açıktan sahiplendiler, savundular. Bunları yapmakla övünç duydular.
Sorun Fethullah Gülen ve hareketinde değil. Eğri oturup doğru konuşalım. Fethullah Gülen ve hareketi hiçbir zaman kimseyi kandırmadı. Bu noktalarda kimseye yalan söylemedi. Hedef ve hareketini her zaman açık ve net olarak ortaya koydu. Sorun “kandırıldık” diyenlerde! Zira onların da tüm dünya görüş ve algıları bu yönde idi. Kimileri Fethullah Gülen ve hareketini imrenerek kimileri kıskanarak takdir ediyor ve iktidara ulaşmak için kendilerine öncü hareket olarak belliyordular. Herkes onun yol ve yöntemlerini taklit etme peşinde idi. Herkes ona diğerinden bir adım daha yakın olabilmek için birbirini eziyordu.
Sorun “kandırıldık” diyenlerde! Zira onlar da Amerika’ya “Büyük Şeytan” diyemeyenler. Onlar da ilkesel olarak “emperyalizm ve siyonizm” ile hesaplaşma ve mücadele yolunu seçemeyenler. Onlar da Büyük Şeytan’a yaslanarak iş ve mevzi tutmanın peşinde olanlar. Onlar da iktidar ve nimetlerine kavuşmanın hayalleri ile yanıp tutuşanlar. Onlar da “Amerikasız” bir dünya düşünemeyenler.
Sorun “kandırıldık” diyenlerde! Zira onlarda islam’ı öğrenirken Kur’an-ı Kerim’i anlamlandırırken kendilerini Ehl-i Beyt’ten gelen her türden bilgi ve kaynağa kapatanlardan. Onlar da mezhepçi onlar da kavmiyetçi. Onlar da “islam inkılabı” aleyhine “Büyük Şeytan” ile her türlü hile ve desiseyi kotaranlardan. Onlar da taassup ehli. Onlar da bencil.
Evet, bu yönü ile sorun Fethullah Gülen ve hareketinde değil bugün “kandırıldık” diye ortalığa düşenlerdedir. “Kandırıldık” diyenler öncelikle kendi cehalet, taassup, mezhepçi ve kavmiyetçi oluşlarını sorgulamalılar.
Bugün Fethullah Gülen tarafından “kandırıldık” diye ortalığa düşenler; cehalet, taassup, mezhepçilik ve kavmiyetçilik hastalıklarından kurtulmazlarsa yarın onları başka bir “hoca” kandıracaktır. Bundan emin olsunlar!