çoğu açıdan güzel olsa da abartılacak hiçbir şeyi olmayan durumdur. bunu eksileyenin vicdanı da rahat değildir eksilerken eminim. diğer ülkelerin çocuklarını kötü şartlarda yetişiyormuş gibi göstermek, onları inançsız, duygusuz, bilinçsizmiş gibi gösterip türk çocuğunu yüceltmeye çalışmak ne derece doğrudur bilemeyeceğim.
araştırmalar da gösteriyor ki psikolojisi bozuk, aptal saptal çocuklar türkiye gibi yerlerde büyüyor. hiçbir avrupa ülkesinde 10 yaşında duvarlara ceset diye saçmasapan graffitiler boyayan insanlar görmezsiniz. hiçbir çocuk "büyüyeyim de kaçayım mna koyayım" hayalleri kurmaz, sıkıntıları yoktur; üniversiteyi okuyup işe girecekler, ailelerinin kendilerine bıraktığı evde yaşayacaklardır eşleri ve çocuklarıyla.
biraz sokağa çıkıp bakın. türkiye'de çocuk olmanın diğer ülkelerdekinden çok daha berbat olduğunu göreceksiniz. yemeyin şimdi allasen.
her karne alışında babadan bisiklet istemek, nitekim trafik canavarı ve istanbul sokakları gerçeği yüzünden bunun hep hayal olarak kalmasıdır. çocukça hırçınlıkla aileye sayılır sövülür. bunun akabinde televizyonda açlıktan ölen afrikalı çocuğu örnek gösterir baban. "en azından karnın tok" diyerek. böylece susarsın.
türkiye'de çocuk olmak pek çok çocuktan daha şanslı, pek çoğundansa şansız olarak ortalama bir hayat sürmek demektir. sahip olduklarının değerini anlayarak, olamadıkların için kendini parçalamayarak büyürsün.
bir yandan sengin bir çouksan cennet gibi bir vatanda yaşıyacak ve hayatın tadına sonuna kadar varacakken aynı zamanda babanın aylık maaşı 600 lira olduğunda ekmek kuyruklarında saatlerce bekleyecek, sokakta park olmadığı için canını tehlikeye atıp sokakta oynayacak ve baban eğer sana bir servet bırakmayacaksa durumun türkiye şartlarına göre iyi bile olsa daha oyun çağında testlerin ortasına atılcak, tüm yaratıcılığın "dersane" denilen yerlerde katledilecek ve kendini belki de derinden sarsıcak bir yük ve baskının ortasında kalıcaksın. işte dünyanın belki de en güzel coğrafya ve şanlı tarihine sahip ülkesinde tutsak hayatı yaşamaktır türkiye de çocuk olmak.
erkek cocuksa; "oglum, hadi amcalara pipini göster" diye, oglunun pipisiyle gurur duydugunu gösteren babalar, kiz cocuksa; "saga sola bakmadan git, kisa etek giyme, oglanlarla oynama sakin kirarim bacaklarini" gibi mahalle kadinlarinin dedikodularindan korunmak isteyen tedirgin anneler ile büyüyen cocuklardir.
ama yine de türkiye de cocuk olmak hep kocaman bir hayal kaldi benim icin. ögrencilerin üniformasina bile özenirdim.
sansli olmaktir türkiyede cocuk olmak bir yerde.
türkiye'de çocuk olmak, mahalle aralarında kedi, köpek hatta tavuk, kurban bayramlarında koyundan ineğe kadar çeşitli hayvanlarla içli dışlı olmaktır, türkiye'de çocuk olmak "akşam ezanı okununca doğru yukarı!" demesidir annenin, "elim sende!" yaparken düşmek ama eve girmemek için yarayı tükrükleyip oyuna devam etmektir, mahallenin en iri yarı çocuğunun mahallenin küçüklerine ağabeylik yapmasıdır, kur'an kursundan kaçmak için cami duvarına tırmanmaktır kimi zaman, kimi zamanda bakkalın tezgaha fırlayan bozukluklara bakıp yetmemesine karşın "mühim değil" diyerek dondurma vermesidir, kimi zaman ninja turtle, kimi zaman power rangers sanmaktır kendini, kara murat dururken (!), mahallenin en güzel kızına aşık olmak o yaşta ferdi tayfur'un "sabahçı kahvesi" şarkısını anlamaya çalışmaktır (ki ilerde çok komik bir anı olarak yerini alır) yahutta mahallenin en uzun çocuğuna aşık olmak ve ondan "ufaklık" sözünü işitip dünyaya küsmektir (boyuna bakmadan) (ki sezen aksu dinlemeye başlamaya vesiledir bu). şimdilerde türkiye'de çocuk olmak, apartman denilen beton duvarlara, site denilen asri hapishanelere sıkışmaktan, çocuk tacirlerinden, organ mafyasından, maganda kurşunlarından sakınmakla giderek kötü bir hal alsa da yeniden doğsam gene türkiye'de büyümek isterdim dememe neden olan durumdur. yazdıklarım kimbilir çok eskilerde kalmış olmalı, ben şanslı bir çocuktum şimdi daha iyi anladım.
istanbul'da 2008 yılında ortadan düşük halli bir ailenin cocugu olarak tanimlamak gerekirse; yazın odun gibi evde oturmaktır. ayrica hala çoğu doğu ili veya boktan aileli çocuklar için ise 12-13 yaşından sonra evlendirilme tehlikesi içinde yaşamaktır. bunun yanında ülkenin çocuklar için özel olarak pek de bir şey yapmaması dolayısıyla sosyalleşememek ve anormal/kapalı büyümektir. düşük gelirli ve düşüncesiz aileler düşünüldüğünde sokakta mendil satmaktır. özetle türkiye'de çocuk olmak ciddiye alınmamak manasina gelir.*
ooooo tabi türk! olmak.. "türksün işte daha ne olsun" zihniyetinden(faşistliğinden) uzaklaşamamış bünyeler bunu görmek istemezler. gel gor ki türk olmak şu durumda çocuklara bir sey sağlamamaktadır, büyüyünce diğer ülke insanlarinin onlara bakarken barindiracaklari önyargi hariç bittabi. yaziktir ki kimse neden önyargılı bu dallamalar diye de düşünmez. böyle gelmiş böyle de gider.
'' git şurdan sigara al '', ''uzun yoldan geldik şurdan ekmek alır mısın? '' diyenlerin ayakcısı olunabilir herşeye rağmen eğlencelidir; meyve çalınır, bakkaldan çikolata çalınır bunların verdiği haz bambaşkadır. başka ülkede bunların olabileceğini sanmıyorum.
5-6 sene sürebilen bir dönemdir. sonrasında okula başlama sebebiyle ödevler, sınavlar, dersane arasında oyun oynamaya vakit bulamacağı için çocukluk özelliklerini yitirmesi kaçınılmazdır. bırakınız oynasınlar.
2000 öncesi ve sonrası diye ayırmak mantıklı sanki. en azından hatırladığım kadarıyla 2000 öncesinde teknoloji bu kadar gelişmemiştir. dolayısıyla sokakta birbirimizi yakalamaya çalışır, ayağımız takılır yere düşerdik. ardından da hiç bir şey olmamış gibi kalkar oynamaya devam ederdik. şimdiki çocuklar bir acayip. yere düşmeyi bırak sendeleseler ağlamaya başlıyorlar. ayrıca futbolu, basketbolu bilgisayar oyunlarından ibaret sanıyorlar. bu daha bir üzücü. sokağın tozunu solumamış çocukluk, çocukluk mudur bilmem.