Akıl hastalıkları denen hikâye, 19. yüzyılın sonlarından itibaren modern toplumla birlikte, tanrının gazabından, şeytandan kurtulup sağlığın tekeline girince sınıfsal eşitsizlik ve ırkçılığın alanına girdi. Irkçılık o denli belirgin ki, nüfusları çoğalmasın diye, akıl hastası denenler hadım bile edildi. Avrupa ülkelerinde, Amerikada, akıl hastanelerine yatırılanlar, elektroşoka tabi tutulanlar, ilaçla uyuşturulanlar kimdi? Yoksullar, zenciler, göçmenler. Psikiyatr muayenehanelerinde koltuklarda konuşma tedavisine gidenler? Zenginler.
Türkiyede, hükümetin hukuk dışı uygulamalarına, gece yarısı baskınlarına şaşkınlığımızda, gündem değiştirme taarruzuna, kim kime oy verecek tartışmalarımızda yoğunlaşırken, günlük hayatta karşılaşılan sorunları sıradanlaştırdık, konuşmaz olduk. Meksikalılar, devletten çektikleri açısından, Türkiyeden o kadar farklı değil. Lakin dünyaya örnek olabilecek bir şekilde seferber olmuşlar.
Ancak 1960lardan beri başta italya ve ABDde olduğu gibi, yapılması gereken çağdaş temerküz kamplarını andıran akıl hastanelerinin kapatılması, yardıma ihtiyaç duyulan kişilerin toplum içinde farklı örgütlenme ve hizmet modelleriyle kalmalarının sağlanması. Çağdaş model bu. Uluslararası antlaşmalar da bunu öngörüyor. Dünya Sağlık Teşkilatında en son mayıs ayında 194 ülkenin katılımıyla bu yönelişi kararlaştırdı.
Türkiyede?
Temerküz kamplarına devam! Lafı bile edilmiyor.
bu arada meksika'daki tüm deliler birleşip "Colectivo Chuhcan" adlı derneği kurmuşlar. ne güzel, pek güzel.