Sosyal bilimler ve uluslararası ilişkiler disiplinin en önemli basamaklarından biri kavramlardır. Kavramlar duygu ve düşünce dünyamızın kalıba dökülmüş halidir adeta. Kavramlar nesiller ve araştırma(cı)lar arası köprü ve süreklilik işlevi görmektedir. Kavramlar aynı zamanda bizim dünyayı ve kendimizi algılayış biçimimizin ve bilinçaltımızın tezahürüdür. Bu bağlamda öncelikle yazımın başlığındaki kavramları açıklayarak yazıya başlamanın elzem olduğunu düşünüyorum.
Türkistan Bölgesinin Tanımı ve Yeri
Türkistan bölgesini tasvir etmek için günümüzde en çok kullanılan kavram Orta Asya tabiridir. Orta Asya kavramı coğrafi olarak Çin ve Afganistanın belli bir kısmını ve Türk cumhuriyetlerini kapsamakla beraber, siyasi manada 1991 sonrası bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan cumhuriyetlerinin bulunduğu bölgeyi kapsamaktadır. Hatta bazı düşünürler tarafından özellikle Sovyet Birliği döneminde Kazakistan, Batıya ve Rusyaya yakınlığı nedeniyle Merkezi Asyanın dışında kabul edilmiştir. Çarlık Rusyasının Türkistanı istila etmesinden ve Sovyetler Birliğinin bölgedeki emperyal politikalarıyla Türkistan coğrafyası zihinsel ve fiziksel ayrışmaya itilmiştir. Ruslar Türkistan olan bölgenin adını hemen değiştirmek mümkün olmadığı için önce 1918de Rus imparatorluğuna bağlı Özerk Türkistan Sosyalist Federatif Cumhuriyeti yapısının kurulmasını sağlamıştır. 1924den sonra ise bu özerk bölge Türkmenistan ve Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerine ve onlara bağlı Tacikistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Kara-Kırgız ÖB ve Karakalpistan ÖB olarak ayrılmış ve birleştirici olması nedeniyle Ruslar, Türk ve Türkistan kavramını bölge halklarına unutturmaya çalışmıştır.
Rusların asimile edici politikaları neticesinde aynı kökenden gelmelerine rağmen Türkler; Kazak, Kırgız, Özbek diye ayrılmıştır. Bu ayrışmayı derinleştirmek maksadıyla Türk topluluklarına farklı kültür ve kimlikler inşa edilmiştir. Bu farklılıklar Türkistan coğrafyasındaki Türk Devletlerine yapay haritalar çizilerek daha da belirginleştirilmiştir. Rus düşünce yapısının ürünü olan Orta Asya kavramı ise Türkistan kelimesinin yerini almaya başlamıştır. Bundan dolayı Türk halklarının bulunduğu bu bölgeyi homo-sovietucus (Sovyet insanı) bir düşüncenin ürünü olan Orta Asya ile tanımlamak yerine Türkçe bir bakışla Türkistan olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Anglo-Sakson ve Amerikan mantalitesinin bir sonucu olan ve Osmanlı döneminde Yakındoğu olarak da adlandırılan bölge için Ortadoğu tanımını kullanarak da aynı hatayı yapmaktayız. Eğer dünyaya Türkçe bakmak istiyorsak Türkistan ve Yakındoğu gibi kendi bakış açımızı yansıtan tanımlamalara başvurmalıyız.
Entegrasyonun Anlamı
Entegrasyon kavramı ilk kez Alman ve isveçli düşünürler tarafından 1930lu yıllarda kullanılmaya başlanmıştır.[1] Entegrasyonun, sosyal entegrasyon, etnik gruplar arası ve devletler arası entegrasyon olmak üzere farklı boyutları bulunmaktadır. Lindberg siyasal entegrasyonu şu şekilde açıklamaktadır.Ulusların dış politika ve kilit konularda iç politikalarını birbirinden bağımsız bir şekilde oluşturmaya dair arzu ve yetkilerinden vazgeçtiği, bunun yerine ortak kararlar alma sürecinin yeni merkezi organlara devretme yollarını aradığı ve siyasal etkinliklerini yeni bir merkeze aktarmaya başladıkları süreçtir.[2] Entegrasyon süreçleri bölgeden bölgeye ve ülkeden ülkeye çok büyük değişimler göstermektedir.
Entegrasyonun Türkistan Coğrafyası için Anlamı
1991de Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla bölgede büyük bir güç boşluğu oluştu. Bu boşluğun da sonucunda Türkistandaki Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanmalarıyla birlikte yeni bir yol arayışına girdi. Bu yol arayışlarından ve teşebbüslerden birisi de bu ülkelerin birbirileriyle olan işbirliğini geliştirmek olmuştur. Türk cumhuriyetleri ilk olarak 1990 yılında Almatıda bir zirvede Sovyetler Birliğinin kötüleşen ekonomik koşullarından korunmak için toplandı. Bu zirveler 1991, 1993 ve 1994 yıllarında da devam etti. 1991de Aşkabattaki zirvede Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev Avrupa Birliğini örnek göstererek Türkistan Birliğini teklif etmiştir.[3] Avrupa Birliği modelini benimseyen liderler, ülkelerarası mal dolaşımının serbest bırakılması, ithalata konulan vergilen standardizasyonu, gümrük ve vergi tariflerinin kaldırılması ve ortak para birimine geçilmesini kararlaştırmışlardır.[4]
1990lardaki zirvelerde alına kararlar ne yazık ki ülkelerin ve bölgenin dinamikleri nedeniyle hayata geçirilememiştir. Türk cumhuriyetleri entegrasyon süreci yerine Batı ya da Rusya ile ilişki kurmaya ve kendi aralarında ikili işbirliğine girmeyi tercih etmiştir. Kazakistanın Rusya ile Özbekistanın ABD ile ilişkilerini geliştirme çabası, Türkistandaki entegrasyon sürecini daha da imkansız hale getirmiştir. Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistandaki Rus varlığı da bu ülkelerin Rusyaya yakın olma ihtiyacını arttırrmış; Türkmenistan ise tarafsızlık siyaseti izlemiştir. Afganistan menşei islami radikalizm, Batı eliyle gerçekleştirilmeye çalışılan renkli devrim teşebbüsleri Türk cumhuriyetlerinin Batıdan uzaklaşıp Rusya ile ilişkilerini daha da fazla arttırmalarına neden olmuştur. Bütün bu yaşanan gelişmeler Orta Asya Birliği düşüncesini tekrar gündeme taşısa bile, Orta Asyadaki entegrasyon teşebbüsü Rusyanın direktifi doğrultusunda ancak ilerleyebilmektedir. Rusyanın öncelikli gayesi ise Orta Asya entegrasyonu yerine bu ülkelerin kendisine olabildiğince bağlı olmalarını sağlamaktır. Bağımsız Devletler Topluluğu, Şangay işbirliği Örgütü, Gümrük Birliği gibi bölgesel kurumlarla Rusya Türk devletlerinin üzerindeki hegemonyasını arttırmaktadır.
Türkistandaki ülkeler kendi içlerinde rüşvet, yolsuzluk, demokrasi eksikliği, sanayileşememe gibi birçok sıkıntıyı barındırmaktadır. Ayrıca Fergana Vadisi, su ve sınır problemleri hala tam manasıyla çözülebilmiş değildir. Bütün bunlar entegrasyon sürecinin başlamadan bitmesine sebebiyet vermektedir. Türk cumhuriyetlerinin ikili ilişkilerinde de birtakım problemler bulunmaktadır. Örneğin, Türkmenistan ve Özbekistan liderleri dört yıldır buluşmamıştır. Ülkeler arası ekonomik ve doğal kaynak eşitsizliği, Özbekistan gibi bazı ülkelerin hırslı tutumları entegrasyonun önündeki engellerden biridir. Özbekistanın hala mikro boyutta Sovyet sistemine sahip olması, yüksek enflasyon ve işsizlik gibi sorunlar yahut Türk cumhuriyetlerinin birbirlerinden daha fazla diğer ülkelerle ticaret yapması Türkistan Birliğini imkansız kılmaktadır. Su ve enerji alanında Tacikistan ile Özbekistan arasında, bölgenin liderliği konusunda ise Kazakistan ve Özbekistan arasında rekabetin olması entegrasyon hayalini suya düşürmektedir.
Türkistandaki Bütünleşme Potansiyeli
Araştırmacıların görüşleri ve bölgedeki koşullar dikkate alındığında Türkistanda bütünleşme şu an için mümkün gözükmemektedir. Fakat bu Türkistan Birliğinin hiçbir zaman olmayacağı anlamına gelmemektedir. Türkistan halklarının aynı dil, kültür ve tarih unsurlarına sahip olması muhtemel bütünleşme için en önemli avantajlardan biridir. Bu ülkelerin bütünleşme teşebbüsü konusunda bir deneyime sahip olmaları da önemli bir kaynaktır. Rusya ve Çin gibi ülkelerin bölgedeki ağırlığı ise bu ülkelerin işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Ayrıca Soğuk Savaş sonrası oluşan güç boşluğu Rusyanın bölgedeki emperyal politikalarına rağmen hala tam anlamıyla dolmamıştır. Rusyanın Putin sonrası yaşayacağı belirsizlik ve uzun vadeli Orta Asya stratejisindeki eksiklikler bu ülkelerin manevra alanına sahip olmalarını sağlayabilir. Türkistanda Batıya daha fazla açık yeni bir neslin oluşması ise zihinsel manada bu neslin Rusyadan kopmasını sağlayabilir.
Sonuç:
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev 2005de yaptığı halka seslenişte Orta Asya Birliği fikrini ortaya koymuş ve bu fikir Kazakistanda ve diğer Türk cumhuriyetlerinde çok tartışılmıştır. Ayrıca Nazarbayev 2030 stratejisine dair mesajında Türkistanda bütünleşmenin önemine dikkat çekmiştir. Türkistandaki en güçlü ülke olan Kazakistanın gündeminde Türkistan Birliğinin yer edinmesi umut vericidir. 1991 sonrası Türk cumhuriyetleri bütünleşme fırsatını kaçırmış olsalar da, Türkistan Birliği bu ülkeler için halen geçerli bir alternatiftir. Rusyanın Gürcistan ve Kırımda uyguladığı yayılmacı politika ve Çinin bölgedeki artan etkisi Türkistan ülkelerinin endişesini arttırmaktadır. Bu endişe de ister istemez bölge ülkelerinin birbirlerine yönelmelerini sağlayacaktır. Ayrıca farklı etnik grup, dil ve mezhep unsurlarını barındıran Avrupa, tarihin en büyük entegrasyon projesi olan Avrupa Birliğini gerçekleştirmişken; aynı dil, kültür ve tarih unsurlarına sahip Türkistandaki Türk devletleri bütünleşme için daha fazla potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin açığa çıkması ise Türk devletlerinin olduğu kadar bölge ülkelerinin izleyeceği politikaya ve Avrasyanın kaderine bağlı olacaktır.
Kafkassam Araştırmacısı Ümit nazmi hazır'ın yazısından bir alıntıdır.
yazının vurucu noktası bu bütünleşmenin olmasının imkansız bir durum teşkil etmediği yalnız bu şartlarda oluşmasının zor olduğu ayrıca türk devletlerinin ve bölge ülkelerinin politikalarıyla ilgilidir. ne yazık ki başımızdaki insanların 'türkçülüğe karşı duydukları derin nefret olduğu sürece bizim bu süreçteki varlığımızın devam etmesi oldukça zor. ne yazık ki!!