ıslak bir zemin bu. ayağınıza kaydıracak muz kabuklarıyla ve buz parçalarıyla doldurulmuş bir kaygan zeminde elimize verilen "kürt" ve "türk" sopalarıyla dövüşmemiz isteniyor. sağdan soldan atılan "ermeni" taşlarının kafamızı yararken hala birbirimizin gözüne beyzbol sopalarımızı sokmakla meşgulüz. ben senin ağzına vuruyorum, sen benim kafamı yarıyorsun. elimize geçen nedir? kan, acı, nefret ve zulüm...
vicdan mı?
onu zaten yıllar önce öldürdük.
neyi alıp veremediğinizi anlamıyorum ben artık. nedir birbirinizin karnına yaptığınız bu sert hamleler, bu belaltı dövüş arenasında birbirinize verdiğiniz zararın açıklaması? nefes almaya vaktiniz bile yok içinizdeki öldürme hırsının zirve yapmasından!
doğduğunuzda tamamen sizden bağımsız bir şekilde belirlenen bir kavram üzerine yaptığınız savaş neden? kürt olmayı seçtin mi sen? hayır! peki sen türk olmayı seçtin mi? yok biz kurttan türedik! hı hı evet, legolas'ın yanına geç onlarda seri üretimmiş, çiçeklerden çıkıyolarmış.
derinlemesine analiz yapmaya, bölgenin sorunlarına inmeye, yok askerin yedirdiği dışkılara, yok pkk'nın vurduğu bebeklere değinmeye gerek yok. burada masum tarafın olmadığı apaçık ortada. zulüm görenler zalim efendilerine ayaklanırken farklı bir yol mu izliyorlar acaba? tabii ki hayır, zulmedilen eninde sonunda kendisi zulmeden rolünü oynamaya başlıyor. senaryo hiç şaşmıyor maalesef.
yapmanız gereken ise çok basit. seçme özgürlüğünüzün bile olmadığı kavramlar adına hayatlarınızı, vakitlerinizi ve ve düşüncelerinizi israf etmeyi bir kenara bırakıp, yıldızlara, gökyüzüne, çevrenize bakmaya kısa da olsa zaman ayırmanız. bunu yaptığınızda varlıkların en büyüğüne ve eşsizine doğru bir adım atmış olacaksınız. sizin attığınız o adıma karşı o varlık on adımla karşılık verecek.
vicdanınız dirilecek, nefes alacaksınız, kalbiniz siyahtan beyaza doğru hayaller kuracak!
rahman'a doğru atılması gereken bir adımın müjdesidir. bembeyaz bir slogan, yıkılmış hayallerin yeşerdiği bir dua, yepyeni bir düzene kavuşmanın huzur dolu çığlığıdır.
dirilişin habercisi olan bir meleğin yeryüzüne indiğinde getirdiği ilahi bir mucizedir kısaca. allahu ekber demektir, la ilahe illallah la devam etmek, muhammedün resulullah la nihayete erdirmektir.
yunus'un duasıdır kimi zaman;
la ilahe illa ente subhaneke inni küntüm minezzalimin!
***
enbiya suresi...
87. Zünnûn'u (balık sahibi/Yunus'u) da (hatırla!) Hani (o kavmine) kızarak gitmişti de kendisini sıkıştırmayacağımızı (kurtulacağını) zannetmişti. Nihayet (balığın karnında) karanlıklar içinde (kalınca): "Senden başka hiçbir ilâh yoktur, seni (noksanlıklardan) tenzih ederim, doğrusu ben (bu hareketimle) kendine zulmedenlerden oldum." diye yalvarmıştı. [bk. 37/139-149]
88. Biz de onun duasını kabul ettik ve onu sıkıntıdan kurtardık. işte biz iman edenleri böyle kurtarırız.
***
sözü kısa tutarak islam'ı gönülden gönüle aktarmak, bir kutlu mesajı yeryüzünün her satırında tesbih etmektir. kuşlarla, ağaçlarla, toprakla, yağmurla, rüzgarla birlikte allah'ı zikretmektir.
defalardır izlemekten bıkmadığımız filmler gibi şu bu kavgalarından da bıkmayacağız. aynı senaryo olacak hep; oyuncular ölüp yerlerine yenileri geçsede. kalk sam bizim filmi bu sefer kürtlerle türkler oynamış hadi izlemeye gidelim.
+ kaç yaşındasın?
- yirmi bir.
+ yaşam alnında sararıyor mu peki?
- efendim??
+ kaybolmuş bir satırı aradığında durulmuş dünyalara yelken açabilir misin diyorum genç adam?
- amca iyi misiniz, bir şeyiniz yok inşallah?
+ dünyanın kavmini çizmiş bir satır aram var, doğruları yüzlere her ne kadar haykırmak istesem de kaybolup gidiyor işte, kürt, türk, ermeni, ya da yarın belki arap? kim bilebilir ki bir planın dahil olmayan öğelerini?
- ee, şeyy. iyi günler amca ben kalkıyım artık.
neresinden tutsanız dökülüyor anlamıyor musunuz? ırkçılık ya da kavmiyetçilik dediğiniz düzen. nerede türk, kürt, çerkez, yahudi, ermeni lafı duysam artık kafamı başka bir tarafa çeviriyorum. bu kadar samimiyetsiz kalan bu saçma kavramlara yine o kadar samimiyetsiz bir karşılık veriyorum kendimce. sahi ne olacak ben kafamı çevirince, yine birileri kullanacak bu kavramları, kaçmış mı oluyorum güya ben?
zulüm yapanlarla zulmedilenler kardeşmiş. hakların kardeşliği? bir de yaşasın öyle mi? peki hangi halklar, çocukları vurulan annelerin halkı mı, askerler tarafından işkence edilenler mi? samimiyetsizlik içinde samimiyetsizlik devrediyorsunuz yani. depresif zihinleriniz deforme çıkarımla yapıyor. şaşırmıyorum, şaşırmayalı ne kadar zaman oldu sahi, hem şaşırmalı mıyım ki?
dursun dünya bir an. bir huzur dolsun istiyorum, bir çiçeğin açışını ne zamandır izlemedim, onu izlemek istiyorum sahi. çiçeğimin aşkıyla bir geceyi sabahla buluşturmak istiyorum...
bana ne ki sizin doğumunuzda karar veremediğiniz saçma kimliklerinizden? insan olmak istiyorum ben, sadece insan!
+ 41 terörist etkisiz hale getirilirken 20 vatan evladı şehit oldu...
yıldızlar söndü, farklı gözlerden aynı gözyaşları toprağa düştü.
nutkum tutuldu. durulan rüzgara el kol işareti yapan bir çocuğu izliyorum. kayboldu az önce ama annesi kısa bir arayışın sonunda çocuğu buldu. şimdi parkta oynuyor, kaydıraklardan filan kayıyor, salıncağa biniyor, falan filan.
işte benim anlamadığım ne biliyor musunuz? bu çocuğun ermeni çocuğu olduğunda hayatı boyunca göreceği tepkilerle türk çocuğu olduğunda ya da kürt çocuğu olduğunda göreceği tepkilerin farklı olması. sahi sonuç itibariyle bir çocuk olan bu insana neden birbirinden çok daha farklı tepkiler ve imkanlar sunulur? sanırım soru sordukça cevap bulmam da o kadar imkansız hale geliyor...
aslında cevap tek, ben soruları ne kadar farklı şekillerde sorsam da.
zulüm...
işte bu yüzden yunus'un duası çok önemlidir. çünkü o "kimseye zulmetmedim, ben aslında kendine zulmedenlerden oldum." der. o anlamıştır, zulmün eninde sonunda yapan kişiye yapıldığını çok iyi anlamıştır, rabbine böyle dua edip, o duayla kurtuluşa ermiştir.
bir ağacın farklı dallarında yer alan yapraklar rüzgarda çok farklı savrulurlar. bazıları kopar ve yere düşer, bazıları sağlam ve dimdik durur ya da ağaç tarafından bırakılmaz.
peki sonra ne olur?
bir sonbahar gelir ve ağaçta yaprak kalmaz.
bu ölüm'e çok güzel bir örnektir. yapılan propagandalara kananlar bir ömür boyunca kavga dövüş içinde saçma kavramların mücadelesini verirken hayatın akışıyla birlikte her yaprak kendi ömrü nisbetinde sararır. her yaprak günahlarıyla sevaplarıyla ağaçta asılı kalır.
sonra sonbahar gelir...
tüm yapraklar dökülür.
artık ilkbaharın gelmesiyle herşey yeniden başlayacaktır.
vazgeçin evrenin nizamına zarar vermekten, bundan nefret ediyorum artık! ne yaptığınızı ya da kime hizmet ettiğinizi sanıyorsunuz? hangi şeytanın aklına uyup da saçma kavmiyet propagandanızın kulpu olmayı bir görev bildiniz?
yeter! bir dur deyin artık bu vasıfsız yaşamınızdan çıkan saçma haykırışlara!
ya dua etmeyi öğrenin ya da malcolm'ın tavsiyelerinden birine yelken açın artık.
bir taş at! bir ateş yak! bir slogan söyle!
yeter ki varlığın anlamına dair bembeyaz bir haykırış yükselt!
insan olmanın manasına karış ve meleklerle yüksel!
körelmişsiniz.. yapayalnız kalmışsınız da haberiniz mi var sanki?
tepkisizsiniz, öğrenilmiş rollerini oynayan çaresiz zavallılarsınız. allah'ın size getirdiği mesajı görmezden gelen riyakarlarsınız. yeter artık sizlere karşı söylenecek söz de yok, kelam da!
yalnız bilin ki allah nazarında hoş olmayan bu savaşın neferleri olmak kimseye asla birşey kazandırmayacak!
***
aynı sinemada aynı filmi izleyen insanların sinema çıkışında birbirlerinin boğazına sarılmasını anlayamayan bir insanın hıçkırıklarıdır sadece. değer verilmeli midir? asla verilmeyecektir.
sahi bugüne kadar gözyaşlarına kim sahip çıktı ki?
"doldurun tüfeklerinizi, tabancalarınızı, hazırlayın el bombalarınızı, çalıştırın helikopterlerinizi!"
bu sloganı atanların vicdanı kararmıştır!
***
umut taşıyanların yüreğinden çıkmıştır. ay kadar parlak, akarsu kadar berraktır.
sahilde çakıltaşı toplayan çocukların dudaklarına değen tuzlu sudur bazen. ellerini ovalayan tonton gözlüklü bir ninedir. ya da camiide secdeye eğilmiş uzun bembeyaz sakallı bir hacı dededir.
masumiyettir işte. masumiyet!
***
sözün bittiği noktada aklınızı devreden çıkarıp gönlünüzü hakim kılmaktır. sahi her biriniz çekinmeden söyleyin artık!
insanca yaşamayı, insan olmayı, en azından insana benzemeyi istemiyor muyuz her birimiz?
haydi ilk adımlarımızı atalım ve bu saçma savaşa bir son verelim. o evrensel çağrıya teslim olup dünyayı huzurun egemenliğinde buluşturalım.
bir ateş yakalım!
bizleri kurtuluşa çağıran o ilahi mesajı yeryüzünün her tarafına duyuralım!
doğuda bir çocuk sabah namazına kalktı. aslında kendi de kalkmadı, annesi kaldırdı çünkü. gitti buz gibi suyla abdestini aldı, annesinin uzattığı havluyla elini, yüzünü iyice kuruladı.
la ilahe illa ente sübhaneke inni küntüm minezzalimin!
rükuya gitti. üç kere "sübhane rabbiyel azim" dedi.
secdeye gitti. üç kere "sübhane rabbiyel ala" dedi.
tahiyyata oturdu. selam verdi. dua etti.
***
batı'da bir çocuk kırk dakika sonra annesi tarafından sabah namazına kaldırıldı, aynı abdesti alıp aynı yerde üretilen havluyla kurulandı. aynı ibadeti aynı ayetleri okuyarak yaptı.
***
bir dağda kendilerine "anlamlı" olarak öğretilmiş bir savaşın mücadelesini veren insanlar bir bir toprağa düştü. iki tarafta da kanlar toprakla buluştu. sanıldığının aksine ikisinden de "kan" aktı.
bir radyodan kronik bir ilan yapıldı;
+ sabah saatlerinde girilen çatışmada.......
***
iki çocuk da ellerini aynı dua için ellerini kaldırdı;
"allah'ım sen yeryüzünden zulmü kaldır! allah'ım sen bize huzurunu ve barışını ver!"
zulüm kokan bedenlerin mahşerde hesap vermesidir. allah'ın karşısına çıktığında söyleyeceği sözleri dünyada düşünmemektir. o ilahi huzurda ırkından dolayı kendilerine bir iltimas geçileceğini sananlara ne yazık! ne kadar boş uğraşların ve hayallerin peşindeler. sanrıları buz kestiriyor zihinleri!
haykırmak istiyorum.
yakmak istiyorum bu cahiliye asrını, ilahi bir diriliş istiyorum!
kaybolmuşluk. derin bir kaybolmuşluk hem de, adı konulamayan cinsten.
bir yaz sabahı. şanlı bir fetihin son dakikaları. bir istanbul masalı tadında yaşanmış bir anın rüzgarla kavurduğu ovaya bıraktığı gözyaşları. yukarıdan geçen bir helihopterin sesi... yeminler edilmiş, her şey vatan için...
bir dağın üzerindeki mağaranın içi.. lav silahları hazırlanmış, kim bilir hangi karanlık örgüt sağlamış.. hangi şeytanın emriyle harekete geçmiş, kimlerin iktidar arzularının üzerine kurulmuş..
bir senaryo.. adı belirlenmiş, roller belirlenmiş, kazananlar belli kaybedenler belli..
insan insanı öldürecek.. zulüm zulümü doğuracak.. yine bazı insanlar bu savaşın akan kanları üzerinden zengin olacak..
anlamsız ve işe yaramaz bir ağız dolusu kelimenin birbirine çorba olduğu dakikalar. susamış çocuk, üstelik karnı da aç. yine de ona uzanmayan eller yarını anlatmaya da o kadar uzaklar. ne zamanı tanımlayabilirler gözümde ne de tasvir edilmeye değerler. savaşın sesi olmak elbet bir mümin'e yakışmaz, bilirim. peki savaşın sesini hakim kılanlara susmak neden?
dilinizi mi yuttunuz ey tek allah'a inananlar!
yoksa cenneti mi garantilediniz ki bu umursamazlık yüzlerinizde hakim? yalan mı söylediniz, söylemekten mi korktunuz doğruları? hangi çocuğun telaşesine ortak oldunuz bugün? hiç? daha farklısını bekleyen de yoktu zaten.
ırk sosuna batırın kalemlerinizi, türkleri öldürün, kürtleri ezin, vaktiniz kalırsa vurun ermenileri! ne "insan" kavramına takılın ne de takın söylediklerimi! tarihe meze olun, yazdıklarınızı insan olmayanlara satarak kazanın geleceğinizi. tabi buna kazanmak diyebilirseniz?
bir kabrin başına gidin bir sabah. eyüp kabristanından bir kabrin başına... o sessizliği, ahengi, o insanın içini kaplayan garip huzuru anlamaya çalışın. kulağınıza vuran rüzgarı farketmeye çalışın. ne bileyim, hiç mi gitmediniz bir kabir ziyaretine?