türk ordusunun yok edilişinin kanıtı

    1.
  1. izlerken insanın göz yaşlarını zor tuttuğu videodur.



    mehmet ali çelebi'yi, ilk savunmasından tahliyesine kadar geçen süre zarfında dikkatle takip ettim. ilk başlarda aşırı dozajda ajite olmuş alelade, ortalama bir genç subay profili çizdi gözümde. pusup kalmaktan adeta cenin pozisyonuna geçmiş olan medya ve basında mahkemedeki savunmaları yer buldukça daha yakından inceleme fırsatım oldu kendisini. kendisi hakkındaki nihai kanaatim, tek başına ortaya koyduğu devasa irade ile davanın bir tarafının bütün algısını ve beklentisini dumura uğrattığı yönündedir.

    olan biteni az çok takip edenler yalçın küçük'ün, geçen haftaki duruşma esnasında tuncay özkan'a dönerek söylediği sözleri hatırlayacaklardır. hatta ilgili kısmı burada paylaşmamın bir sakıncası olmaz sanırım:

    engizisyon mahkemesinden bahseden küçük, "bir kadını yukarıda kasnağa bağlıyorlarmış. bir süre sonra kadın acı içinde ’tamam ne derseniz ben yaptım" diye bağırırmış ve sonunda suçlamaları kabul etmek zorunda kalırmış" diye konuştu. konuşmasının ardından sanıklardan tuncay özkan’a dönerek konuşan yalçın küçük, "tuncay, ne zaman bu kadın aklıma gelse seni hatırlıyorum. sen de onun gibi bağırıyorsun ya, ’suçum nedir? bana suçumu söyleyin’ diye bağırışın aklıma geliyor." dedi.

    sadece tuncay özkan değil bu kasnaktaki kadın. eski hava kuvvetleri komutanının da benzer bir isyanı gazete sütunlarında yer almıştı yine kısa zaman önce; "kellemizi istiyorlar, artık dayanamıyorum!"

    mehmet ali çelebi suçum ne, suçumu söyleyin bana diye bağırıp çağırmadı.

    mehmet ali çelebi mahkemeden bir kez olsun tahliyesini dahi talep etmedi.

    kendisine türlü türlü suç isnat edenler böyle dirayetli bir insan beklemiyorlardı karşılarında. aslına bakarsanız, teğmen mehmet ali çelebi'nin güçlü motivasyonu ile ilgili olarak kafamda oturtamadığım muğlak bir alan var. yaptığı savunmalarda özellikle bir nokta dikkatimi çekiyor; kendini günümüzde değil, sanki istiklal harbi yıllarında konumlandırıyor gibi geliyor bana. sürekli malta sürgünlerine, çiğiltepe'ye benzeri dönemsel kavramlara atıflar yapması bu şekilde düşünmemde en büyük etkenler. tam anlamıyla emin olamadığım şu; acaba kendisi tutuklanmadan önceki hayatında da mı benzer bir psikolojideydi, yoksa aksine, tutuklandıktan sonra kendine sığınacak ve yaşadığı tüm zorluklar karşısında dirayetli durmasına imkan tanıyacak bir liman olarak mı benimsedi bu halet-i ruhiyeyi. işin bu kısmı muallak.

    ancak karşımızda bütün sarihliğiyle bir gerçek duruyor; hepimizin tanıdığı o malum muktedirler, mehmet ali çelebi'yi, daha 25'indeki bir teğmeni engizisyon kasnağındaki kadın gibi bağırtmayı başaramadı.

    bu genç subay değerlerinden taviz vermedikçe, onlar korkularının ve riyakarlıklarının bulanık, kirli sularına gömüldü.

    bu genç subay konuşup devleştiği ölçüde onlar küçülüp yok oluyorlardı.

    planları bu değildi, planları, diğer herkese yaptıkları gibi bu adamın kafasını ve kollarını kasnağa geçirip herkesin önünde bağırtmaktı, ama o bağırmadı.

    nedeni basit, böyle adamlar hallac-ı mansur fıtratına sahip mahlukatı beşerlerdendir. inancından, hak bildiğinden hiçbir güç taviz verdiremez, gerekirse canlı canlı derisinin yüzülmesine razı gelir, ancak yine de kendini zulmedenlerin kucağına bırakmaz. bunun farkına geç de olsa vardılar.

    baktılar bu iş böyle olmayacak, kah kendini ifade etmekten aciz olmaktan, kah suçluluk psikolojisinden kasnağa geçirilen herkes bangır bangır bağrışmakta, ancak arada öyle bir insan var ki tek başına bütün tezgahı hercümerc etti edecek. bu sefer de başladılar bu baş belasından bir an önce kurtulmanın çarelerini aramaya. sonrası tam bir ağla sevgili yurdum ağla hikayesi zaten, herkes biliyor, tekrar üzerinden geçmeye gerek yok.

    mehmet ali çelebi karşısında dizledrinin bağı çözülen cücelerin ibretlik halini ilgiyle izlemeyi sürdüreceğim.

    (ve son söz; bir ülkede cücelerin gölgesi uzamaya başladıysa, o ülkede artık güneş batıyor demektir)

    Alıntıdır.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük