Mustafa kemal Atatürk' ün nutuk (söylev) kitabından alıntıdır. nutuk ta tam olarak şu başlık altında açıklanmıştır, "türk milletinin takip etmesi lazım gelen siyasi prensip: millî siyaset"
"Efendiler, Meclis'in açıldığı ilk günlerde, Meclise, içinde bulunduğumuz durum ve şartları açıklayarak, takip ve tatbikini uygun gördüğüm görüşlerimi arz ettim. Bu görüşlerin başlıcası, Türkiye'nin, Türk milletinin takip etmesi lazım gelen siyasi prensibe dairdi.
Bilirsiniz ki, Osmanlılar devrinde, çeşitli siyasi prensipler takip olunmuş ve olunuyordu. Ben, bu siyasi prensiplerin hiçbirinin, yeni Türkiye siyasi yapısının prensibi olamayacağına inanmıştım. Bunu Meclise anlatmaya çalıştım. Bu nokta üzerinde, daha sonra da çalışmaya devam olunmuştur. Bu hususa dair, öteden beri söylediklerimin esas noktalarını, burada hep beraber hatırlamayı faydalı bulurum.
Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele, savaş demektir. Hayatta başarı mutlaka mücadelede başarıyla mümkündür. Bu da manevi ve maddi kuvvete, kudrete dayanır bir husustur. Bir de, insanların uğraştığı bütün meseleler, karşılaştığı bütün tehlikeler, kazandığı başarılar, kolektif umumi bir mücadelenin dalgaları içinden doğagelmiştir. Doğu milletlerinin Batı milletlerine taarruz ve hücumu tarihin belli başlı bir safhasıdır. Doğu milletleri arasında, Türk unsurunun başta geldiği ve en kuvvetli olduğu bilinmektedir. Gerçekten Türkler, islamiyetten önce ve sonra Avrupa içerisine girmişler, saldırılar, istilalar yapmışlardır.
Batı'ya taarruz eden ve istilalarını ispanya'da Fransa sınırlarına kadar genişleten Araplar da vardır. Fakat Efendiler, her taarruza karşı, daima, karşı bir taarruz düşünmek lazımdır. Karşı saldırı ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir bir tedbir bulmadan saldırıya geçenlerin sonu, yenilmek, bozguna uğramak ve yok olmaktır.
Batı'nın Araplara yaptığı karşı saldırı, Endülüs'te acı ve ibret alınmaya değer bir tarihi felaketle başladı. Fakat orada bitmedi. Kovalama Kuzey Afrika'ya kadar sürüp gitti.
Atilla 'nın Fransa ve Batı-Roma topraklarına kadar yayılmış olan imparatorluğunu hatırladıktan sonra, gözlerimizi, Selçuklu Devleti'nin yıkıntıları üzerinde kurulmuş olan Osmanlı Devleti'nin, istanbul'da Doğu Roma imparatorluğu'nun taç ve tahtına sahip olduğu devirlere çevirelim. Osmanlı hükümdarları arasında Almanya'yı, Batı Roma'yı zapt ve istila ederek muazzam bir imparatorluk kurmak teşebbüsünde bulunmuş olanlar vardı. Yine, bu hükümdarlardan biri, bütün islam dünyasını bir merkeze bağlayarak sevk ve idare etmeyi düşündü. Bu amaçla Suriye'yi ve Mısır'ı zaptetti. "Halife" ünvanını takındı. Diğer bir sultan da hem Avrupa'yı zaptetmek, hem islam dünyasını hükmü ve idaresi altına almak gayesini güttü. Batı'nın devamlı karşı taarruzu, islam âleminin hoşnutsuzluğu ve isyanı ve böyle cihangirce tasavvurların ve gayelerin aynı sınırlar içine aldığı çeşitli unsurların uyuşmazlıkları, neticede, benzerleri gibi, Osmanlı imparatorluğu'nu da tarihin sinesine gömdü.
Efendiler, dış siyasetin en çok ilgili olduğu ve dayandığı husus, devletin iç teşkilatıdır. Dış siyasetin iç teşkilatla uygun olması lazımdır. Batı'da ve Doğu'da, başka başka karaktere, kültüre ve gayeye sahip birbirinden farklı unsurları içinde toplayan bir devletin iç teşkilatı, elbette temelsiz ve çürük olur. O halde, dış siyaseti de esaslı ve sağlam olamaz. Böyle bir devletin iç teşkilatı bilhassa millî olmaktan uzak olduğu gibi, siyasi prensibi de millî olamaz. Buna göre, Osmanlı Devleti'nin siyaseti millî değil, belirsiz ve istikrarsızdı.
Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitlelerini aynı haklar ve şartlar altında bulundurarak kuvvetli bir devlet kurmak, parlak ve cazip bir siyasi görüştür. Fakat aldatıcıdır. Hatta, hiçbir sınır tanımayarak, dünyada yaşayan bütün Türkleri de bir devlet halinde birleştirmek, varılması imkânsız bir hedeftir. Bu,yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı hadiselerle meydana koyduğu bir hakikattir.
Panislamizm (islamcılık) ve Panturanizm (turancılık) siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama sahası yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir. ırk farkı gözetmeksizin, bütün insanlığı içine alan cihangir bir devlet kurma hırslarının neticeleri de tarihte görülmüştür. istilacı olmak hevesleri, konumuzun dışındadır. insanlara her türlü şahsi duygu ve bağlılıklarını unutturup, onları tam bir kardeşlik ve eşitlik içinde birleştirerek, insani bir devlet kurma nazariyesinin de kendine mahsus şartları vardır.
Bizim, kendisinde açıklık ve tatbik kabiliyeti gördüğümüz siyasi prensip, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü umumi şartları ve yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde biriktirdiği hakikatler karşısında hayalci olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.
Milletimizin kuvvetli, mesut ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin tamamen millî bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin iç teşkilatımıza tamamen uyması ve dayanması lazımdır. Millî siyaset dediğim zaman kastettiğim mana ve muhteva şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı korumakla, millet ve memleketin hakiki saadet ve refahına çalışmak... Genel olarak, aşırı ihtiraslar peşinde milleti oyalamamak ve ona zarar vermemek... Medeni dünyadan, medeni ve insanca muamele ve karşılıklı dostluk beklemektir. "