bahşişin,manitayı yiyebilmek için bol verildiği hatta bahşişçilerin sırf sevişkenler için arka koltukları bilerek ve bol bahşiş alabilmek için boş bıraktığı,kışları bu kişilerin çoğunluğunun tercih ettiği(sıcak ve karanlık olması bakımından),gerçekten tiyatronun yerini asla tutamayacak olan çok oturgaçlı ver geç,göstergeç,izletgeç artı birde ye geç...
türk halkında sinema anlayışı diye bir olay yoktur, zaten televizyonda, internet'te, kulaklarda hangi popüler filmin ismi varsa o filme giderler. fakat filmin yönetmeni kimdir, başrolde kim vardır, filmin türü nedir bunlara hiç bakmadan sadece sürü psikolojisi ile herkes hangi filme gidiyorsa o filme gider. türkiye'deki filmlerin, yönetmenlerin, oyuncuların adını bilmeyen insan sinemadan hiç anlamaz.
sinemanın amacına tamamıyla hizmet eden bir anlayış mevcuttur türk halkı'nda.her ne kadar sinema 7. sanat olarak kabul edilsede lumiere kardeşler insanları eğlendirmek ve para kazanmak için yaptılar bu işi.türk halkı sinema anlayışından yoksundur demek ne kadar derinliği olan bi yorumdur.kanımca tamamen yüzeysel ve ilkokula yeni başlamış, gözlem gücü iyi olan bir çocuk bile bunu söyler.hollywood sinemasıyla beslenen bir ülkenin sinema bilgisi ya da anlayışı eleştirilmez.
eisenstein, chaplin, kurusowa, hitchock vb. filmleri izleyen ya da bağımsız sinemdan haberdar olan ve bunu saçma yorumlayan, anlamayan bi toplumu bilgisizliğinden yada bilgiye ihtiyaç duymamasından dolayı anlayışsız olarak değerlendirebilirz.ancak popüler kültürü oğlu gibi seven bi toplumun sinema anlayışı diye bir şey yoktur.
türk halkının sinema anlayışı ister kabul edelim ister etmeyelim batı ülkelerinin halklarına nazaran daha düşük seviyededir.
fakat; şöyle bir durumun izahı gerekmektedir. bu sinema anlayışından kasıt nedir? ve, bu neyin kriteridir? babam ve oğlum filminde salya sümük ağlayan bu halk gora da kendilerine çekilen hareketle yerlere yatıp gülmektedir.
vizontele de ağlanılırken, cem yılmaz ın ".mına koduğum" küfürü hala milyonlarca kişinin cep telefonununda kayıtlıdır. demek ki,bir şeyleri eleştirirken alt yapı sorununu düşünmeden yapılan eleştirilerin yıkıcılığını unutmaktayız. magazin programlarının film kritiklerinin tek noktası olmaya yüz tutuğu bir ortamda nasıl ve niçin türk halkının sinema anlayışı düşüktür ve bu düşüklüğü yükseltmek için hiçbir şey yapmıyoruz diyebiliriz?
var mı öyle bir ayrıcalığımız ve hakkımız? sanmıyorum.
gegen die wand tüm dünyada gösterildiği her ülkeden ödülle dönerken porno film lan o film deyip de kahve köşelerinde ahkam kesen geergedanlardan çok şey beklemek haksızlık olmaz mı?
ya da hokkabaz, masumiyet, dar alanda kısa paslaşmlar, laleli de bir azize, gemide gibi güzel çalışmalardan sırf kendi zihniyetlerine hizmet etmiyor diye bir şey anlamadığını söyleyip piyasaya yön vermeye çalışan hödüklerden ne beklenebilir?
hiçbir şey.
açık hava sinemaları nın tamamen ortadan kalkmaya yüz tututuğu bir devirde dvd denen sinema öldüren in her eve girmesiyle ailecek hafta sonları gidilen sinemalar yok olmaya ve o sinemanın getirmiş oldıuğu film anlayışı yok olmaya yüz tutmak zorunda kalmıştır.
eşkıya ile yeniden sinema salonlarına dolmaya başlauyan izleyicilerin teşekkür etmesi gereken bir kaç kişisi vardır:
sinemada kurtlar vadisi ırak** filminin sonunda kopan alkış tufanı ve "helal olsun be! bravoo!" şeklindeki haykırışlar bende bu anlayışa yönelik pek iyi izlenimler bırakmamıştı. halkımızın filmin başarısına olan tepkisini beyaz perdeye bagirmasina reflekstir, bir nevi duygu yogunlugudur dedim gectim.
(bkz: kurtlar vadisi hayran kitlesi)
lars von trier seven türkler bile gördükten sonra pekte kesin yargılarla konuşamayacağım anlayış. zaten kimsenin özel bir anlayışı olması gerekmiyor. herkesin de sanat ve festival filmlerini sevmesi gerekmiyor *
sinema, (maalesef), türkiye koşulları için, ve üstüne öğrenci sıfatıda eklenince, fuzuli hatta lüks bir para harcama şekli.
2 ay sonra korsana düşer mantığıyla sinemaya gitmemek daha mantıklı.
filmi küçücük ekrana sığdırmaktansa sinemada izlemekten inanılmaz zevk alan bünyeyi sinemadan nefret ettiren anlayıştır.
ortalama 2 saatlik sürede "tek şey" yapmaktan zevk almayan bünyelerdir.
o anda kişi kendini geliştirmek ister sanki.
cafe kültürünü geliştirmekle başlar elinde kolası, cipsi ve mısırı ile.
bu tür yiyecekler muhabbetsiz gitmez, zaten o anda entelektüel bi havaya da büründüğü için yorum yapması gerekmektedir film aşamasında.
zaten konuşmayınca sıkıcı olur...
birde fragman aşaması vardır... insanlar nedense çok gereksiz görür benim en sevdiğim şeyi. reklamlar olsun, fragmanlar olsun eğlencelidir aslında. zevk almasanda diğer film hakkında fikrin olur en azından. ama yok o aşamada kahkaha atan mı ararsın, ayağa kalkan mı. izletmezler keyifle...
tabi bide yakınlaşmak için gerekli ortamı bulamayan çiftler vardır. sen kendini kötü hissedersin milletin özel hayatında yer aldığın için. arkalardan bilet almaya korkarsın.
"cep telefonunun sesini kısmak, kapatmak değildir." derler tiyatrolarda...
ama bi yandan film izleyip bi yandan mesaj yazmak, bezen konuşmak çok keyifli gelir nedense bazılarına.
ben artık mümkün mertebe kaçıyorum sinema salonlarından. en son sinemadayken patronum aramış, teli açınca mesaj geldi arayan numaralar diye. aradım patronu;
p: neden kapalıydı telefonun.
n: sinemadaydım.
p: e olsun, titreşime alsaydın.
n: telefonun titrediğini duyunca açacak mıydım sanki sinemada, film devam ederken?
p: açmıycak mıydın?
n:...
bu olay hepten soğuttu. beni internete bağımlı bi insan yaptınız siz sinemada susmayanlar ve patronum.
alacağınız olsun.