yabancı teknik direktörlere medet ummak ya da sırf tanınmış olması sebebiyle transfer edilmiş futbolcular ya da yitirilen takım ruhu... türk futbolunun niye bu denli kötüye gittiğini istediğiniz konudan başlayıp anlatabiliriz.
ne hayallerle başlamıştık oysa. şükrü saraçoğlu'nda final oynayacaktık beşiktaş'la. fenerbahçeli arkadaşlarla takılmanın en güzel yoluydu bu. onlar da bize "siz köy takımlarıyla oynarken bize arsenal geliyo oğlum" diye takılıyorlardı. güzeldi aslında bu durum. 3 türk tane türk takımı ayrı ayrı da olsa finale çıkabilirdi. ama olmadı. ilk önce beşiktaş koptu yarıştan, sonra da fenerbahçe. uefa'ya katılma şansı var hala gerçi ama şampiyonlar ligini istiyordu çevremdeki fenerbahçeli arkadaşlar. bu gece de galatasaray. evet belki gs gruptan çıkacaktır, ama bu futbolla nereye kadar. kayserispor'u filan hiç karıştırmıyorum bakın. o bambaşka bir konu...
maç sonrasındaki röportajları dinlemek istemiyorum. "olsun yenildik ama gruptan çıkarız nasılsa" diyecektir birileri. veya "şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz lazım" diyecektir başkan. başkan bilmiyorum farkında mısın ama o şapka kalli zamanından beri önünde...
belirleyici unsur oyuncu ve hakem arasında sıkışıp kalmış gibi görünse de, aslında arka planda en büyük etkenin yöneticiler olduğunu kabul etmek gerek. teknik direktörler özellikle. yani bu ligdeki herhangi bir teknik direktör sahaya beraberlik için çıkmamalı. çünkü senin on milyon dolarlık bir yatırımın yok. defans yapman ligin kalitesini yükseltmez, sana başarıyı hiç getirmez. ersun yanal, mustafa denizli, fatih terim, şenol güneş, hadi ertuğrul sağlam dışında türk futbolunu ileri götürecek bir teknik direktör daha nasıl gelmez, yetişmez anlamak mümkün değil. mesela bugün oynanan beşiktaş'ın 1-0 kazandığı maçtan* sonra ankaragücü teknik direktörü** ne demiş bakalım;
''istanbul'a Beşiktaş'tan puan veya puanlar almaya gelmiştik. Maç 0-0 beraberlikle devam ederken pozisyonlarımız oldu. Ancak bunları değerlendiremedik. Maçın ikinci yarısı daha dengede geçti. Yine pozisyonlarımız oldu. Direkten dönen bir topumuz var. Sonuçta mağlup olduk. Bundan sonraki haftalara bakıyoruz.''
Bundan sonraki haftalara bakıyoruz--- bundan sonraki haftadan ne bekliyosun allah aşkına reha hoca. sen kazansan ne olur. bu mentaliteyle kümede kalmanı istemiyorum zaten senin ve senin gibi günü kurtarmaya çalışan teknik direktörlerin, yöneticilerin.
sonuç olarak türk futbolu diye bir şey yoktur. çoktan ölmüştür, suyu çekilmiş bize posası kalmıştır. turkcell super lig'de her maç bitsede gitsek havasında oynandığı sürece biz de bu çöple idare edeceğiz.
bugün ( 12 nisan 2009 ) bir kere daha görmüş olduk ki, türk futbolu diye bir şey yok, eğer biribirimizi öldüreceksek, futbolu bahane etmeyelim, toplanalım ellerimizde sopalar, bıçaklar, silahlar vs... dalalım birbirimize...
şu an yazmak istediklerimi, bir toparlayıp yazabilsem....
her neyse, demem o ki; biz futbol oynamayalım, beceremiyoruz, biz önce insanlığı öğrenelim, fenerlisi, galatasaraylısı... hepsi, nedir lan bu? alayınıza lanet olsun, soğudum futboldan da, spordan da...
bugün tüm dünyayı, bir kere daha kıskandırmıştır, bütün dünya bizi hayretler içersinde, gıpta ile ! izlemiştir,
'ah' demişlerdir, 'şu türklere bak, nasıl futbol oynuyorlar, ne kadar centilmenler, derbilerine bak, küfür yok, saygısızlık yok, horlama yok, centilmenlik var, harika bir futbol var, şaşılası bir taraftar var, valla helal olsun' demişlerdir.
'barbar türkler' diyenler, 'türk halkının % 90 ı aptaldır' diyenler, 'türkler kadar birbirine kin güdebilen bir millet daha olamaz' diyenler ise halt etmişlerdir !
Ülkemiz de insanlarin en önem verdikleri 2 konu vardir.Biri siyaset,biri de futbol.
Bizim insanimiz futbol hastasidir,futbolla yatip futbolla kalkariz.Cok severiz bu oyunu.Belki de futbolun en önem verilen yeridir Türkiye.Ama hicbirzaman profesyonel bakamiyoruz olaya.Futbol kültürünü bir türlü belleyemiyoruz.Ingiltere futbolun besigi,idol bir ülke iken,biz 2.sinif bir futbol ülkesi konumundan bir türlü cikamiyoruz.Nedeni futbolu cok sevdigimiz halde bu oyunu tam olarak cözememiz,bilmemiz.
Bizim insanlarimiz herzaman basariyi ister,ama bunun icin ne yapilmasi gerektigini bilmez.Kendimizi hep en yükseklerde görürüz,ama dünyaya acildigimizda bu olayin böyle olmadigini görürüz.Galatasaray-Fenerbahce derbisini dünyanin en iyi derbisi olarak görürüz ama dünya da bu derbiyi izleyen kac ülke vardir ? Bir elin parmak sayisini gecmez.Bunun nedeni bellidir,futbolu profesyonelce oynayamamizdandir.
Avrupa Sampiyonasinda yari final oynadik,ama devamini getiremedik.Istikrar yok.Bu sene takimlarimiz tel tel dökülüyorlar,biz Dünya Kupasi elemeleri grup maclarinda kötüyüz.Aslinda turnuvalarda basarili bir takimiz,bunun nedeni motivasyondur.Bizim insanlarimiz cok cabuk gaza gelir,milli dava falan derken varini yogunu ortaya koyarlar.Ama profesyonel olamadigimizdan idol haline gelmeyi birakin,elde ettigimiz basarilari gölgede birakacak basarisizliklar yasiyoruz.
Yöneticilerimiz futbolu bilmediginden takimlarimizla yap-boz gibi oynarlar.Fenerbahce gecen sene tarihinin en basarili dönemlerinden birisini yasarken bu sene tarihin en basarisiz dönemlerinden birisini yasiyor.Peki sorun nerede ? 1 sene de bu kadar cok sey nasil degisir ? Cevabi basit,futbolu profesyonelce göremiyoruz.Bu isi biz yapamiyoruz.Futbolu bilmeyen,cahil insanlar takimlarimizi yönetiyor,her sene yeni teknik direktör,yeni futbolcular,yeni bir takim.Istikrar adina en ufak bir müdahale yok.Bastakiler futbol takimi icin secimleri yanlis yaparlar,sonra takim kötü gidince hatalarini anlar yeni kisiler getirirler,bu sefer de hemen basariyi beklemeye baslarlar.Peki basari nasil gelir bu durumda?
Taraftarlar kulübe sonuna kadar baglidirlar,ama futbolu cok iyi bildiklerini zannettikleri icin(aslinda alakasi yoktur) en ufak sallanti da yönetimi,teknik heyeti elestirirler.Ingiltere´nin en büyük kulüplerine bakalim.Benitez,Arsene Wenger,Alex Ferguson kac senedir takimlarinin basindalar? Yönetimleri planli programli hareket ettikleri,futbolu bildikleri icin basariyi saglarlar.Bizde bu durum yoktur.Basta futbolu bilmeyen kisiler oldugu sürece,biz Avrupa da daha cok hüsran yasariz.Hersene yeni kadro,yeni teknik direktör ama degismeyen futbol mantelitesiyle idol ülke olamayiz.
sabri sarıoğlu gibi yerli futbolcuların yanına trnasfer edilen lugano gibi yabancı futbolculardan mürekkep futboldur. amansız ol zın zın zın!!! Deveye sormuşlar boynun niye eğri, o da ya tutarsa demiş.
süper lig: her puanın önemli olduğu lig.
bank asya birinci lig: "küme düşme de ne olursa olsun" ligi.
TFF üçüncü lig: körlerin ve sağırların birbirlerini ağırladığı, talihsiz şekilde türkiye'nin efsane takımlarının da ter döktüğü lig.
(bkz: adana demirspor)
(bkz: eskişehirspor)
1950'li yıllarda uefa'nın ülkemize vermiş olduğu profesyonellik lisansı ile ülkemiz kendi ligini kurmuş ve bu neden ile 1960'lı yıllarda türkiye'de ardı ardına spor kulüpleri açılmıştır.
1963 yılında bursapsor, 1964 yılında sakaryaspor, 1965 yılında eskişehirspor, 1966 yılında ise trabzonspor kurularak ligde mücadele edecek takımlar kendi kendine doğmuştur.
1950'li yıllardan 1970'li yıllara kadar türk futbolu; uluslararası turnuvalardan uzak, kendi tarihini kendi kabuğunda yazar hale gelen bir futbol olmuştur, 1954 yılında katıldığımız dünya kupası hariç tabiki.
kısacası "madem dünya futboluna yetişemiyoruz, o zaman kendi kendimize oynayalım" tarzında bir yaklaşım, dünya kupasına ve avrupa kupasına hasret bir toplumu doğurmuştur.
çaresizlikten büyük turnuvalarda türk halkı brezilyalı olmuş ve brezilya adına tezahurat yapar olmuştur.
1970'li ve 1980'li yıllarda yavaş yavaş tesisleşmenin önemini farkeden türk futbolu, bunun meyvelerini ancak 1990'lı yıllarda alacaktır.
diğer batılı ülkeler 1910, 1920, 1930'lu yıllarda tesisleşirken, türkiye uefa'nın "siz artık kendi liginizi kurun, sizi profesyonel yapıp lisansınızı verelim" dediği 1950 yılında değil de bundan 20 yıl sonra, 1970'li yıllarda tesisleşmenin önemini farkeder.
1993 yılında fransa'nın langedoc şehrinde düzenlenen akdeniz oyunları olimpiyatlarının futbol branşında genç milli futbol takımımız tesisleşmenin ilk meyveleri olur ve finalde cezayir'i yenip altın madalyaya uzanır *.
ardından bu gençler yavaş yavaş a milli takıma kazandırılır ve ülkemizi tarihindeli ilk avrupa şampiyonası olan euro 96'ya götürür.
euro 96'da sıfır çeken bu gençler bu turnuvadan büyük ders çıkarmasına rağmen 1998 dünya kupasına talihsizlik nedeni ile katılamaz.
gençler bu sefer olgunlaşmış ve tecrübeleşmiştir, euro 2000'de çeyrek finalde türk bayrağını dalgalandırmışlardır ve herkesi gurulandırmışlardır.
euro 2000'den sonraki durak ise 2002 dünya kupasının oynanacağı güney kore ve japonya'dır, playy-off yolunda karşılaştırı avusturya'yı tıpkı geçmişin acısını çıkartır gibi deplasmanda 1-0, kendie evinde ise 5-0 gibi bir skor ile yenen türkiye'yi artık durdurmak imkansızdır.
2002 dünya kupasındaki azmi tüm dünya tarafından konuşulan türkiye, bu sefer 2003 yılının haziran ayında düzenlenen konfederasyon kupasında dünya kupasındaki performansını aratmaz.
o turnuvaya katılmak istemeyen almanya, farkına varmadan türkiye'ye tarih yazması için farkına varmadan türkiye'ye bir sayfa daha vermiştir, ve türkiye o sayfaya güzel şeyler yazmıştır.
2003 yılından sonra play-off talihsizlikleri nedeni ile euro 2004 ve 2006 dünya kupasına katılamayan türkiye, şeytanın bacağını euro 2008'de kırıyor ve yepyeni genç kadro ilk tarihini isviçre ve avusturya topraklarına yazıyordu.
sonuç olarak geç gelen tesisleşme türk futbolunu 20-30 yıl geride seyretmesine neden olmuştur. dünya kupası ve avrupa kupasına hasret bir 30 yıl geçirmiştir bu ülke.
artık hiç bir şey eskisi gibi değildir, türkiye de futbol piyasası içindedir. hatta ve hatta artık merkezinde sayılır.
Türk futbolu 1980'lerin sonlarına yaklaştıkça toplumsal hayatın da yön vermesiyle dışa açılmayı keşfetti. Turgut Özal'ın ekonomideki hamleleriyle içe kapanıklıktan kurtulup dış pazarlarla ilişkileri üst düzeye çıkaran Türkiye'nin futbolunun da bundan geri durması beklenemezdi. Artık futbol da aynı Türk Lirası gibi konvertible olması gerekiyordu. Yani dışarıda tanınan, geçerliliği olan, saygı duyulan bir futbol ülkesi olmamız gerekmekteydi.
Yeşil sahalara sahip olmamızın ardından, ülkenin dışa açılmasıyla büyüyen ekonominini ürettiği kaynakların sponsorlarla futbola da aktarılması başarıyı gerekli kılıyordu. Coca Cola, Turkcell, TT Net gibi firmaların ana sponsor olmaları ne kadar büyük kaynak giriş olduğunu doğrulamaktadır.
Derwall ve Sepp Piontek Galatasaray'a ve Türk futboluna konvertibl yani sınırlarının dışında da bir geçerliliği olan futbola sahip olunabileceği inancını kazandırdı. Bunun üstüne Şenes Erzik, Gündüz Tekin Onay gibi kafası çalışan adamların planlamasıyla Türkiye 2 büyük teknik direktör ve bir futbol nesli yetiştirdi.
Derwall'in yetiştirdiği Mustafa Denizli, Piontek'in öğrencisi olan Fatih Terim Galatasaray'ın 1988-1999 sezonunda 13 sene sonra şampiyonluğu kazanmasıyla başlayan ve 2000-2003 yılları arasında en tepeye ulaşan başarının önde gelen isimleri oldular.
Hakan Şükür'ün abi rolünü üstlendiği içlerinde Hasan Şaş, Ümit Davala, Okan Buruk, Emre Belözoğlu, Hakan Ünsal'ın gibi futbolcuların ön planda olduğu bir futbol nesli bilnçli bir şekilde başarılara dönük olarak yetiştirildi. Sonucunda ise bir UEFA Kupası, bir Süper Kupa, EURO 96 Finallerine katılım, 2002 Dünya Kupasında üçüncülük gibi başarılar elde edildi. Başlangıcını 1988, bitişini 2002 olarak belirleyebileceğimiz futbolumuzun altın çağı tam 14 sene sürmüştü.
Avrupa'ya ve dünyaya sesini duyuran Türkiye için artık 2002 dünya kupasında kazanılan başarının ardından yeni bir dönem başlıyordu. Hiç kimsenin düşünemeyeceği başarıların artık çok uzak görülmediği, özgüven sahibi bir futbola sahiptik. Peki, bundan sonrası nasıl olacaktı.
Siyasette ve dış politikada 1990'da soğuk savaşın bitmesiyle yaşanan deprem, futbolda 2002 senesinin yazında yaşandı. Ezber bozulmuştu. Hor görülen futbolumuz artık takdir görüyordu. Milli takımımızda artık Karabükspor'lu Vedat yerine Inter'li Emre vardı. Okuldan değil, sokaktan yetişen ve bu yüzden gazı tam ama profesyonelliği eksik olan ülke futbolunun yeni bir yönetim anlayışına ihtiyacı vardı. Başarı kazanmak değil artık başarıların devamını sağlamak yeni hedefti. Başka bir deyişle, Türk futbolu ekol olmalıydı.
Bu dönemde Haluk Ulusoy ve Fatih Terim gibi misyonunu tamamlamış isimlerin yerine yeni heyecanlı isimler ve yeni nesil futbolcular yetiştirmek gerekliydi. Kısacası yeni bir anlayış gerekmekteydi. Bu dönemde Levent Bıçakçı, Hasan Doğan, Ersun Yanal gibi isimler milli takımlar için tam biçilmiş kaftandı. Ama özellikle Ersun Yanal'ın kıymetini bilmedi Türk futbolu. Onun da yaptığı yanlışların varlığını hesaba katmaktayım ama Fatih Terim'e gösterilen hoşgörünün birazı Ersun Yanal'a gösterilseydi bugün ülke futbolu 2002 sonrası düştüğü darboğazdan daha rahat çıkardı.
Ama biz yeni isimler yerine o altın çağın oyuncularını ve teknik direktörlerini geri çağırdık. Zirveden dibe indirdik. Hem vefa göstermedik onlara hem de güzel hatırlanmalarının önüne geçtik. O altın çağı yaşatan isimlerin düştükleri durumları göz önüne aldığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Fatih Terim'in istifası bir krizdir. Ama her kriz gibi bunu da fırsata çevirmek gerekmektedir.
Başlıkta belirttiğim souyu yineliyorum. Fatih Terim gitti peki çözüm ne?
Çözüm, planlı bir şekilde eski hatalardan destek alarak yeni bir anlayış ve heyecanla futbolcu nesli ve Teknik Direktör yetiştirmektir. Yazımın ilk kısmında anlattığım 10-15 senelik altın çağ ancak böyle yaşanabilir.
Teknik direktör noktasında, geçmişteki Piontek-Terim, Derwall-Denizli, bugünkü Metin Diyadin- Hugo Broos gibi ikililer oluşturmalıyız.
Bülent Korkmaz'ın Gençlerbirliği'nde ilhan Cavcav ve Mesut Bakkal ile başladığı bir kariyer yerine Tugay ve Ümit Özat gibi başlangıçlar gerekmektedir. Lucescu-Sergen Yalçın iyi bir ikli olabilir mesela.
1996-2002 yılları arasında Galatasaray ve Milli Takım'ın iskeletini oluşturan isimler gibi yeni bir nesil üretmek bugün daha kolay. imkanlar özellikle çok daha üst düzeyde. Ama plansızlık, kaynakların doğru yönetilmemesine neden olmaktadır.
Geçmişteki en büyük eksiğimiz profesyonellikti. Bugün bunun önüne geçebilmek için ilk yapılması gereken futbol okullarıyla hatta spor okullarıyla ülkeyi donatmaktır. işsizliğin önde gelen sorunlardan biri olduğu ülkemizde özelde futbol genelde spor bir istihdam kaynağı da olabilir. Sokaktan yetişen futbolcu yerine mektepli futbolcu yetiştirmeliyiz. işte o zaman Sergen Yalçın ve Emre Belözoğlu gibi futbolcularımız yurtdışında milyon dolarlık transferler gerçekleştirebilirler. Liverpool'dan Steven Gerard, kulübünün 2 milyon dolarla kurduğu futbol okulunun ürünüdür.
Ülkenin her yerine futbol okulları kuracak bütçe federasyon da var. Kulüplerin ve sponsorların böyle bir projeye ortak olması da çok kolay sağlanabilir. Başarının devamlılığı ve ekol olmak ancak böyle projelerle sağlanabilir.
Bugün çözüm Fatih Terim'in yerine bir isim bulmak olabilir ama 20 yıllık çözüm bulmak isteniyorsa çözüm profesyonellikten geçmektedir.
Potansiyeli görmek için bir iki sayı vermek istiyorum. Türkiye ilköğrenim ve lise çağında yani 7-18 yaş aralığında 15 milyon öğrencinin olduğu hesaba katılırsa, bunların milyonda birini ülke futbolu kazansa bile 15 kişi eder. Zaten bir milli takım 22-23 kişiden oluşuyor.
Bunların dışında, yabancı oyunculara getirilmesi gereken standart, hakem, kondisyoner gibi meslekler için de okulların açılması gibi daha birçok çözüm hayata geçmelidir.
Ancak dün Fatih Terimin istifasının ardından getirilecek çözümün bir isimden daha fazla şey ifade etmesi gerektiğini düşündüğüm için böyle uzun bir yazı yazdım.
Giderek 3 büyükler de dahil olmak üzere taraftar sıkıntısı çekmektedir. Zira, ingiltere'de orta sıralarda iki takımın maçı bile dolu sahalarda oynanırken, son zamanlarda fenerbehçe, galatasaray, bjk bile maçlarına taraftar çekememektedir. bunda oynanan futbol kadar, maç sırasında çıkan olayların eğlenmek için maça gelen gerçek futbol izleyicisini kaçırması da vardır.
sonuç olarak can çekişmektedir. altyapısı yoktur. futbolcuların çoğunun fundemantali eksiktir. lig şampiyonu gidip wolfsburg'dan 3 yemekte, lig ikincisi anderlecht'ten 5 yemektedir. futbolcular kendilerini geliştir(e)memektedir. hepsini geçtim, kötü futbol oynanmaktadır.
sadece 3 milyon türk'ün yaşadığı almanya'nın en az 70 milyon nüfuslu Türkiye'den daha çok futbolcu yetiştirmesi bile baya bir şeyi anlatmaktadır, anlamak isteyene. acilen reforma gidilmesi gerekekmektedir.
sadece yurtdışındaki rakipleri ayda yılda bir yenmekle övünen, bunun dışında hiç bir başarısı olmayan, oldukça gereksiz teknik direktörler getirmeyi kendine alışkanlık edinmiş, man kafalı kulüp başkanlarına sahip olan, ota boka yalan haber yapan gazeteleri olan, sayısız gereksiz futbol yorumcusuyla ekran başındaki bilgisiz beyinlerin beynini yıkayan futbol türüdür.
hiç bir zaman gelişemeyecektir ne yazık ki bank asyada ikinci ve üçüncü ligdeki onca yeteneklş topçu varken hala bazı futbolcularda ısrar edilmesi olabilir mesala...
%40 teknik % 60 fiziksel güç ile oynanan futboldur. son yıllarda zevk vermeye ve gelısmeye baslamıstır ancak yınede ingiltere p. liginin 3 te 1 i iyiligindedir. parayı yonetmeyı bılmeyen ve ben herseyı bılırım futboldan da cok ıyı anlarım kafasındakı yöneticiler görev almaya devam ettıgı surece asla ingiltere seviyesine ulasamayacaktır.