türk edebiyatının en güzel şiirleri

    45.
  1. şiir mi dedi biri palyaço.

    kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
    kaç kilo çekerdi yalnızlık
    kaç kere ezildim altında
    yaz yağmurlarının

    belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
    her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
    hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

    kim sevmezdi çiçekleri filan
    ”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi

    bunu palyaço söyledi,
    palyaço söyledi ben yazdım
    yazdım, yazmasam ağlayacaktım

    herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
    sırf bu yüzden mi ağladım
    alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz

    biraz birazdım her şeyden
    dün biraz sinirlenmiştim mesela
    yarın bir kadını seveceğim biraz
    biraz biraz kör oldum bügünlerde

    ama rakı kadehlerini boşaltmayın
    eksilmesin hiçbir şey
    hiçbir şeyden dahi olsa
    kalsın biraz
    umursamıyorum yılgınlığımı filan
    çünkü sessizce yaşanmalı her şey
    bir devrim sesszce olmalı mesela
    ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun

    bir palyaço neden yalan söylesin ki
    ben palyaço olsaydım söylemezdim
    marangoz olsaydım da söylemezdim
    ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

    hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
    kaç kilo çeker ki bir palyaço
    hem neden yüzüme vuruyorsunuz
    bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

    gocunmam ki ben, ben gocunmam
    bir palyaço ne kara gocunmazsa
    o kadar, o kadar gocunmam işte

    rakı doldurun! eksilmesin

    bitmedi, yazacağım daha
    yazmazsam ağlayacağım çünkü
    alçakça olacak biraz

    hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
    her sokakta biraz daha eksilirdik
    bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
    bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
    ”duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
    sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
    sokaklar daha bir puslu
    palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
    ve ben daha bir alçak olurdum
    ağlardım biraz

    hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
    hatta kuyruğuma basma diyorum
    acıyor, tırmalarım,-
    diyorum

    kahrol, kahrol!
    diyorum

    geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
    korktum birden, kusacak gibi oldum
    ”olur öyle” dedi palyaço,
    ”herkes alçaktır biraz”
    ”otur ulan!” dedim, bağırdım ona
    ben bazen bağırırım biraz

    ”rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
    ben bazen eksilirim biraz
    aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
    bunu sonradan öğrendim

    ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
    herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
    bunu da sonradan öğrendim

    örneğin;

    geçen gün bir kadınla seviştim
    biraz değil çok seviştim

    ya işte öyle palyaço
    diyorum ki,
    bunu da yeni öğrendim
    sevişmek de eksilmekmiş biraz

    kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
    ”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
    dedi
    bunu palyaço söyledi
    palyaço söyledi, ben yazdım
    yazmasam, alçak olacaktım
    hem ben roman da yazdım biraz

    bazen diyorum ki, palyaço,
    sen olmasan ben ne yaparım
    alçakça eksilirim belki biraz
    her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
    hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
    ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

    biraz biraz anlıyorum ki,
    yüzler eller, o terli vücutlar filan
    her şey plastikmiş biraz

    haydi sirtaki yapalım palyaço
    rakı doldur, yine eksildik biraz
    6 ...
  2. 30.
  3. (bkz: ah muhsin ünlü)

    resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim.
    resulullah yolda ebu bekir'i görse "es selamu aleyküm ya sıddık"; derdi,
    ben yolda ebu bekir';i görsem tanımam.
    resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
    ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
    gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.

    resulullah azrail'i yolda görse tanırdı;
    ben azrail'i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
    derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.

    resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
    o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah'ın resulü;
    fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

    resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki "kızım ha gayret!";
    ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki "anneciğim ölmesen..."

    ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki "anneciğim seni ben..."
    annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.

    resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
    ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.

    ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının

    anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf!

    resulullah çok şanslı bir insan
    annesi öldüğünde o küçücüktü;
    benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
    zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.

    annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!

    olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
    verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
    resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
    nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü...
    8 ...
  4. 1.
  5. okunduğu zaman içinde anlatılamayacak hisler uyandıran türk edebiyatı'mızın en güzel şiirleridir.

    SESSiZ GEMi

    Artık demir almak günü gelmişse
    zamandan,
    Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
    Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
    Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir
    kol.
    Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
    Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
    Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
    Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
    Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
    Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
    Birçok gidenin her biri memnun ki
    yerinden,
    Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

    Yahya Kemal BEYATLI
    8 ...
  6. 21.
  7. şimdi yazmak istemiyorum * ama söyleyebilrim : '' biliyorum sana giden yollar kapalı ''
    cemal süreya.
    4 ...
  8. 46.
  9. Sezai karakoç un mona roza şiiridir.
    4 ...
  10. 16.
  11. Ruhu mu ateş yoksa o gözler mi alevden
    Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu
    Pervane olan kendini gizler mi alevden
    Sen istedin ondan bu gönlüm zorla tutuştu

    Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse
    Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse
    Her şey silinip kaybolurken nazarında
    Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

    Ey sen ki kül ettin beni olmaz yakışınla
    Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla
    Hançer gibi keskinler çiçekler gibi ince
    Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

    içimdeki azgın devi rüzgarlara attım
    Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım
    Gözler ki birer parçasıdır sende ilahın
    Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın

    Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin
    Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin.

    Hüseyin Nihal Atsız
    4 ...
  12. 11.
  13. Ne yazık ki aldığımız ilk ve orta eğitim süresince niteliklerini algılamamız mümkün kılınmayan sınavda paragraf sorularına meze olmuş şiirlerdir.
    bu sebeple herkes şair ortada ürün yok günlük konuşmalarını bir avuç kelimeyle yapan milletin kısır döngüsü.

    istisnalar haricen kullanılır.
    3 ...
  14. 23.
  15. içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden,

    bizi helâk eder misin, Allah’ım? '

    (Arâf 155)

    Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
    Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

    Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
    'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!

    Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında
    Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında

    Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i islâm;
    Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!

    Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i
    En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i

    Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
    Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın

    Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta
    Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?

    Sönsün de, ilâhi, şu yanan meş'al-i vahdet
    Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?

    Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
    Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?

    Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin
    Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?

    islâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
    Yâ Rab, bu ne hüsrandır, ilâhi, bu ne zillet?

    Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
    Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ

    Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm
    Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?

    Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân;
    insan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!

    Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
    Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık

    Mâdem ki, ey adl-i ilâhi yakacaktın...
    Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın

    Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
    Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi

    Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
    Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!

    Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
    Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!

    En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından
    Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!

    islâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
    Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!

    Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
    Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i ilâhî!

    Mehmet Akif ersoy
    3 ...
  16. 10.
  17. Bir Gün Anlarsın

    Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah
    olmayı bilmez.
    Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
    Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
    Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
    Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
    Onun unutamadığın hayali,
    Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine
    dolar içine.
    Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
    Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
    Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş
    olduğunu.
    Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
    Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek
    için,
    Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
    Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
    Duyarsın,
    Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
    Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
    Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
    Niçin yaratıldığını.
    Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
    Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
    Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
    Dolar gözlerin, için burkulur.
    Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
    Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
    Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
    O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
    Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
    Uzanır, gökyüzüne ellerin.
    Ama çaresiz,
    Ama yorgun,
    Ama bitkin.
    Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
    Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
    Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
    Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
    Beklemeyi, ümit etmeyi.
    Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
    Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
    Lanet edersin yaşadığına...
    Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
    O zaman bir çiçek büyür kabrimde,
    kendiliğinden.
    Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

    ÜMiT YAŞAR OĞUZCAN
    2 ...
  18. 28.
  19. yaşayan bir şairimizden, Hilmi Yavuz'dan çok iyi bir şiir:

    sevda derinlerdedir, oysa Ferhat
    üstünü kazmada dağın

    kalbimin, yani o yağmur
    ve acıdan ocağın
    madenini, laciverdi ve mahmur
    bir ağrıyla delmede
    şirin
    ve en asılmaz, en derin
    bir şiirin yurt edindiği
    billur bir köşke girmede
    Leyla
    ve mecnuncun, yani o çölden
    ve ağıttan otağın
    önünde, bir adak gibi
    ölüme diz çöktürmede
    Leyla
    ve yakut, şafak ve irin
    ile emzirdiği bir gözün
    boynunu vurmada
    şirin

    sevda derinlerdedir, oysa Ferhat
    üstünü kazmada dağın
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük