Atatürk döneminde neo-fonksiyonalist olan şimdilerde ise "özür dileyin yoksa küseriz,tüm ilişkileri keseriz" şeklinde aciz bir hal alan, içler acısı, acınası politikalardır.
hükümet ab adaylığı ve gelene kötü davranmak yönüyle türkiyenin itibarı adına çok kötü davranmadı bence. yoksa erdoğan'ın bu adamdan zerre haz etmediği aşikar. ne gelirken ne giderken ağırladılar. bakanlar dahi gitmemesinin üstüne birde (bkz: sarkozy ye sakızlı uğurlama) yaşandı. melik gökçek mecburen bana kaldı uğurlama bile dedi. böylece iletilmiş oldu mesaj basınla. şimdi de bunu yapınca kaos,terbiyesizlik diyen oldu. dış politika zor be. en iyisi ahmet necdet sezer,mesut ve ecevit gibi lüks konutundan dışarılara hiç çıkmamak.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye'ye yapacağı ziyaretle ilgili olarak yaptığı açıklamada "Benim için Türkiyeye G20 konusundaki istişarelerim çerçevesinde gelmek, tıpkı en büyük ortaklarımız Amerika Birleşik Devletlerine, Hindistana veya Çine yaptığım ziyaretler gibi, yapılması gereken bir şeydi. Dolayısıyla, bu ziyaretin birinci hedefi, fikirlerini ve ümit ediyorum desteklerini almak üzere, en yüksek düzeyde Türk yetkililerle G20 Fransa Dönem Başkanlığı takvimi konusunu derinlemesine tartışmak olacaktır." diyerek, ülkemize Fransa Cumhurbaşkanı olarak değil G20 dönem başkanı olarak geldiğinin ısrarla altını çizdi.
Biz ise haberlerde "19 yıl aradan sonra, Fransa'dan Türkiye'ye Cumhurbaşkanı düzeyindeki ilk ziyaret gerçekleşiyor." diyerek, kamuoyunda tam tersi bir hava estirip komik duruma düşüyoruz. Sarkozy G20 zirvesi başkanı sıfatı ile ve sadece 5 saatliğine bu toplantı için ülkemize gelerek, türkiye'ye fransa'nın bakış açısı ve politikası ile ilgili vermek istediği mesajı net bir şekilde aslında türk siyasetine ve kamuoyuna verdi.
Peki biz ne yapıyoruz?. Bu kişiye cumhurbaşkanı seviyesinde bir karşılama töreni düzenliyoruz. Şimdi bazıları şöyle diyebilir "Türk misafirperverliğini göstermek ve utandırmak istedik". Bende onlara diyorumki eğer dış politikada kararlılığını ve dik duruşunu göstermezsen, sana yapılan ne ise onu aynı karşılıkla cevaplamazsan, asla dikkate alınmazsın ve şamaroğlanına dönersin.
edit: gerçi bu yorumumu ne okuyan ne de oylayan olmuş ama benim yaptığım yorumun tam tersi bir durum olduğu için yazımı düzeltmem ve ileride okuyanları hataya sevk etmemem gerek.
Franda cumhurbaşkanı sarkozy, g20 dönem başkanı olarak geldiği türkiye'de en alt düzeyde resmi protokolle karşılanmış ve hatta sarkozy'nin daha önce cumhurbaşkanımızın fransa ziyaretinde yanında yaptığı sakız çiğneme terbiyesizliğine karşı, kendisini günahım kadar sevmediğim melih gökçek'de hem karşılama da hem de uğurlamada ağzında sakızla törene iştirak ederek sarkozy'e en güzel şekilde hakettiği iade ede bulunmuştur. Hakettiği cevabı bu terbiyesize verdikleri için yöneticilerimizi ve dışişlerini kutluyorum.
silahlı mücadelede taş üstünde taş bırakmayıp,masada varını yoğunu kaybeden dış politika türüdür.masada kazanmak için ise siyasi istikrar lazımdır.türkiye cumhuriyetini temsil eden kişinin gerektiğinde yumruğu masaya vurmasını halkın bekası için bilmelidir.
son dönem dış politikamiza yönelik ilginç bir yorum.
Yıllarca sadece stratejik ve jeopolitik değerlerini pazarlamaya çalışan Ankara, artık realize ettiği değerlerle Batı nezdinde de Doğu nezdinde de çok daha güçlü bir imaj çiziyor.
çoğu insanın anlamadığı nokta dış politikada siyasetçilerin o kadar belirleyici olmamasıdır. dış politikayı belirleyen genellikle karşılıklı ticaret hacmi ve stratejik çıkarlardır. şimdi bu ülkenin başbakanı kim olursa olsun, isterse necmettin erbakan ya da haydar baş gelsin avrupa'ya rest çekemez. çünkü neredeyse bütün ticaretimiz avrupa ile. ekonomi batar ve o başbakan bir daha seçilemez. ama fazla ticaretimiz yoksa, bir çıkar yoksa çok da umursamayabiliyoruz.
türkiye'nin abd müttefiği olma nedeni de sovyetler tehditidir. sovyetler türkiye'den toprak istiyordu. ermenistan'a katmak amacıyla. boğazlarda kontrol istiyordu. o zamanlar dünyada yapayalnız olan türkiye'yi abd kurtarmıştır. milyarlarca dolarlık silahlar geldi abd'den. kendi çıkarı için yaptı elbette ama bizim de çıkarımızaydı. o yüzden politikacılar bu işte sadece araç. asıl belirleyiciler genellikle daha alt yapısal oluyor.
"bekle gör" gibi makus talihimizden, ahmet davutoğlu'nun tezleri ve tarihin akışının yanımızda olması sonucu onur kazanan politikamızdır..
yıllardır çektiğimiz "kırmızı çizgiler" ülkemizi kendi anaforunda boğmuştur ve devletimizin sirenlerinin her zaman olduğu gibi olay bittikten sonra sirenlerinin çalması sonucu ancak 21. yüzyılda çevre ülkelerle sorunsuz ilişkiler kurmaya başlanmıştır..
hala ilginçtir ki bu ülkenin en büyük sınır komşularının dili arapça olmasına rağmen bu ülkenin "aydınları" bu dili öğrenmeye gerek duymamıştır..bu nokta bizim dış politika perspektifimiz hakkında yeterince bilgilendiricidir aslında..
türk dış politikasının üstüne kurulduğu tek cümle ; "hattı mudafaa yoktur, Sathı müdafaa vardır, O satıh bütün vatandır."
Örnek ; Kıbrıs politikası, 12 adalar, Dağlık karabağ politikası
Not: Hatay örnek gösterilerek revizyonist denemez, zira bu söze göre, savunulabilecek toprak, vatandır. 12 ada ve kıbrıs zamanın ve günün şartlarına göre olası bir krizde Türkiye tarafından savunulamaz/dı.
insanlara dış politika namına neler yapıldığını, insanların neler yapmak zorunda bırakıldıklarını öğrendikçe yürekteki anarşizm duygusunu tavan yaptıran ders konusu.
faşist değilken öyleymiş gibi yapmak zorunda kalmak, komüniz yanlılarını hapse atmak, sovyetler'e yanaşmak için komünistleri hapse tıkıp faşist olmayan faşist görünümlüleri hapse atmak, sonra yine tam tersini komünistlere uygulamak... hepsi devlet için. devlet denen şeyin bekası için. keşke hiç olmasaydı ama oldu. belki de hala oluyor. bilmiyoruz ve bilemiyoruz.
buna türkiyenin dış politikası demek lazım aslında, o başlık daha uygun ve öznel duruyor.
türkiye'nin dış politikasını açıklarken hatalardan bahsedicem bu yazımda.
dış politikayla özel olarak ilgilenmeyen ancak devlet meselelerine aklı yatan arkadaşlarım için de oldukça temel yazmağa çalışacağım.
a) türkiye cumhuriyetinin dış politikalarına bakışı değişkendir, zira hükümetler türk dış politikasına kendi pencerelerinden bakarlar ve bu dıştan bakıldığında çok büyük bir handikaptır.
ilk olarak kıbrıs ;
belki çoğumuz ıskalıyoruz ancak türkiye cumhuriyeti Lozan antlaşması ile kıbrıstaki haklarını tamamen ingilizlere devretmiştir. bu bir handikap olarak görülemez, zira o zamanın kaybedilmiş bir toprağıdır ve anavatan kendini zor kurtarmıştır.
ancak 1950 li yıllarda adadaki rumlar bağımsızlık isteyince, ingiliz politikacılar çok zekice bir haraketle adadaki türk "azınlık" dan dolayı türkiyeyi de adadaki duruma dahil etmiştir. yani kısaca bakarsak, hiç bir hakkımız olmayan bir yerde sonradan hak sahibi olmuşuz.
kısa kesmek için bu kısmı hızlı geçeceğim, yapılan görüşmeler, mulakatlar sonucu, ingiltere-türkiye ve yunanistanın garantör olduğu bir kıbrıs adasında, eşit stratejik ortaklıklı bir kıbrıs cumhuriyeti kurulmuştur. bu durum o zaman ki türkler için çok çok iyidir. düşünsenize hiç bir şeyiniz yokken, kendinizi yönetebilecek hale gelmişsiniz...
önemli bir nokta var o da madde q olsun ;"söz konusu kıbrıs cumhuriyeti bu üç garantör devletin içinde olmadığı bir ortaklığa, pakta, siyasi-askeri ittifaka giremez...
olayın devamında dışarıya sevimli görünen rumlar "enosis" adına katliamlara başlamışlardır, bu tarihsel bir gerçek. türkiye müdahale etmek istemiş ancak abd ve avrupa buna engel olmuştur, 74 de iş çığrından çıkınca alınan izinler vs. ile kıbrısa müdahale gerçekleşmiş, ve bugünkü konumunu almıştır. bugünkü konuma göre dünya kıbrısı 60 da kurulan cumhuriyet olarak görmekte, biz bölünmüş görmekteyiz.
şimdi gelelim analize, böyle eliniz boşken büyük bir koz elde ediyorsunuz. ve bakalım napıyorsunuz.
sene oluyor 90, ve kıbrıs rum kesimi, kıbrıs adası adına ab ile müzakerelere başlıyor... peki siz ne yapıyorsunuz? hiç bir şey... ama madde vardı hani (madde (Q)). ab bunu yok saymış sizde ab nin bunu yok saymasına göz yummuşsunuz ve ab nin hukuğu yok sayan tavrına seyirci kalmışsınız ve sonuç? kıbrıs 2002 den beri ab li... ya garantörlüğünü yaptığımız türkler??? 3 ün 1'i...
yunanistan meselesi ve nato gerginliği ;
bir kaçımız bilir ama söyleyelim, yunanistan 60 lı yıllarda cunta yönetimine girmiş ve sonuç olarak nato dan atılmıştır. akabinde bu süreç tamamnlanınca tekrar girmek istemiş ancak "natoya tekrar girebilmek için, veya yeni bir devletin alınabilmesi için tüm devletlerin oyu gereklidir" açıklamalı nato maddesine takılmıştır. peki biz ne yapmışız? bu açıdan bakınca, yunanlara siktirin kıbrıstan belki alırız nato ya diyebilir mişiz, değil mi? evet... ama... ilişkilerimiz iyileşsin diye onlara bir iyilik yapmışız. peh!!!
atina avrupa birliğinin içerisinde camii olmayan tek başkentidir. ve geçenlerde verilen insan hakları mahkemesi kararına rağmen, yunanistanda hala türkler içerisinde türk adı geçen vakıflar veya dernekler kuramazlar, peki biz ne yapıyoruz? fener-rum patrikhanesine, ruhban eğitimine müsaadeye kalkıyoruz... ayıp bize...
yanar döner tabiriyle %95 oranında özetlenebilecek politika. geri kalan %5'i tamamlamak isteyenler de kırmızı çizgilerden falan bahsedebilir ama pek sallanan birşey olmadığı için işe yaramayabilir.*
iç politikaya şekil verendir. özellikle ikinci dünya savaşı öncesi dönemde türkiye alman-sovyet ikilemi arasında kalmıştı. almanlara yaklaşıldığı zaman türkçü beyanlar verilir, komünizm baş düşman ilan edilirdi. sovyetler'le ilişkiler düzeltilecekse türkçü-turancı liderler gözaltına alınırdı. demek ki neymiş, politikada kişilik aranmazmış.