türk dünyası ve iran

entry1 galeri0
    1.
  1. ilber ortaylının bu haftaki bir makalesinin içeriğidir. makalenin adı türk dünyası ve iran bir birinden ayrı düşünülemezdir. makalede şudur. * *
    --spoiler--
    iran türk medeniyeti için en önemli alanlardan biridir. Her şeyden önce dilimiz Farsçadan önemli miktarda ödünç almıştır. Hatta islamiyet’in yayılmasından sonra da Arapça sözlük hazinesi Farsça yoluyla Türkçeye girmiştir ve bu nedenle Türkçede itikadımızla ilgili “Ramazan, oruç, peygamber, namaz” gibi sözler iran kaynakrlıdır.
    Eski iran sanatı, mitolojisi ve genelde şiiri Türkçenin şiir, edebiyat ve tasavvufunun şekillenmesinde çok önemli rol oynamıştır. Tabii şunu da belirtmek durumundayız: Farsçadaki Türkçe kelimeler de hayatın her safhasını hatta idareyi ve askerlik alanını kapsamaktadır. Bunlar üç-beş kelimeden ibaret değildir, bir lugat hacmindedir. iransız bir Türk dünyası ve Türklük olmadan iran düşünülemez. işte bu 2 bin yılı bu sergide ifade etmeye çalıştık.
    Bugünkü Orta Asya ve Maveraünnehir bölgesinde orta çağlar boyunca “Dari” dediğimiz yüksek Farsça konuşulurdu ve yazılırdı. Hiç şüphesiz ki bu nedenle Orta Asya Türk medeniyeti içinde Fars dilinin önemi büyüktür ve bu medeni kalıntılar bugün dahi canlı olarak yaşamaktadır. islamiyet öncesi dönemlere ait kazılardan çıkan eserler her iki camianın birbirine olan yoğun ilgisini göstermektedir.
    Türk şamanizminde dahi yakın zamanlara kadar tekrarladığımız bilgilerin pek doğru olmadığı, hiç değilse yeterli olmadığı açıktır. Bu konuda iran’ın eski dinleriyle mukayese yapmamız gerekiyor. Dini ilişkilerimiz islamiyet öncesi devirlere de uzanmaktadır.

    iran’ın edebiyatı da Türkler tarafından benimsenmişti
    Hiç şüphesiz ki devlet teşkilatımızda eski iran imparatorluklarının etkisini, en başta kullanılan idari deyimlerde görmek mümkündür. Buna karşılık askeri teşkilatta, iran’da bugün dahi Türklere ait terimlerin yaşadığı görülür. En başta iran ismi Türklerin bu ülkeye bıraktığı bir addır. Selçuklulardan önce iran halkını ve ırkını ifade eden bu kelimenin yani (iranşehr) tabirinin bu kadar yaygın olarak kullanıldığını söylemek güçtür.
    iran’ın edebiyatı da Türkler tarafından benimsenmiştir. islami devirlerde Türk edebiyatını asırlar boyu etkileyen şair Firdovsi’dir (Firdevsi). Ama şunu övünerek söylemeliyiz; ünlü şair Hafız’ın şerhleri hemen hiçbir dilde Türkçede olduğu gibi yaygın ve kalabalık değildir. Hatta 15’inci asırda Osmanlı imparatorluk camiasına katılan Bosna’da dahi bu yeni kültürel faaliyet o derece yaygındır ki, “Sudi-i Bosnevi”, Hafız’ın yaptığı şerhi neredeyse beş asırdır herkesin en çok okuyup Hafız’ı anlamak için müracaat ettiği eserdir. Bugün iran medeniyeti ve dili Orta Asya’daki Tacikistan cumhuriyeti ve Pamir Taciklerinin yaşadığı dağlık Padahşan’da, Afganistan’da ve iran’da hâkimdir. Bundan başka Semerkant, Buhara ve hatta Bahreyn adasında, Hindistan’ın indus vadisinde Farsça konuşan cemaatler vardır. iran medeniyetinin asli dininin mensupları olan Zerdüştiler iran yaylasının Yezd başta olmak üzere muhtelif yerlerinde bulundukları gibi, Hindistan’ın güneyinde de sayıca değilse bile iktisadi ve kültürel bakımdan çok önemli bir cemaattir. Hindistan’daki Zerdüştilerin başında ünlü sanayici aile Tatalar ve orkestra şefi Zubin Mehta gibi sanatçılara rastlanır.

    Devlet teşkilatında, askerlikte, mimaride aynı ihtişam görülür
    Geniş Ortadoğu coğrafyasında bugünkü Irak’ta islam öncesi ve islamiyet’ten hemen sonraki dönemde eski Farsçanın konuşulduğu ve Sasani medeniyetinin önemli bir merkezinin burası olduğu malumdur. Günümüzde de Farsça ile en çok medeni alışverişte bulunan kitle Türklerdir.
    iran’la müşterek tarihimizdeki önemli bir safha, Afganistan’daki Gazneliler ve bilhassa iran’daki Selçukiler devridir. Selçuki hâkimiyeti iran ve Türk medeniyetinin tam bir sentezidir. Devlet teşkilatından adliye işlerinin örgütlenmesine, askerliğe ve mimariye kadar bu ihtişam görülür. O kadar ki Mescid-i Cuma (isfahan) gibi bir eserde dahi örülen duvarlarda bu izleri ayrı ayrı görmek mümkündür.
    12’nci ve 13’üncü asırlardaki Anadolu, Roma topraklarında Türklerin iç Asya’dan ve iran’dan taşıdıkları sistemin ve abidelerinin inşa edildiği coğrafyadır ve hem bu devirde hem sonraki asırlarda atalarımız Farsçayı ve iran şiirini sevmişler, Mevlâna gibi düşünürler sayesinde iran ve Maveraünnehir’den gelen tasavvufu benimsemişlerdir.
    Osmanlı Türkiyesinde iran’ın kültürel etkileri her zaman vardır. Kütüphanelerimiz iran’dan gelen kitaplarla doludur. Sanatkârlarımız Tebriz ve isfahan’dan gelenlerle tanıştılar, dilimiz ve şiirimiz o edebiyatı büyük bir incelikle muhafaza etti. 18 ve 19’uncu asırlar Türkiye’de klasik iran edebiyatının en iyi incelendiği ve tetkik edildiği, benimsendiği iki asırdır. Özellikle Mevlevi tekkeleri iran kültür ve edebiyatının öğretildiği, inkişaf ettiği, sevildiği, sevdirildiği yerlerdi.

    Ege bölgesinde iran-Yunan uygarlık sentezi görülüyor
    Bununla birlikte bu sergide şu konu üzerinde önemle durmalıyız, 18 ve 19’uncu yüzyıl iran’ı ve Türkiyesi hem siyaset hem sanatlar bakımından henüz karşılıklı olarak mütalaa edilmemiştir. 19’uncu asır Türkiye Tanzimatı ve iran’da Kaçarlar devrini, resim sanatı, mimarisi, siyaseti ve idari reformlarıyla birlikte ele almalıyız.
    Bu sergimizde Tahran Arkeoloji Müzesi’nin (iran Bastan) koleksiyonları kronolojik sırayla ülke tarihi üzerinde bir fikir vermek için sunulmaktadır. Hiç şüphesiz iran’ın bilinmesi gereken dönemidir; unutmayalım ki memleketimizin Ege bölgesi yani klasikteki iyonya (iranlıların Yunan-istan dediği) ve Karya bölgeleri klasik iran ve Yunan uygarlığının sentezinin yapıldığı yerlerdir.
    istanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki iran sikkeleri ve hatta Sasani devrine ait ejderha kabartmaları eski iran uygarlığının hiç de küçümsenmeyecek sayıda eserle Türkiye müzelerinde ve coğrafyasında varlığını kanıtlamaktadır. Şu kadarını belirtelim; bu kalıntıların varlığı dahi Tahran’daki iran Bastan Müzesi ile Türk arkeoloji müzeleri arasında gelecekte de bir işbirliğini gerekli ve kaçınılmaz kılmaktadır.
    iran sergisi ile iran devlet yetkilileri iranlı müzeci dostlarımız cömertçe eserlerini verdiler. Maalesef müzelerimizin mali mevzuatı böyle bir sergiyi getirmeye müsait değildi; ancak 2010 komitesinin ayırdığı bütçe sayesinde sergi gerçekleşiyor. ikinci sergi Moskova’dan gelecek
    “Kremlin Sarayı Eserleri” olacaktır.
    Kadim dostum Ayşe Şasa
    Ben tanıdığım zaman “Son Kuşlar” adlı ilginç senaryonun yazarıydı. Bu film beni Türk sinemasında en çok etkileyenlerdendir. Ne alışılmış bir melodramdı, ne bir faciaydı, ne eski istanbul mahallesinin gelenek ve namus sağlamlığı üzerine bir söylemdi. 60’ların modası olmaya başlayan sosyalist söyleme de başvurmamıştı. Her devirde, her yerde görülen; maalesef çok insanın hazmettiği bir facia tipiydi. Bir genç kızın güzelliği, başının belası mutsuz evliliğinin etrafında dönen yeni hayat...

    ilk tepki mürebbiyelerine
    O zamanlar uzun saçlı, hüzünlü bakışlı bir arkadaşımızdı. istanbul’un en nadir sportmenlerinden olduğunu söylediler. Dağ kayağı, su kayağı, at binme vs. zengin ve yaşamasını bilen bir çiftin çocuğuydu ve galiba mali bakımdan çöküntüye giden bir işadamının...
    Epey bir zaman görüşemedik. Sonra beni aradı; artık tesettürlüydü, ehl-i tarikti, böyle huzura kavuştuğunu görüyordum. Okumaya meraklı, dinlemeye meraklı, iyi insan, eli açık insan; hayatta hepimiz birtakım badirelerden geçtik. Direnişimiz farklı; kimi aldırmaz görünüyor, kimi hakikaten aldırmıyor, kimi üstüne devrileni tevekkülle kabul ediyor, kimi sarsılıyor.
    Ayşe Şasa atlatması kolay olmayan sarsıntılardan geçti. Çevresini yargılıyor, daha doğrusu o çevrenin yaşam felsefesini ve toplum için önerdiği yolu... Belki onlar da hayat için öngördüklerini yaşayamadılar. Bizim toplumumuzda samimiyetle, açıklıkla ve sürükleyici bir üslupla kaleme alınan hayat hikayesi o kadar az ki...
    Ayşe’nin ilk tepkisi mürebbiyelerine dönük... Alman mürebbiyelerden şikayet ediyor. Bu tip şikayetleri başkalarından da dinledim. Herhalde ünlü Sergey Puşkin’den de dinlerdik. Ama Puşkin mürebbiyelerin getirdiği sorunu ve yarattığı uygarlık uçurumunu Rus dadısı ve malikanedeki aşçı ve hizmetçilerden görüp öğrendikleriyle aşabilmiş. Bizim kuşakta Puşkin’in şansı olmazdı. Besbelli ki bizim toplum, köy ve şehriyle bir büyük sarsıntı döneminden geçiyor. O dönem de bizi buldu. ilerisi daha iyi olacak.

    Gene arayış içinde
    Ayşe Şasa’nın hayatında rastladığı ikincil gruplar, ona göre birincinin getirdiği açığı sürdürüyor. Ama o gene arayış içinde, geçirdiği rahatsızlıklara rağmen huzuru arayarak ve çalışarak hayatı sürdürüyor. O hayat bizim kuşağın içinde rastlanan en zahmetlilerinden biri; zahmet ve yokluk kimden gelir, hangi sınıfa mahsustur, doğrusu malûm değil.
    Bu bilge arkadaşımın anılarını okudukça bunu daha iyi gördüm. Her zaman iyi, her zaman mütevazı, her zaman dinleyen; tereddütünü, kabul etmezliğini, isyanını da her zaman açıkça haykıran kadim dostum... Belki de onun için çıkmazlara itildi. Lakin seven ve arayanlar da onun için var.
    --spoiler--
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük