lale devri gibi dizilerde geçen saçmalıklardır. mesela eskinin makyajlı mankeni bugünün dizi prensi bir oyuncunun dizide oynadığı karakter herkesi hamile bırakıyor, gülüyorum tarzı saçmalıklar. rol bir adamın üstüne bu kadar mı uygunsuz olur.
tabiki en basta o salak salak bakislar geliyo. ya arkadas dizinin 3te 1i bu bakismalara gidiyo zaten hee bi de bi olay oldugunda oyuncunun yuzune yapilan zoom var.
dokuz canlı mıdır nedir tüm oyuncular. çizgi film izler gibi dizi izliyoruz. biri ölüyor sonra şak diye ortaya çıkıyor. çakal vardı bi tane çizgi film o bu kadar dirilmedi ya.
arka sokaklarda ekipten birinin cep telefonuyla başka bir ekip arkadaşını araması, yalnız cevap veren kişinin telsizle cevap vermesi. Öyle bir teknoloji varda ben mi bilmiyorum?
beykozda da olsa taksimdede olsa yaralanan kişinin taksimdeki hastaneye götürülmesi ve tüm ameliyatlara aynı doktorun girip, ameliyatı bizzat kendisi yapması.
(bkz: arka sokaklar)
baktığımızda amerika yapımı olan ve bütün dünyanın ilgisini çekmiş, büyük hayran kitlelerine sahip birçok dizi var. ancak bu dizilerin hiç birisinde zengin kız-erkek, fakir kız-erkek ve onların evliligini istemeyen aile buyukleri temalı diziler degildir bunlar. oysa bizim bircok dizimiz bu tema etrafında seyreder ve izlenir de. aslında bu bizim insanımızın begenisiyle ilgili bir şey. bizim insanımız bu tarz seviyor demek ki yapımcılar ve yonetmenler bu tarz dizilerde ısrarcı. tabiki benim gibi dusunen ve bu tarz sevmeyen insanlarda olacaktır ama piyasayı yonlendirecek sayıya hic bir zaman ulasamayacaklardır. onun icin de bu insanlar yabancı dizi izlemeye mahkumdurlar.
aşktan inanılmaz bir şey olarak bahsedilmesi. insanın 1 hafta tanıdığı kişiye deli gibi aşık olması. SOnra da birden o kişiyi unutup başkasına aşık olması vs... Kısacası aşk hikayeleri. Ama en önemli eksikliği tabi ki çok büyük ve bu düzeltilmediği sürece dizilerin %90 ı bir boka benzememeye devam edecek. (bkz: senaryo)
(bkz: deniz yıldızı) diyorum daha da bir şey demiyorum. elli kere kaçırılma, on kere ölümden dönme, kanser vakaları, trafik kazaları, hamilelikler, ihanetler. aradığınız bütün klişeler burada.
hangi dizi olduğunu hatırlamıyorum halen oynuyor mu onu da bilemiyorum ama bir dizide şöyle bir 4 kişinin incirlik üssünü bastığı sahne vardı. yok artık; eğer varsa öyle bir yetenekleri parası neyse verelim bizim ev sahibine de bir ayar versinler.
yıllarca pembe kuşak olarak verilen maria mersedes şeklinde izlediğimiz Brazilya dizilerinden sonra gayet normal gelip farketmediğimiz saçmalıklar olabilir.
saymakla bitemeyecek saçmalıklardır. koskoca istanbulda birbirinden habersiz olan 4-5 kişinin çok kritik bir anda birbirleriyle rastlaşması aklıma gelen ilk örnek. onlarca kişinin öldüğü çatışmalarda ulubatlı misali çıkan yiğidoların hiç bir yara almadan bir düzine adamı haklamaları. ama yine de birisi var ki sınırları zorlamakta: eniştenin baldızına aşık olup eşini bırakıp baldızını alması, sonra tekrar eski eşine dönüp tekrar baldızına sarması. belki biraz karıştırmış olabilirim ama en az bu kadar salakçaydı. bu salaklık katsayısını her sene biraz daha artırmayı nasıl becerebilmekteler, merak etmekteyim.
cebindeki üç lirayla oynayan adamların her allahın günü taksiyle istanbul turu yapması. ben toplu taşıma araçları uykuya yatınca çaresiz olarak üç kilometre yolu gözüm taksimetereye kilitlenmiş vaziyette, 'naptın dayı, tekerle mi oynadın, mıknatıs mı taktın alete?' diye içimden söylene söylene giderken bu paşalar camdan manzara keyfi yapmayı da ihmal etmiyorlar. taksi ücretinin heryere bir buçuk lira olduğu alternatif bir dünyada yaşıyor gibi. bu ablalar, abiler bir de denize on adım, eski dubleks evlerde yatıp kalkıyorlar ya... ooouuvvv az daha unutuyordum ülkemizdeki şu arka plan müziği manyaklığını. her boka ayrı müzik. tartışma çıktı, gir heyecan müziği'ni. duygu dolu anlar yaşanıyor, gir duygusal'ı. x sinirlendi; adamı dövmeye gidiyor, gir x'in müziğini. g ile z yasak ilişki yaşıyor, çabuk gir arkaya yasak ilişki müziğini. insanın düşündükçe eli ayağı titriyor. ben bir kalkıp su içeyim.
Başlığı görünce direk aklıma geldi. Kavak Yelleri dizisini izlediğimde hep Aynı okulun aynı sınıfından aslı nasıl tıp fakültesini, deniz nasıl siyasal bilgiler fakültesini, mine de ingiliz dili ve edebiyatı bölümünü kazandı derdim. sağlam saçmaydı hala sırrını çözemedim bu olayın.
kötülüğün hep belli mihraklardan gelmesi. örneğin öyle bir geçer zaman ki dizisi bu konuda klişelerden kendisini tam olarak arındırsa daha iyi hatta efsane olacakken, türk dizilerinde hiç görmeye alışık olmadığımız derecede rahatsız edici ve aslında keyifli bir karakter olan kaotik kötü ali kaptan dan esas oğlan ve şefkatli baba yaratma çabası çok leş yerlere gitmişti.
hadi bu yanarlı dönerli karakteri geçtik dedik.. arkadaş filmdeki tek kötü adam adayı olan milletvekili zat oğlu hakan a birlikte yaşadığı hatunu takdim ederken dedim herhalde bu caroline değildir..
bir adam düşünün koskoca milletvekili ama oğlunun beklentilerini yönetemesin. hadi olabilir diyelim. peki kendini harcamak uğruna oğlunu aldatan kadın ve sevgilisini oğluna yaklaştıracak kadar saçmalamak neyin nesi? ya onu da geçtim adam, hiç mi istihbarat yok da bula bula caroline i bulursun? ilk bölümden olayı bitirdiler, daha da uğraşmasınlar.
ya hayatta bir denge var, bugün iyi olan yarın kötü olur. niye mutlak iyi ve kötülerle hikâyelerinden anlatıyoruz, yok öyle şeyler hepsi masal hepsi rüya.
okların yay ile değil elle fırlatılması , hıçkırarak ağlamalarına rağmen gözüne hala toz kaçtığını iddia etmeleri , fabrikatörün zengin ve yakışıklı oğlunun çirkin ve atarlı işçi kıza aşık olması vs. . .
mihrimah sultanın abisine 'demek clara, ilk gece için iyi bir seçim' demesidir. 15-16 yaşındaki kız, sen nerden biliyorsun ilk geceyi, clara'nın iyi olduğunu? bu yüzyılda bile insan büyüğüne öyle diyemez be. mehmet de çakmadı ağzının üstüne bir tane...