yıllar önceydi, üniversite öğrencisiydim hava çok sıcaktı.
ne dolmuş param vardı ve de su alacaka param..susuzluktan dilim dışarı çıkmış bir halde , belki de yüzlerce yıl önce yapılmış olan çeşmeye doğru serap göre göre ilerliyordum..
parasızlığa da kahrediyordum bir yandan. daha ödenmesi gereken kira ve faturalar da bu fantezinin uç noktaları oluyordu. böyle bir çaresizlik ve susuzluk içinde çeşmeye yaklaştıkça gür bir şekilde akan suyun sesini duymak bile beni hızlandırıyor, bir an evvel kana kana içmem gereken o suya doğru aşkla şevkle yürüyordum.
nihayet vardım çeşmeye, bakır tası doldururken çeşmenin tam üstünde, mermere oyma işlenen ve gözüme ilişen bir ayet her şey alıp götürdü:
''dileseydi suyu tuzlu yapardı, şükretmeniz gerekmez mi''
suyu da unuttum susuzluğu da.. br yudum bile su içmeden kalkıp gittim. vallah.
sinirden neredeyse ağlayacakken yanınıza yeşil gözlü dünyalar tatlısı bir insanın gelip, bozuk aksanıyla ankara tıp'ın yerini sormasıdır. sonrası mı? tüm sinirlerim alınmışçasına okulun önüne kadar tek kelime etmeden birlikte yürümemiz ve sonrasında yine bozuk aksanıyla teşekkür etmesi. sonuç: hayat sinirlenmeye değer mi*
insan çok garip bi varlık hastalanınca tüm mutsuzluğunu unutur çünkü yalnızca iyileşmek ister. Mutsuzlukla, hasta olmak arasındaki farkı bilmiyorsanız orasını bilemem. Ayrıca eklemek istediğim mutsuzluk ve mutluluk gibi duygular gelip geçici olduğu için hayatı yaşamanız yetiyor..