insanı unutkanlaştıran da bir arkadaştır bu aynı zamanda.
işten dönerken serviste erkek arkadaşıyla telefonda konuşan bir hanımkıza kulak misafiri oldum, annesinin kullandığı telefonun pek teknolojik olmadığından bahsederken şöyle bir benzetme yaptı; "yaa mesaj yazarken bir harf için bir tuşa 3 kere basılan telefonlardan filan; ne kadar komik değil mi?"
değil amına koyim işte.
şunun şurasında 3 sene öncesine kadar 8810 kullanan, 5 sene öne bi mesaja 2 kontör yakan insanlardık, i phone 5 e girip 24 ay borçlandık diye adam mı olduk, gittiğimiz her yeri twitter dan cem i cümlemize ifşa ettik diye götümüz mü kalktı, sabah kahvaltısında bildiğin menemeni instagrama yükledik de sanat eseri gibi göründü diye götümüz tavana mı vurdu?.
hem mesaj çekme gelmişin 30 yaşına, varsa bi diyeceğin ara söyle; 30 saniye.
tüketimi ihtiyaçlarını karşılamaktan öte toplumsal saygı ve statü elde etmek için araçsallaştıran bireylerden oluşan postmodern toplumdur. örneğin bu toplumdaki bireyler kıyafet seçimlerinde soğuktan korunma ve ayıp sayılan yerlerini örtmekten öte estetik kaygılar güderler. çoğunlukla da aldıkları kıyafet eskimeden yeni bir tanesini alırlar.
Tüketim çılgınlığı,günümüzün yegane gerçeği.Daha düne kadar bende bu gerizekalı insan toplumundan biriydim.Ama şunu fark ettim ki, Son Model bir Ferrari ISteyen Ben değilim,Beymenden Takım Elbise giymek isteyen de ben değilim ya da dünyanın içinde ki tüm varlıklara tüm kadınlara,tüm arabalara,tüm arsalara,tüm konutlara,tüm yapıtlara herşeye ama herşeye sahip olmak isteyen yedikçe daha çok büyüyen ve daha çoğunu isteyen şey ben değilim.Bu sadece günümüzde ki kapitalist sistemin bana televizyon gazete ve diğer insanlar aracılığıyla pompaladığı EGO diye tabir edilen içimizde ki canavarın istekleri.Ve şimdi ben o canavarın anasını ters tutup düz sikerken,tek dileğim çok paramın olması ve o parayla..
Son model bir kırmızı ferrari alıp,Ankaranın en büyük meydanında binlerce insanın gözü önünde sade,çelikten yapılmış gayet işe yarar bir silah olan çekiçle onu parçalamak.SAnırım bunu yaparsam,dünyanın gerçekten sahibiymişim gibi hissedeceğim kendimi.isteyenlere parçalayacağım ferrarinin parçalarını da hediye paketleri halinde gönderebilirim *
Mutlu ve Huzurlu olmak için,temiz hava ve sudan başka hiç bir şeye ihtiyaç duymayan bir adamın ruhundan gelen sesinin yazdığı bir yazıdır bu yazı.Rahat olun,evden çıkarken ceketini yanınıza alın ama egonuzu almayın *
--spoiler--
"Tüketim toplumu demek çocukluk yaşını geride bıraktıkları halde çocukça hevesleri terk edememiş insanların toplumu demek. Günlük konuşmalarını otomobillerin veya güneş gözlüklerinin markalarına hasreden insanlara yetişkin denilemez. Bu insanları oyuncakla kandırmak kolaylaşmıştır çünkü. Ülkemizde yaşını başını almış insanlar oyuncaklarından ötede bir şeyle ilgileniyor değiller. Ama çocuk kalmanın çok daha üzüntü verici göstergesi bu insanların oyuncaklarından 'ihtiyaç' adı altında söz edişleridir."
--spoiler--
(ismet özel - tavşanın randevusu')
on5yirmi5.comda bir köşe yazarı konuyla ilgili bir yazı dizisi yayınlıyor epeydir. ilk defa dikat kesilip sosyoloji üzerine bir sürü kavram ve tanımlamayı anlamaya çalıştım. henüz türkiye bahsine girilmemiş ama sanırım dördüncü bölümde yazılacakmış. ya baba harbiden fakında değiliz ama tükenen sahip olduklarımız değil bizmişiz.
--spoiler--
Cemil Meriç bu durumu; 'Sanayi devrimi hayat üslubunu alt üst etti ya altüst olan ruh dengemiz?' diye sorguluyor. Sahiden, ya ruh dengemiz? Yaşadığımız ile yakındığımızın aynı olma dengesizliği? Madde üzerindeki hâkimiyet insanlığın en büyük zaferi ise neden mutsuzuz? Her şeyimiz varken niye kanaat ahlakıyla yaşayamıyoruz, yetinmeyi bilmiyoruz? Madde mi bize hükmediyor biz mi maddeye?
Bir dönem sadece zenginlere has yaşam biçimi olarak tanımlanan ihtiyacından fazlasını tüketmek, elde etmek; temelli hazcılık; şimdilerde ihtiyacı olmadığı halde çiftlerce ayakkabıyla, tıka basa elbiseyle dolu gardıroplara sahip ve imaj uğruna daima güzele yönelen bireylerin, can sıkıntısının çaresini alışveriş yapmakta bulan kadınların, bir kere alınıp uzun yıllar kullanılacak ürünlerin yerini kullan, at ürünlerin aldığı, gösterişin ve bu yolla kabul edilme ya da kabul görmenin önemsendiği, saygınlığı kredi kart limiti; araba modeli, oturulan semt ya da konutların, her türden eşyanın markasıyla kazanıldığını düşünen sıradan ya da olmayan her kesimin yaşam tarzına neden dönüşmüştür?
--spoiler--
konu hakkında yazılmış en kapsamlı yazılardan biri bu sanırım.
devamını okumak isteyenler için:
1. bölüm: http://www.on5yirmi5.com/genc/koseyazisi.aspx?c=18025
2. bölüm: http://www.on5yirmi5.com/genc/koseyazisi.aspx?c=18477
mütemadiyen tüketiyoruz, tüketiyor ve tükeniyoruz. hep talep ediyor insanoğlu, arz çoktan unutulmuş bir kavram. hepimizin gözü aç, hep daha fazlasını istiyor ve elimizdekileri tüketmekten asla yorulmuyoruz. sevgi, saygı, hoşgörü, iyi niyet, dürüstlük gibi insan olmanın temel belirtileri olan duyguları zaten çoktan tükettik ve şimdi sıra hayallere ve umutlara geldi. her birimiz bir diğerimizin hayallerini tüketmekte, kendi hayallerimizi tüketmek yetmiyor çünkü. başkalarının hayalleri ve umutları da yok olsun istiyoruz ve hatta kimsenin hayal kurmaması ama en çokta kimsenin umutlarının yeşermemesi belki de asıl istediğimiz. bu yüzden kurduğumuz hayallerin başkaları tarafından küçümsenmesi ve bu yüzden içimizde binbir emekle filizendirdiğimiz umut çiçeklerinin ta kökünden hoyratça koparılmaya çalışılması en sevdiklerimiz tarafından. keşke her şey ekonomideki gibi olsa ve ürettiğimiz ölçüde tüketerek kurabilsek insanlığımızın dengesini. umutlarını tüketenlere biz umut aşılasak ve hayallerin kaybolduğu noktada yepyeni hayaller kurmayı öğrensek ve öğretebilsek keşke. nereden geliyor bu ben umut edemiyorsam sen de etme mantığı? yoksa tükettiğimiz her iyilikte ve güzellikte fark etmeden insanlığımızın da bir parçasını mı tüketiyoruz? eğer öyleyse az kaldı demektir neslimizin tükenmesine, ha gayret...
homoecomonicusun evrimleşerek homocapitalismusa dönüşümü ile gerçekleşir. fakat aslında tüketimden kasıt sadece firmanın arzına yüksek bir talep oluşu değildir. herşey büyük bir hızla tüketilir. popülerizm zirve yapar, hafızalar zayıflar, sevgiler, değerler tüketilir:
(bkz: richard sannett) (bkz: karakter aşınması)
nereye gidiyor bunun sonu bilmiyorum. tüketmenin sınırı yok harbiden. 20 yıl sonrasını düşünemiyorum.
eskiden bi malboro vardı bi beyaz malboro say bakayım şimdi kaç çeşit malboro var? televizyon 37 ekranla 67 arasıydı . renkliyse de tadından yenmezdi. ver şimdi 250 tl., bin küsur kanal karşında. ulen tek tek kanal değiştirsen 3 saatini alır. şimdi plazmanın modası geçti lcd'si, projeksiyonu, led tv'si. cep telefonu desen ha keza. satılan otomobillerde elektrikli ön cam opsiyondu kardeşim, şimdi say say bitmez. bi migros vardı, market olarak. bir de sokaklarımızdaki yağlı boya kapılı bakkallarla, buzdolabının motoru dükkan kapısının üstündeki kasaplar. şimdi et market, teknoloji market. mobilya marketi var babacım.
fotoğraf makinesindeki film bitince tab ettirmeye götürdün mü iki gün sonra alırdın, merakla eve gelip nasıl çıkmış diye bakardın. bunların hiç biri kötü değil ha. peki ne paralıyorum bir tarafımı? tırsıyorum kardeşim. 5 yaşındaki yeğenim tv'min kumandasıyla tv'de oyun oynamayı gösterdiğinden beri, dijital kamerayı kullanmayı 9 yaşındaki komşunun oğlundan öğrendiğimden beri, arabanın radyosunun ayarlarını yıkamacı çocuktan öğrendiğimden beri. ben bir sözlükte yazıyorum. iyi kötü, bilgisayar kullanıyorum. ama herşey çok hızlı gidiyor yetişemiyorum. ve ben tırsıyorum.
insanların kendileri için değil, artı değer üzerinden daha fazla kar elde eden kapitalist tekellere , yani piyasa için ürettikleri bir iktisadi sistemde doğal haliyle bulunan küçük-burjuvazi , orta sınıf ücretli ve sanayi işçileri gibi değişik toplumsal tabakaların kapitalizm ile olan organik ilişkisidir. Kapitalizmin yükselişine yardımcı olduğu gibi kapitalizmin krizlerinin de en temel sebebidir. Kısaca ,
(bkz: Eat till you explode)
fordizm sonrası ortaya çıkan tüketim yokluğunun, daha az çalışma zamanı-daha fazla para yöntemi ve medyanın da kullanımıyla ortaya çıkan gerçek. bugün ford'Un ford markası olmasındaki temel nedendir. zira 20.yy başında çalışanları köyden gelen, gece hayatını bilmeyen, lüks nedir bilmeyen insanlardı. bundan dolayıdır ki tüketme ihtiyacı olmayan insanlardı. tüketimi arttırmak için gereken şey de lüks tüketimini arttırıp, satışları sağlamaktı.
her aldığı eşyanın eskisinden az dayanması sonucunda yaşamak için daha çok tüketmeye mecbur olan toplumdur. yani adam ne yapsın, buzdolabı bozulunca almasın mı?
eskiden ayakkabı delinmeden atılmazken şimdi iki sene giyince eskidi gözüyle bakılıyor, neden mi? tüketim toplumlarında moda da hızlı değişir de ondan.
en iyi örneklerden biri artık türkiye'dir. hatta daha da iyi bir örnek bizim köydür.
geçen sene köye gittim. köy dediğime bakmayın, aslen merkezdenim ama merkeze bağlı köylerden birinden bahsedeceğim size.
komşular, akrabalar, tanıdıklar sağolsunlar iyi karşıladılar. ne de olsa büyükşehirden misafiriz biz. senede bir kere gelen adamlarız. neyse, bir gün çarşı geziliyor bir gün pazar. bir gece pancar tarlasında mangal, bir gece bahçede sohbet. derken bir gün "haydi filanca köyde yemek yemeye". bize uyar!
köye gittik ama köyün hiçbir yerinde cep telefonu çekmiyor. dolaştığım heryerde şahsen kontrol ediyorum, yok, yok, yok! yemekten önce oturduk köy kahvesine ve başladı hasbihal.
laf, biraz da benim sayemde döndü dolaştı telefon meselesine geldi. dedim ki "dayılar telefon çekmiyor mu bu köyde", "he öyledir yeğenim, çekmez" diyen herkes elini attı cebe, çıkardı birer tane kameralı telefon. benim yüzümün halini siz düşünün artık.
ulan madem çekmiyor o telefonlar ne? madem telefon aldın o kameralar ne? sen yönetmen misin? senin o telefonu alman için bir römork pancar satman lazım.
diyeceğim o ki, tüketim toplumu olmuşuz da kendimizi tüketmeye başlamışız haberimiz yok!