Son zamanlarda bir çılgınlık halinde bütün dünyayı sarmış olan serinin ilk kitabı Alacakaranlık. Uzun yıllardır çeşitli romanlara, şarkılara, filmlere ve efsanelere konu olmuş bir olgu üzerine yazılmış: Vampirlik.
Ancak alışılmışın dışında, bu kitapta vahşetten çok romantizm yer alıyor. Bu da, eserin gençler arasındaki popülerliğinin nedeni elbette. Alacakaranlık, vampir edebiyatının kilit ismi olan Anne Rice kitaplarında göze çarpan şiddetten hiç
nasibini almamış gibi görünüyor. Yazar Stephanie Meyer, vampirlerin o vahşi ve kanlı dünyasından çok, aşk romanlarındaki tozpembe atmosferinden esinlenmiş görünüyor.
Kitap, baş kahramanlardan biri olan Bella'nın annesinin evinden babasına taşınması ile başlıyor. Yıllardır yaşadığı büyük kentten çıkıp da küçücük bir kasabaya yerleşecek olmasından elbette ki pek mutlu değildir. Ancak bu mutsuzluğu, günümüz genç kızlarının bir numaralı sevgili modeli, "Edward Cullen" ile tanışana kadar sürüyor tabii.
Edward ve vampir ailesi, okulda kimselerle konuşmayan tiplerden. Ancak Bella bu kuralı bozuyor ve Cullen ailesinin yakışıklı vampirine aşık oluyor. Başta bu insan vampir arkadaşlığı pek düzgün ilerlemese de, tarafların birbirlerine git gide bağlanmasıyla birlikte her şey rayına oturuyor. Yazar bu arkadaşlığı açıklarken sayfalar dolusu aşk sahnesine yer vermiş ancak en gerekli noktayı ihmal etmiş:
Bir vampiri, onun doğasını ve temel özelliklerini.
Vampirlik, yüzyıllardır süregelmiş köklü bir mittir ve gerek bilimsel araştırmalar, gerekse tarihin derinliklerinden gelen anılar sayesinde belli bir şekle bürünmüştür. En temel gerçeklikler şunlardır: Vampirler kan içerler, sonsuza kadar yaşayabilirler ve güneşte parlamazlar! Geceleri avlanmak zorundadırlar, çünkü güneş tenlerini yakar, onların ölmesine sebep olan az sayıda etkenden biridir. Buna rağmen, sevgili Edward Cullen'ımız güneşin altında gerine gerine dolaşmaktan çekinmiyor. Bu da yetmezmiş gibi, moleküllerine ayrılmak yerine, bir pırlanta gibi güneş gördüğü anda parlamaya başlıyor. Bu, Meyer'in Edward'ı yaratırkenki kusursuzluk takıntısının sonuçlarından yalnızca biri. Eh, başarmış gibi görünüyor öyle değil mi?
Alacakaranlık dediğinizde kendini "Edwaaaaard" diye haykırarak yerlere bir atmayan kız bulabilirseniz, oldukça şanslı sayılırsınız.
Kitabın bir başka zayıf yönüyse edebi dili. Kitap edebi yönden oldukça zayıf, neyse ki yazarın da buna bir itirazı yok. Ancak Türkçe çevirideki baştan savmalık, kitabı oldukça basitleştirmiş. Kitapta Cullen'in altın rengi gözlerinden ve muhteşem yüzünden başka betimlemeye rastlamak oldukça zor. Ayrıntılara girmekten kaçınılmış, cümleler fazlasıyla kısa ve yazar, bazı yerlerde kestirmeden gitmekten hiç çekinmemiş. Örneğin Bella'nın annesinin evinden babasına taşınması, sadece bir cümleyle anlatılıyor. Karakterlerin ruh hali yansıtılmamış, Bella'nın Edward'ı ne kadar mükemmel bulduğundan başka bir düşünce arıyorsanız üzgünüm, bulamayacaksınız. Kitabın orijinal versiyonunda bu yalınlık fazla göze batmıyor.
Vampirliğin doğasına aykırı hikaye ve edebi sorunların yanında, kitabın olumlu yönleri de var elbette. Yazar bir gencin ruh halini oldukça iyi biliyor gibi görünüyor. Bella'nın Edward'a aşık olma safhası ve onunla birlikteyken hissettikleri oldukça gerçeğe uygun. Ayrıca başından savamadığı hayranları, ailevi problemleri, sakarlıkları ve beceriksizliğiyle insanların kendisiyle özdeşleştirmekten hoşlanacağı bir karakter Bella.
Özet olarak, Alacakaranlık milyonlarca hayranına rağmen, gerçek bir okuru doyuracak nitelikte değil. Eğer vampirlerle ilgili gerçekçi ve vahşi bir şeyler okumak istiyorsanız, sizi Anne Rice'a yönlendirmekten mutluluk duyarım. Hiç değilse Rice'ın Léstat'ı parlamıyor ve Edward'ı kahvaltı niyetine yemekten kaçınmayacaktır. *
edit: acaba bunu eksilemek için önce okumak gerektiğini kavrayacak kadar gelişmiş bir beynin var mı, yoksa prokaryot bir hücreden mi oluşuyorsun?
serisini yoğun istek üzerine bitirdikten sonra rahatlıkla üzerinde yorum yapabileceğim roman.
öncelikle çok şaşırdığımı söylemeliyim. şaşırdım çünkü insanların hangi akla hizmet bu kitaba aşık olduğunu ve dolayısıyla hem ülkemizde hem de başka ülkelerde bu serinin best seller listesine girdiğini anlamadım. kitabın üslubu ipek ongun un bir genç kızın günlüğü serisindeki üsluptan daha kötü. bi tane genç kız... efendim aşık oluyor, aşık olduğu herif vampir çıkıyor, olaylar gelişiyor da hede hödö... spoilera girmemek için ayrıntı vermicem ama hakkaten serinin bütün kitaplarında ne bir farklılık var ne de sürükleyicilik.
ayrıca bella karakterinin edward karşısında bu kadar ezilmesini, gururunu bu kadar ayaklar altına almasını, edward'ın çevresinde pervane gibi dönmesini ve bunu takiben edward'ın da resmen hindi gibi kabarmasını da şiddetle kınıyorum. şimdi bu romanı okuduktan sonra bütün kızlar ' ay erkek arkadaşım ne istiyosa yapmalıyım. onun için kendimden vazgeçmeliyim. aşk budur' felsefesiyle madara olurlarsa hiç şaşmam.
sonuç olarak... bu yorumumdan sonra gelecek olan ıyyyy, iğrenç oylarımı da başımla beraber kabul ederek... beğenmedim, hiç beğenmedim.
aslında biz kızların edward'a aşık olmasının belli başları sebebleri var.
1) hiç bir zaman babamız da dahil kimse bizi edward'ın koruyup kolladığı gibi koruyamayacak.
2)hiç bir zaman yunan heykeli gibi bir sevgilimiz olmayacak. en basitinden edward yemek yemez uyumaz. hal böyle olunca ağzı kokmaz tuvalete gitmek zorunda kalmaz. ilahi birşey. ayrıca bella da kitapta sık sık onun hayalden bile güzel olduğunu söyler.
3)ordan oraya zıplayan ama saçı dağılmayan bir varlık daha yoktur.
4)kimse sizi ne yazık ki bu kadar tutkulu sevmeyecektir. her tutulu aşk elbet bir gün o tutkuyu kaybedecktir. sevgi baki bak ona bir lafım yok!
5)imkansız aşk en güzel aşk be sözlük!
6)Size hiç ninni yazan sizi düşünerek besteler yapan bir erkek mümkün geldi mi? onları artık üretmiyolar ne yazık ki.
herkesin ilgisini çekiceğini düşündüğüm filmden unutulmayan diyaloglar:
*Bella Edward'ın evine ilk girdiğinde:
Edward Cullen: What did you expect? Coffins and dungeons and moats?
Isabella Swan: No, not the moats.
Edward Cullen: Not the moats.
Edward Cullen: And so the lion fell in love with the lamb.
Isabella Swan: What a stupid lamb.
Edward Cullen: What a sick, masochistic lion.
*Bunun için bir yorum yapmaya gerek yok herhalde..=)
*rosalie ile bella nın ilk cullenların evindeki atışmasından..
Rosalie Hale: No, she should know. The entire family will be implicated if this ends badly.
Isabella Swan: Badly as in... I become the meal.
*edwardın bellayı port angelestaki adamlardan kurtardıktan sonra arabının içinde geçen konuşma..
Edward Cullen: I should go back there and rip those guys' heads off.
Isabella Swan: Um... No, you shouldn't.
Edward Cullen: You don't know the vile, repulsive things they were thinking.
Isabella Swan: And you do?
Edward Cullen: It's not hard to guess.
Edward Cullen: Can you talk about something else? Distract me so I won't turn around.
Isabella Swan: You should put your seat belt on.
Edward Cullen: Haha... you should put your seat belt on!
*okulda bahçesinde..
Isabella Swan: Everybody's staring.
Edward Cullen: Not that guy. No he just looked. Breaking all the rules now anyways. Since I'm going to hell.
*port angeles'taki yemek..
Isabella Swan: Did you follow me?
Edward Cullen: I... I feel very protective of you.
Isabella Swan: So you followed me.
Edward Cullen: I was trying to keep a distance unless you needed my help and then I heard what those low-lives were thinking.
Isabella Swan: Wait. You say you heard what they were thinking?
Isabella Swan: So what you... you read minds?
Edward Cullen: I can read every mind in this room apart from yours. There's... Money. Sex. Money. Sex. Cat... And then you, nothing. That's very frustrating.
Isabella Swan: Is there something wrong with me?
Edward Cullen: See... I tell you I can read minds and you think there's something wrong with you?
*edward ailesiyle tanışmasını istediğini söyler bellaya..
Edward Cullen: I'm gonna take you to my place tomorrow.
Isabella Swan: Thanks... Er, wait, like with yout family?
Edward Cullen: Yeah.
Edward Cullen: W-what if they don't like me?
Edward Cullen: So you're worried, not because you'll be in a house full of vampires, but because you think they won't approve of you?
Isabella Swan: I'm glad I amuse you.
*edward güneşte parlar..
Isabella Swan: It's like diamonds... you're beautiful.
Edward Cullen: Beautiful? This is the skin of a killer, Bella... I'm a killer.
Isabella Swan: I don't believe that.
Edward Cullen: That's because you believe only the lies... the camouflage. I'm the world's most dangerous predator, Bella. Every thing about me invites you in. My voice, my face, even my smell.* As if I would need any of that... as if you could out run me... as if you could fight me off. I'm designed to kill.
Isabella Swan: I don't care.
Edward Cullen: I've killed people before.
Isabella Swan: It does not matter.
Edward Cullen: I wanted to kill you at first. I've never wanted a human's blood so much, before.
*james in bellayı ısırmasından sonra hastanede geçen konuşma..
Isabella Swan: You can't leave me!
Edward Cullen: Shh... Where else would I go?
*port angelestaki yemek..
Edward Cullen: I don't have the strength to stay away from you anymore.*
Isabella Swan: Then don't.
Edward Cullen: You're like a drug to me. Like my own personal brand of heroine.*
Isabella Swan: About three things I was absolutely positive. First, Edward was a vampire. Second, there was a part of him, and I didn't know how dominate that part might be, that thirsted for my blood.* And third, I was unconditionally and irrevocably in love with him.
hemen hemen herkesin "sıradan bir aşk filmi" olarak değerlendirdiği filmdir, buna rağmen fragmanları bile izlenme rekorları kırıyor. neden acaba? "edward cullen"ın çizdiği güçlü, sahip çıkan, koruyucu, olgun, dürüst, şeffaf, yalansız, çıkarsız, saf, bağlı, ailesine/sevdiğine düşkün ve abazanlıktan yavanlıktan uzak erkek duruşuna bakacak olursak dönemimizde ne bu tip bir erkek dolayısıyla ne de böyle bir aşk yaşanabildiğini görüyoruz.
kadınların özlemini duyduğu tüm özellikleri üzerinde toplayan, yetmezmiş gibi bir de fazlasıyla ilgi çekici olan edwart cullen karakteri, dönemimizin zayıf kişilikli, yalancı, cahil, kurnaz, çapkın, sahiplenmenin ne demek olduğunu bilmekten uzak ve üç kelimesinden biri muhakkak "karı-kız-rus-sex-hatun-manita-götürmek-sevişmek" olan (üstelik bir de çirkin)erkeklerinin yanında "olması gerektiği gibiyken" o kadar "sıradışı" kalıyor ki... bence tam bu noktada tüm erkeklerin bu filmi izleyerek inandıkları saçma teorileri bir kez daha gözden geçirmeleri gerekiyor.
ha ekstradan bir de robert pattinson rolünün tam karışılığını veriyor...
twilight bir aşk filmi, aşk kelimesine yakışan bir film.
edit: bizimkilerde maymundan evrilmiş tipde olmasına rağmen hem karaktersiz hemde afralı tafralı ıssız adamlar piyasaya sürsün ancak.
ülkemin genç tayfasının suyunu, suyunun suyunu, bokunu çıkardığı filmdir. ulan vampir dediğimiz zaman aklımıza zaten blade gelir, blade serisi gelir. son filmi serinin düşüşe geçtiği film olsa bile efektleri ile olsun oyunculuğuyla olsun "işte vampir böyle öldürülür amuna goyim tutmayın beni blade olacam" ben dedirten bir filmdir adama. dövüş sahnelerine hiç girmiyorum. jiu jitsudan aikidoya, kung fudan karateye geniş bir yelpazede dövüş sanatlarına yer verilmiş ve bunlar oldukça başarılı bir şekilde uygulanmıştır. bu tıvaylayt denen sikimsonik aşk filmi çerezden öte film değildir. kimileri sıradan olmayan yeni bir film diyebilirler ben de onlara buradan nah çekmek isterim. koy yakışıklı erkek, bir iki saçma salak aşk al sana film. gençlerimizde avatarlarına koysunlar. işte sanat bu!
gösterime girmeden önce müzik dergileri, internet siteleri gibi bilumum yayın organlarında reklamı yapıldığından ve konusuna olan ilgimden * mütevellit gösterime girdiği ilk gün büyük bir gazla izlemeye gittiğim film.
çıktığımda bilete verdiğim sekiz liranın acısı ile kahrolmuştum.