Türkiye'de zenginler, yahut patronlar kulübü diye bilinen TÜSiAD'a karşı, birdenbire politikacıların zehir zemberek "bölücülük" suçlamaları manşetleşti basının gündeminde.
***
Vaktiyle Türkiye'de "Devlet eliyle kişilerin nasıl zengin edildiğini", "ulusal gelirin dağılımındaki uçurumları", "en büyük düşmanın yoksulluk olduğunu" açığa çıkarmak isteyen kalemler; "komünistlik"le suçlanır ve TCK'nın 142'nci maddesinin çiğnendiği gerekçesiyle ağır ceza mahkemesine verilirdi.
***
O yazı emekçileri, nerede halka açık bir konuşma yapmaya kalksalar; her yerde hazır ve nazır olan belirli gruplar, hemen bağırmaya başlarlardı:
- Moskova'ya, Moskova'ya...
Birçok kez de linç girişimleri yaşanırdı.
***
Bugün aynı kezzaplı rüzgarlarla TÜSiAD, "bölücülük" yapmakla suçlanıyor.
Bu ne kaderin cilvesidir, ne de kendini bilmezliğin bir sataşması.
***
Kozmos'daki durdurulamaz değişimlerle, bu değişimlerin nasıl bir zıtlaşma sonucu bir zıplama yaptığı ve bu doğa olgusunun "yer" küresi üstündeki insan toplumlarına nasıl yansıdığı; Türkiye'de de tekmelene tekmelene reddedilmese ve "değişim"in bilimsel mekanizmasını incelemek yasaklanmasaydı...
Yazar suçlamalarından, TÜSiAD suçlamalarına nasıl gelindiği hemen anlaşılırdı.
***
Taş devrinden Uzay Çağı'na nasıl gelindi?
Aristokratların egemenliğindeki toprak köleliliğinden; fabrika üretimlerinin patronlarıyla mayalanan, burjuva sınıfı egemenliğine nasıl geçildi?
işçi sınıfının kol gücüyle yaptığı üretimden; kömür ve buhar gücüyle yapılan üretime; buhar gücüyle yapılan üretimden, petrol ve doğal gaz gücüyle yapılan üretime; nükleer enerjiye, elektroniğe, otomasyona nasıl geçildi?
Ve Dünya Savaşları'ndan Avrupa Birliği'ne; "ulus-devlet" modeline bağımlı yerel ekonomilerden, küresel ekonomiye nasıl geçildi?
***
Asla durdurulamayan ve gitgide hızlanan böylesi bir "değişim" tablosunda; kimler statükocu yani tutucu, kimler değişimciydi?
***
Önceki günkü TÜSiAD Genel Kurulu'nda, TÜSiAD Yüksek istişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç, bakın ne diyordu:
"Değişime ve gelişime set çekmeye çalışan bazı siyasi akımlar; yeniliklere direnen statükocu kesimler; 301 örneğindeki gibi, demokratik açılımlar lehine irade koymak yerine, mevcut atmosfere kendini teslim edenler; karamsarlığı besliyor"
***
Modern teknoloji sayesinde değişen enerji kaynakları ve üretim biçimleri sonucu; kol gücüne dayalı işçi sınıfına ihtiyaç azalırken; kendi iç pazarını aşan üretim sektörü de; küreselleşmiş bir dünyada, yoksulluğun azalmasını ve müşterilerin yaygınlaşmasını istiyordu.
***
Böylesi bir değişime karşı çıkanlar kimlerdi?
"Bağımsızlık" adı altında kutsallaştırdıkları "devlet" kavramının arkasına sığınarak; kendi saltanatlarını sürdürmek ve yönetilen kesimin bireylerini susta durdurmaya kalkarak, adeta gizli bir iç sömürge manzarası gösteren "statüko"nun sürüp gitmesini isteyenler...
***
Özellikle dış dinamikler, köylü ağırlıklı böyle bir yapılanmayı zorluyordu.
Ve "islam-Hıristiyan" çatışması gibi gösterilen çatışma da, gerçekte "köylülük - kentleşmişlik" çatışmasıydı.
1848'in Proletarya Enternasyonalizmi; değişen enerji kaynakları ve işçi sınıfının tarihe gömülmeye başlamasıyla, "Burjuva Enternasyonalizmi"ne dönüşmüştü.
***
Statüko'ya karşı, TÜSiAD'ın "değişim"den yana ilerici bir kimlik sergilemesi hiç de şaşırtıcı değildi.
Ne var ki, bireylerin "yaşam kalitesi" açısından, neden Yunanistan'ın 65 basamak altında kalındığını açıklamaya hiç yanaşmayan Statüko'nun kapı muhafızları; kutsallaştırdıkları sloganlarla, belalı çalkantı ve cinayetlerin de pıtıraklaşmasına neden olabilirlerdi.
***
TÜSiAD'ın ve kendi uğraş alanlarında evrensel bir kaliteye özen gösterenlerin; "onlar-biz" ayrımından medet ummaya ihtiyaçları yoktu.
Ama birtakım donanımı ve kapasitesi düşük kesimler; çeşitli demagojilerle, sloganlara cankurtaran simidine sarılırcasına sarılmak zorundaydılar.
***
TÜSiAD'ın, işadamları arasındaki iş hanımlarından Arzuhan Doğan Yalçındağ'ı da başkanlığa seçmesi "değişim" öncülüğünde ileri bir hamleydi.
ileri bir hamleydi, çünkü "erkek millet"; zıt yönden değerlendirildiğinde "kadınsız millet" olmakla övünme garipliğine düşülmüş bir ülkede; ekonomik açıdan 21. yüzyılı en iyi algılayan bir örgütün başına genç bir hanımın seçilmesi, zorlama bir Kemalizm'in yerini, sosyo-ekonomik bir dönüşümün aldığını gösteriyordu...
***
Avrupa Birliği üyeliği gerçekleşinceye dek, birtakım çalkantıların yaşanması da olası görünmede.
Keşke TÜSiAD, önüne gelen politikacının rahatça ateş edebildiği bir örgüt olmanın ötesinde bir serpilmeye daha çabuk ulaşabilseydi.
O zaman "gelişmiş"lik payesine erişme motoru da, daha hızlı çalışırdı.
***
Vaktiyle yazı adamlarına karşı "komünistlik" suçlamaları, nasıl oldu da TÜSiAD'a karşı "bölücülük" suçlamalarına dönüştü?
Durdurulamayan diyalektik bir değişimin cilveleri işte...