turuncu gözlü mavi tenli beyaz saçlı hatun

entry14 galeri1
    1.
  1. iki kez karşılaştığım, hayalimdeki hatundur. o kadar hayal edemiyorum ki tanımlamakta güçlük çekiyorum. o rengarenk dövmeleri, ''yi bini tosbik'' der gibi masum ama bir o kadar da haşin bakışları... olmayan birine mi aşık olmak? aşık olunanı mı yaratmak? ben de bilmiyorum sözlük. bembeyaz vücudunun adductor longusundan tuz yalayıp tekila içmek. partilerde hoplaya zıplaya eğlenip evin yolunu zor bulmak. birimiz marlboro içerken diğerine ''lan o ne amk al, davidoff'' demesi... o incecik ses tonuyla brutal vokal yapması, her haggard şarkısına birlikte cover yapmamız... ah be corç. kafanda gri bandana, koynunda antin kuntin kolyeler... çilleri o sanki yüzünde mandalina suyu patlamışcasına... incecik bileklerinle rugby oynamamız. ''yık geç bini'' bakışların... ah be maykıl. (kim lan bu maykıl?) neyse efendim bir gün buldum ben bu kızı...

    yıl 2015. artık tosbağa iyice serpilmiş. bir o kadar da marjinalleşmiş toplum gözünde. kimi adam tarafından nefret edilen, kimi adamlar tarafından koruyup kollanılan... kimi kızlar tarafından ''offf şu malla knşmyın yha'' sesleri yükselirken o sesleri ''tosbiiiiiiikk'' seslerinin bastırışı... neyse artık saçı sakalı düzgün. kılık kıyafeti düzgün, artık facebook yerine kartvizit, mesaj yerine mail gönderen bir iş adamı olmuş; bir cumartesi gecesini anjelique'de geçireceğim...

    hazırlıklar yapılmış, yer ayırtılmış ''white day'' için. kadın? kadın çok... elimi savursam bi grunge, bi punk, bi latine çarpacak çevrem olmuş... ee rehber desen bir cönk misali. ''ah pardon götümle aradım'' diyeceğim bir sürü avrat... para desen şöminede yakıyorum. uzatmadan; elimde purom, viskim düşünüyorum. değişik stratejiler kuruyorum. tamam kız bol ama bana hayalimdeki hatun lazım. zaten o gece de artık birbirimizin son yalnız gecesi olacak, artık hep beraber kopacağız. öyle bir kız olacak ki içi beni, dışı roma'yı yakacak. evleneceğim de artık erkenden. bekarlığa veda partisi niyetine gideceğim ortaköy'e. o otoparktan artık hep 2 kişi çıkacağız. yani 3'e 5'e nazaran 2.

    bir anda aklıma o geldi sözlük. elimden düştü kristal bardağım. neyse ki kırılmadı bir o kadar da sağlamdı. dökülen viskiye zippo ateşledim. alevleri izlerken suratı aklıma geliyordu. alev gibi saçları, o bebeksi, narin, fındık yiyen sincap, yapraktan su içen bambi misali... sanki dokunsam uf olacakmış da, dokunma der gibi bakışları. bir o kadar da ateşiyle gözlerimi kavuran sıcaklığı vuruyor beynime beynime. gün henüz salıydı.

    çarşamba sabahı uyandım, hastayım. gitmedim ofise. hasta olmama rağmen sabah sporumu yaptım. artık karar vermiştim her şey turuncu olmalıydı. bu sabahtan sonra her gün portakal, mandalina suyu içecek, ara öğünlerde havuç tüketecektim. beta karoten bir yaşam beni bekliyordu sevdiğimin turuncu saçlarının arasında. yıkılmak bilmeyen hayallerimi, durmadan tazeleyeceğim anılarımı canlanıyordum yeşil gözlerimde. öğle yemeğini dışarıda yeme kararı aldım. çıktım oturdum bir restorana. siparişleri verdim bekliyorum. iki sene öncesinde oturup su bile içmeye erindiğim yer, artık bana menülerin yanında ikramlarda bulunuyor o sıralar. ve sizin de tahmin ettiğiniz üzere o geldi. girişi rahatlıkla görebiliyorum zaten. ''allahım'' dedim. imana gelmiştim. o zamana kadar deist olan ben, şimdi neredeyse şükür namazı kılacaktım oracıkta. saçlarını kısaltmıştı son gördüğümden... nasıl da hatırlıyordum en ince ayrıntısına kadar. erimiş mum gibiydi yüreğim. ne şekil verse alırdı o an. kılcal damarlarımda hissettim geldiğini. haberi sanki gözlerimden önce alyuvarlarım almıştı. hemen toparlayıp kendimi bir yudum su içtim. ''lık, lık''. anında dilim damağım kurumuş, bir yudum daha ve fondipledim bardağı. sek içerim suyu da...

    geçti oturdu bir köşeye. hemen çıkardı cep telefonunu (eskiden de hep böyleydi. kafasını bir kaldırmazdı telefondan. canım ya. neyse bu nasıl parantez amk paragraf oldu). baktım suratında acayip acayip ifadeler hakim. dedim kesin snapchat kullanıyor. instagram da olabilir. lan ya twitter'sa? derken telefonum çaldı. can dostum aradı ''tosbağa partiden haberin var di mi?'' ''evet tabii'' dedim. ''kimle geliyosun'' dedi. dedim ''daha belli değil dur hele''. direk kapattım telefonu. hemen kalktım garsonun yanına gittim ve dedim ki; ''benim siparişleri şu masaya alalım. bayanınkileri de benim adisyona yazın...''

    masasına oturduğumun farkına varana kadar onu izledim. 4 dakika 36 saniye 41 salise geçti(bilen bilir, saatle aram iyidir) ve kafasını kaldırdı. baktı. tanımadı sanki. ''ehehe'' diye güldüm (ehehe ne lan. mal. kodumun salağı gülüşünü siktiğim ne bok yiyeceğini şaşırdı ehehe diye gülüyor kıza). tabi şimdiye kadar hiç böyle bir durumla karşılaşmadı ne yapsın tosbağa tecrübesiz. kızlara ilgi göstermek değil ilk tercihi ilgilerini çekmekti. belki kendi masasından kesse işler daha kolay olabilirdi onun için ama o yenik düştü heyecanına, deplasmana çıktı.

    4 saniye 21 saliselik anlamsız bakışından sonra; ''efendim?'' dedi. tek kelime etmemiştim zaten. efendim deyişi beni benden aldı, ağzıma beton döktü sanki. ''berğl, möh''... ne diyordum ben? gerçekten mi beton dökülmüştü lan yoksa? anlık uğraşımdan sonra ''merhaba'' çıkıverdi ağzımdan. hem de öyle bir ''merhaba'' dedim ki. sesimde bir buğu, bir yıllanmış şarap yoğunluğu vardı. o sesi duyup da tav olmayacak kız yoktu henüz yeryüzünde. ama o her zamanki gibi ruhsuzdu sanki... utanmasa telefonuna ''asdfghjkl'' yazıp gösterecekti. ''ben tosbik'' dedim, ''hatırladın mı?'' diye sordum. ''ah eveeet'' dedi. ulan nasıl mutlu oldum. beni hatırlamıştı. o viski içtiğimde aklıma gelen insan, karşısında bir beyaz şarap edasıyla süzüldüğümde hatırlamıştı beni. bana baktığı her salisede mutlu olacaktım artık. 0.35/1sn mutlu oldum ortalama o ilk 5 dakikamızın içinde...

    siparişlerim geldi. o sipariş vermemişti. ''ne yersin sen peki?'' diye sordum. ''aynısından'' dedi. hemen tabağımı ona doğru ittim ve bu ince davranışımla birlikte kızın bana gülüşü, benim doymama yetmişti. ama bu etki kısa sürdü ve çağırdım garsonu hemen; ''bakar mısın canım?''. aynı siparişi verdim ve oğlanın siparişi yazıp gitmesini bekledim. kız çoktan yemeye başlamıştı. bir yandan göz ucuyla telefonunu kesiyordu herhangi bir değişiklik oldu mu acaba diye. o telefonunun ışığındaki değişimlere odaklanırken, ben gözündeki ince çizgileri görebiliyordum. çilli yüzü; henüz ayak basılmamış ay, yağmur yağmış ama yine ayak basılmamış kar örtüsü gibi bembeyaz, nokta nokta... nasıl da içleniyordum baktıkça. cebimdeki deri eldiveni çıkardım masaya koydum. ''bak'' dedim. ''hatırladın mı?''. gözleri bir anda kocaman oldu. ''yok artık'' dedi ve gülümsedi yeni nesil ergen kız örneği gibi... o eldiveni zamanın birinde beraber almıştık onunla. tabi o zamanlar benim turuncu sapkınlığım şekillenmemiş, saf duygularla gezmiştik yağmurlu sokaklarda. eldiveni tutup evire çevire baktı. bayağı baktı 6 saniye 39 salise kadar. hayatımın en masum 6 saniye 39 salisesiydi diyebilirim. yerine koydu ve ''vay be'' dedi. hiç beklemezdim o lafı. genelde ''oha lan'', ''olaya bak ya'' gibi öbeklerle yaşardı o. sanki bir anda içinde şimşek çakmıştı ve salça gibi olmuş beynini, bir beyin gibi kullanmaktan çekinmeyi bırakmıştı... ani bir hareketle eline telefonu eline aldı ve twitter'a girip; eldivenin fotoğrafını çekip ''olom oloya boksana yoa bunlardan hala voar mı dsasasdds'' diye ekledi ve tweet'ledi...

    işte siz de bilirsiniz ki o yıkılışımı; sanki böğrümü dağladı birisi. çiğnemeden koca bir but yutmuş gibi hissettim. başımdan kaynar sular... sanki şeytanlar gülüşüyordu. sanki ayin vardı beni olduğum yerde etkisi altına alan. kalkmak istedim, kalkamadım. otursam tesiri yok aslında, kalksam da sikinde olmayacak... saniyede bin bir doğal afet geçti başımdan. düşünceler çığ olmuş büyüyordu git gide tepeden yuvarlanırcasına. sanki bekledikçe etkisi artacaktı. sandalye götüme yapıştı bundan emindim. aklımsa hala o tweet'i gönderişinde. bıçağı aldığım gibi sapladım sonra şakağına kı...(yok bu başka hikayeydi lan)
    ------------
    bir kısma kadar geri alıyorum kusura bakmayın

    ...ık anığakaş arnos mıdalpas ibig mığıdla ığaçıb

    tamam devam ediyorum.
    ------------

    o tweet'i gönderdiğinde, yine eski tosbağa olmuştum artık. insta, twit kölesi insanlar... bu da yetmezmiş gibi manevi duyguları hiçe sayan şebekler... allah'ım. çıkıyorum tekrar dinden sanki. ulan o eldivendi her şey belki benim için? yıktın eldiveni eyledin viran. koşup beynime haber vereyim heman... derken kalbe çelme takıldı. ulaşamadı beyne, koşamadı. aldırmadım ruhsuzluğuna. yalpalandıktan sonra kontrolü sağlamış damperli kamyon gibiydim. düzeldim ağırca, doğruldum. zaten kamyonlar kavun taşır, ben hep onu düşlerdim. kim olduğunu, kimim ''o'' olduğunu bilmesem de severdim. ütopyaydı belki, kim bilir? uyuyordum sanki karşısında. 5 dakika yaşadığını düşündüğü rüyanın 4 saniyelik gerçeğiydim ben. ölmüyordum ama ısrarla. güldüm ''hahaha'' diye. ''dalga geçiyor olmalısın?'' diye sırıtarak sordum. çok duymuştu bu lafı benden zamanında. ''yok dedi, geçmiyorum. ben böyleyim'' dedi. hayallerimdeki kız, bir kaç sosyal ağ hesabı arkasına saklanmıştı. ısrarla çıkmıyordu saklandığı yerden. o ki bülbüllerin ilham kaynağı saçları, o ki karların şerazesi, o ki ürkütmekten korktuğum bir pireydi beynimin içine kadar yol almış... aşk böyle bir mallıktı. tümörünü özenle büyütmekti içinde. yemini, suyunu verdiğin bir canavar yavrusuydu henüz. ne getirdiğini, daha ne getireceklerini bilmene rağmen...

    devam edecek
    11 ...
  2. 2.
  3. insan gerçekten hayret ediyor.
    1 ...
  4. 3.
  5. 4.
  6. cinlerle mi ilişki kuruyon dedirtir.
    0 ...
  7. 5.
  8. 6.
  9. turuncu gözlü mavi tenli beyaz saçlı hatun, bölüm 2; --ütopyanın yüzeysel çatışması ve sıyrılınan benlik adına pişman olmamak--

    şöminenin önünden tekli koltuğu kaldırıp üçlü koltuğu çektim. bu sefer vişne likörüydü kahroluşum. dağıtmayı sevmiyordum. sarhoş olmak değil de adam akıllı düşünmekti planım koltuğa uzanırken. cohiba'mı aldım humidordan. zippo'mu çaktım yine yumuşakça. dumanlar süzülürken düşünüyordum bugünü. tüm gerçeklere rağmen hayalleri davet etmekti kalbime -bugün yaptığım-, düşüneyim bi daha. evet, aynen buydu.

    dumanın süzülüşü, bana yine saçlarını hatırlatmıştı; sarı, loş ışığın altındaki yansımalar... hepsi onun bir simgesiydi. portakal kabuklarını çoktan şömineye atmıştım zaten. hemen telefonumu açıp biraz komikli video izledim. kafam boşalmalıydı önce. israf adama güldükçe gülüyordum. iki videodan sonra artık iyice rahatlamıştım. nihayet kendime gelen ben; artık düşünmeliydi sakince.

    hatun benim ütopyam. saçı başı, gözleri, o bambi bakışları; bildiğiniz mest olmaktı. öyle mest olmak ki bu, nefret ettiğin sanal insanlardan olmadığını hayal etmek. hayal ettiğine inanmaktı bu. sanki instagram'a her dakika fotoğraf yükleyen kız o değildi. sanki twitter'a ''işemeye gidiyorum'' diye tweet atan başkasıydı. o ki kusursuz demek istediğim kız, henüz yerdiğim tüm sosyal ağların kölesiydi. diyemiyordum. ya zamanı gelmişti hamur beyinli olmanın, ya da o hamuru işleyip fırınlamam gerekliydi önümdeki süreçte. cumartesi gecesine kadar her şey şekillenmeliydi. ya yalnızlığımda kaybolacaktım şişe diplerinde, ya da var olacaktım sevgilimin bembeyaz kollarında yıllarca.

    ikilemler arasında uyuya kalmışım. düşünmeme engel oluyordu nefes alışlarım bile. bahaneydi resmen her şey kendime gelemememe.

    sabah uyandığımda; puro da şömine de yakmamıştı hiçbir yeri. şükrettim allah'a. tekrar imana geldim. inancım pekişitikçe pekişiyordu. portakal suyumu içip çıktım evden. iş yerinde bir hayli durgundum. sanki önceki gün dayak yemiştim yirmi kişiden. toplantıda her ne kadar cappy atom içsem de canlanamadım. yalandı bu reklamlar... akşam bir bara gittim. bir elimde votka, diğerinde telefonum. birer birer indirdim. instagram, snapchat, twitter, swarm... telefonum bir ergen telefonu olmuştu. hepsine ''marjinaltosbaga'' diye hesap açtım. hemen buldum onu da. takip ettim her koldan. facebook'tan da bulmuştum. artık bir engel yoktu onu anlamam için. içkilerle fotoğraflar çekip yolladım hepsine. eldiveni çektim yolladım. kızların arasına girip hepsiyle selfie'ler çektik. yolladım onları da her kanala teker teker. like'ladı birkaçını. kızlarla olana yorum yaptı; ''asdfghjk'' diye. zaten başka bir dil bilmiyordu. artık hal hatır sorsam ''asfhjasdfkl'' diyecekti. baktım takipçilerim bir bir artıyor. katıldığımı gören herkes egomu yükseltme adına takip üstüne takip ediyor her hesabımı. iki günde fame olmuştum. ya da popi işte ne derseniz. kendimi alamıyordum artık fotoğraf paylaşıp tweet'ler atmaktan. ofiste bile artık ilk işim mail'lerime değil, kimin; hangi fotoğrafıma; ne yorum yaptığına bakmaktı. neler oluyordu bana? hoşuma gitmeye başlamıştı iyiden iyiye. bu sırada ütopik kızımızsa hala kendi halinde takılıyordu. belli bir hayran kitlesine ulaşmıştı o da tabii. ama onu yakalamam uzun sürmedi. sosyal çevrem genişti. bir o kadar da sosyal ağda çevrem bir deprem gibi dalga dalga yayılıyordu herkesin şebekesine. bu gitgide koparıyordu benliğimi. bir hafta önce nefret ettiğim insanlardan olmuştum. hem de en beğenilenlerinden...

    günlerden cuma. yıllık iznimi kullanma kararı aldım öncesinde. bugünse tatildi bana tabii. buna rağmen hala rahatsız ediliyordum çalışanlar tarafından. ''şunu nasıl yapıcaz?'' ''şu şöyle diyor ne diyelim?'' uçuş moduna aldım telefonu sonunda. ama o da ne? telefonu cebime koyup aradan 7 dakika 3 saniye 81 salise geçtiğinde bir eksiklik hissettim. sanki hayat sucuksuz bir yumurta, likörsüz çikolata gibiydi. anladım. işte anladım sözlük. bu kızı ben şimdi anladım. alışmıştı. alışmış kudurmuştan beterdir derken bunu kastettiklerini de beraberinde anlamış oldum. dayanmaya çalıştım. oturdum balkona bir sigara yaktım. ulan telefonu sikecek gibi kesiyorum. kızın yemek yerkenki bakışları geçti gözümün önünden. haklıydı. ilk defa boktan bir konuda birine hak veriyordum. köle mi? ta kendisiydim. ergen tribi mi? doruklarındaydım. hatta; bizim hatun ''asdfghjk'' iken ben; ''asdfghjklşasfhişasfjek'' idim. halay çekiyordu merak duygularım. kıpır kıpırdım, duramıyordum yerimde. hemen son bir duman daha alıp attım sigarayı. dumanı tahliye etmemle bildirimlerin telefonu kasması bir oldu. telefondan duman çıkacaktı neredeyse, tir tir titriyordu. 36 saniye 11 salise sonunda kendine geldi telefon. bir bir okuyordum yorumları. beğenilere bakıyordum. arada müstehcen fotoğraflarımı gördüm. kesin sarhoşken yaptığım mallıklardan bir tanesiydi. bu yüzden nefret ediyordum sarhoş olmaktan. heme sildim onları. bir baktım bizim hatun her fotoğrafımı beğenmeye başlamış, bir kaçına yorum yazmış. ''lan'' dedim bu kadar kolay mıydı? ben niye o gün karşısına geçip beni fark etmesini bekledim ki? sevinç, şaşkınlık, pişmanlık, am, göt, meme; hepsini bir anda hissettim. geceye kadar evden çıkmadım. durmadan bir şeyler ekliyordum hesaplarıma.

    o? hatun? hatun aklımdan çıkıyordu hızlıca. sanki bu sosyal ağ, gözüme 5 günde inecek kalın bir perdeydi; kalp gözüm dahil. yavaş yavaş siliniyordu değerler. artık kimsenin duygularını önemsemez, her bir boka ''asddfkjgdfkl'' diye yorum yapar olmuştum. snapchat'ta anlık fotoğraflar paylaşıp puan kasıyordum. instagram'da, twitter'da takipçilerime bakıp gururlanıyordum. ne olacaktı? hepsini toplasan bir ''saç teli'' etmezdi. bana kazandırdıkları bir şey yoktu fanlarımın ama istiyordum onları anlamsızca. evden çıkamadığımı gece 11:21:34'te fark ettim. hemen taşınabilir şarj cihazımı alıp sokağa attım kendimi. ulan izinliyim evde oturuyorum. beni bu hale nasıl getirebilmişti en nefret ettiğim şey? sahiden de sıyrılıyordum benliğimden. yürürken bir sigara daha yaktım. sanki bir şeyler değişikti. sigaram bile fotoğraf çekilmelik bir obje gibi gözüküyordu. her saniye, her salise daha da ''aynılaşıyordum'' herkesle. anlaşmak için aynılaşmak, anlamak için level düşürmekti yaptığım. garaja yürüyüp arabayı aldım. yola çıkmadan aradım malum kişiyi. ''neredesin? alayım seni?''...

    o gece aldım onu mc donald's'tan. hala çocuk gibi oralarda takılıyor arkadaşlarıyla. boğaz köprüsünden geçerken yavaştan konuya girmeye başladım.

    -''ehehe işte ben de takılıyorum hesaplar falan, zevkliymiş ya''.

    +''tabii ihihi''

    işte bu! işte buydu! artık o da mal gibi gülmeye başlamıştı. kim bilir aklından; ''ihihi ne amk salak ben yaa'' diye geçirmiştir. purple'a götürdüm. ''birer bira bize''. anlatıyordum maceralarımı. ''şöyle güzel, böyle güzel. hahaha aynen bu da çok iyiydi'' gibi yorumlar yapıyor. sanki ''mest olmuştu'' bana. mest olmak, hatırladın değil mi? ben de mest olmuştum zaten. ee daha neyi bekliyordum? kızı kendi silahlarıyla, kendi dilinden, can evinden vurmuştum. oyun hamuru gibi bir kalbi vardı artık bana karşı. onu, bu ucuz şeylerle tavlamam beni pek tatmin etmemişti. bir yerden başlamak şarttı ama. her neyse, ''seviyorum'' demiştim. ''seviyorum'' da demişti.

    gülmüştük birbirimize; -''asdfghjkl''

    planladığım geceye artık 24 saatten az bir süre kalmıştı. hatunu eve atmadım bilerek. düşünmem gerekirdi, yanılmadan. bu sıralar çok düşünür olmuştum zaten. düşünesim de yok değildi. anjelique sözünü çoktan almıştım. kararıma destek çıksın diye bir kağıda yazdım artılarını eksilerini. şu ''asdfghjk'' tarzı dışında hiçbir eksisi yoktu keratanın. artılarsa ferman gibi dizilmişti kağıda. yazdıkça yazasım geliyordu artılarını zaten. hiçbir eksi bulamadım. nereden bilebilirim ki travesti old... yok şaka bu. lan? haha yok lan değildir yaa. olsa belli olurdu canım. öhöm. neyse.

    balkonda sigara içiyorum...

    alamate binip gitmek miydi savura savura kriterleri? yoksa değiştirmek miydi onun düzenini yapmam gereken? diğer ihtimali düşünmek istemiyorum. her şey bu kadar kırmızı şarap iken, ne gerek vardı ki şalgama? bu yüzden aradım yatmadan. saat 3 civarı (bu sefer kaçırmıştım saati) uyandırmışım, yazık. ama o an umrumda değildi ne düşündüğü. ben ne dersem o olacaktı. ikinciyi seçtim. önümde 20 saat 8 dakika 79 salise vardı ona kendime anlatıp, onu değiştirip, onun eşliğinde gidişime ortaköy'e...

    anlattım telefonda derdimi. cümlelerimi gayet sade kurdum. anlatmak zordur ya hani dili yakan çayın bıraktığı hissi. onu bile ''uyuştu'' diyerek geçirecek kadar basite indirgedim laflarımı. anladı. anladığını söyledi yani. ''bana biraz zaman ver'' dedi her genç kadın gibi. ama 19 saat 47 dakika 88 salise kalmıştı. ben sabredemezdim. bir anda otoriter olmuştum. ''şimdi'' dedim. ''şimdi söyle''. kapattı. suratıma yani. benim. biraz bekledim.

    aradım tekrar; ''aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. lütfen daha sonra tekrar deneyiniz. the person you have called can not...'' fırlattım duvara hışımla.

    turuncu kabı korumuştu telefonumu.

    zaten pek de sikimde değildi.

    para bok.

    o; uğruna hesaplar açtığım. onu anlamak için ''herkes'' olduğum kız, suratıma kapatmıştı ansızın. şarjı mı bitti acaba diye hiç düşünmedim. 2 saniye içinde şarja takacak kadar temkinliydi her zaman. çantasından taşan yedek bataryalar...

    sinirimi yatıştıması niyetiyle yemek yedim portakal suyunu da ihmal etmemiştim yine. saat 4:51:17:90'da uyudum.uyandığımda beni nelerin karşılayacağını bu sefer ''bilemeden''.

    devam edecek
    8 ...
  10. 5.
  11. Ya mutant ya şirine dir. Sec birini.
    0 ...
  12. 6.
  13. turuncu gözlü mavi tenli beyaz saçlı hatun, bölüm 3; -pişmanlık eğrisinin göklere süzülüşü-

    sanki her şey ebesinin amı gibiydi sözlük...

    -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    -hikayeden bağımsız-

    ulan üstteki de burada taslak olarak kalmıştı. neden devamını yazmayacağımı başka bir yazıda anlattıydım. içimde kalmasın bari şunu entry'i de sallayım gitsin. kimse iplemeden akıp gider şu başlık aşağı doğru umarım.

    amk kızı.
    2 ...
  14. 7.
  15. ilginç. okuyan biri özetk geçebilir mi bana özelden.
    0 ...
  16. 8.
  17. Kadınsizlıktan kadının hayalinde bile hatlari karıştıran yazar beyanıdır.
    1 ...
  18. 9.
  19. Dünya üzerinde bulunmayan hatundur.
    0 ...
  20. 10.
  21. renklerinden yola çıkarak muhtemelen akpartili olduğunu söyleyebileceğimiz hatundur.
    0 ...
  22. 10.
  23. aslı :

    -beyaz tenli

    -turuncu saçlı

    -mavi gözlü hatundur.
    2 ...
  24. 11.
  25. Uzaylidir. Hatta direk marslidir kesin bilgi.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük